24 Nisan 2024 Çarşamba / 16 Sevval 1445

Şiddet, cemaatler ve demokrasi

Erol Göka’nın Mutedil Müslümanların Günümüzdeki Düşmanları isimli kitabı Türkiye’de dini oluşumların, insan portresinin, örgüt üyesi psikolojisinin anlaşılması için iyi bir kaynaktır.

Ercan Yıldırım24 Şubat 2017 Cuma 07:00 - Güncelleme:
Şiddet, cemaatler ve demokrasi
Türkiye’de modernleşme tarihimizden bu yana, Müslümanlık ile İslam düşüncesi, kitabi İslam ile pratik Müslümanlık arasında yakın ilişki olup olmadığı canlı tartışmalardan biridir. İslamcılık düşüncesi de yaşayan İslam üzerine sert eleştiriler getirirken, tarihi İslam diye anılan halkın içinde yaşayan Müslümanlığı İslam’ın Batı medeniyeti karşısında geri kalmasının nedeni olarak telakki eder. Genel manada ideolojik boyutları olan İslam düşüncesi Müslümanlık ile arasına mesafeyi koyarken “kocakarı imanı” eleştirisini de beraberinde yürütür. Dolayısıyla ulus devletlerde, seküler iklim içinde bulunan Müslüman hayatı Batı’nın gelişkin teknolojik, iktisadi, kalkınmış medeniyeti karşısında çaresiz kalan hatta ona öykünen İslamcılar için tatmin edici bulunmaz. Çare yine ideolojik boyutlarda yeniden dirilişin ucunu verecek olan yeni yöntemlerdir. Dünyadaki Müslümanlar, İslam ülkeleri ve toplumlar bu çatışmanın tam ortasında kendilerine çıkış ararken bir büyük çelişkinin, kavganın ortasında kalakalır. DEAŞ, El Kaide, Taliban gibi örgütler tatmin olamayan kitlelerin umudu haline gelirken ortaya koydukları performans, portre ve yöntem topyekün Müslümanlara maledildiği için kapitalist dünya sistemi ayırt etmeksizin tüm Müslümanlarla hatta İslam ile hesabını görmek ister.

Kimlik VE mensubiyet 

Erol Göka’nın Mutedil Müslümanların Günümüzdeki Düşmanları kitabı tam da dünyadaki, İslam düşüncesindeki bu krizi ele alan, buna hem sosyolojik hem psikolojik yaklaşımlar getiren belki de Müslümanların en çok ihtiyacı olan kimlik ve kişilik konularına temas ederek ayırıcı bir vasıf ortaya koyan önemli bir kitap. Sadece DEAŞ gibi sert örgütlerin İslam anlayışı değil Türkiye’de de FETÖ ile ortaya çıkan din anlayışı, insan ve Müslüman portrelerine de vurguda bulunur Göka. Türkiye özelinde bakılacak olursak DEAŞ’ın yol açtığı sert ve tavizsiz İslam algısının şiddete varan niteliği, FETÖ’nün ılımlı olarak görülüp, gösterildiği halde darbe yapıp halkın üstüne silah sıkabilecek tıynette olması İslam düşüncesinin yaşadığı krizlerin en büyüklerinden biridir. Tabii buna etnik terörü de eklediğimizde ülkenin içinde bulunduğu şartlarda önemli bir aidiyet sorununun olduğu görülecektir.

Erol Göka’nın vurguladığı gibi dünyanın en büyük etnik terörü ve spritüel cinneti bu topraklarda hüküm sürüyor.

DEAŞ’ın etkileri kitabı meydana getiren makalelerin yazıldığı günlerde çok bariz değildi; halihazırda DEAŞ Türkiye üzerindeki şiddetini artırdıkça İslam üzerine yapılan yorumlar, tartışmalar da gittikçe yoğunlaşıyor. FETÖ gibi ezoterik yönü de olan ve şimdiye kadar ılımlı diye sunulan hareket ile DEAŞ gibi şiddeti zaten varoluş sebebi sayan örgüt mantığı ülkemizde dini alanda önemli bir kargaşanın yaşandığına işarettir. DEAŞ her ne kadar Türkiye çıkışlı olmasa da neo selefilikten beslenen geniş bir kesime hitap edebilmektedir. Erol Göka’nın belirttiği gibi militan bir ezoterizmin hem de örgütlü bir darbecilik yapacak kadar teşkilatlı yapısı bu topraklardan çıktı, asıl kaygılanılması gereken husus buradadır.

Çare demokrasi mi?

Erol Göka yalnızca siyasi ve dini açılardan değil psikolojik olarak da bu örgütlere, insanlara, Müslümanlara bakar, toplumun geneline eğilir. Göka’nın değindiği cemaat yapısı maalesef Türkiye’nin 27 Mayıs’tan sonraki tarikat-cemaat ayrışmasının doğurduğu kangrenlerden biridir. Erol hoca burada cemaat ve örgüt yapılarıyla bağlantılı olarak da kimlik ve kişilik sorunlarına gelir. “Kim”lik sadece cemaatlerin, örgütlerin değil esasında modern bireyin temel sıkıntısı olarak modernizmin de asıl meselesidir. Cemaatlerin müntesiplerinin bir kimliklerinin olmaması aynı zamanda aidiyet eksikliğine bağlı olarak, bir yere tam aidiyet sağlamakla iğreti varoluş arasındaki gerginlik kişilik üzerinde doğrudan tesirler gösterir.

Cemaat-örgüt aidiyeti ile dini aidiyet, etnik mensubiyet ile dini bağlılık arasındaki aralık gün geçtikçe açıldığı için birey gerçek yerini bulamaz haliyle şiddet kendilerince normal bir yöntem halini alır. Sekülerlik ve laiklik Göka’nın açıkladığı gibi bu fanatik portresini besleyen kaynaklardır; burada hocanın asıl yönelimi ise dinin dünyevi yorumlarının daha da geliştirilmesi üzerinedir.

Siyasi kimliği ilim adamı kimliğine gittikçe daha çok içkin hale gelen Erol Göka, psikolog niteliğiyle Türkiye’nin meseleleri arasında bağlantılar kurarak, sorunlarımızın insan merkezliliğine atıf yapar. Mehdilerin gittikçe arttığı bir toplum neye dalalet eder; tabii ki ruh hastalığına... Hoca mehdilerin sayısının artacağı kanaatindedir gelecekte.

Dünya cenneti yaratma fikri yine Erol Göka’ya göre bunun temel müsebbibidir. Arendt’ten örnek verir Göka, artık “kötülüğün sıradanlığı” bile sıradan hale gelmektedir... Kötülük bir düşüklük olarak değil ahlaki erdemleri besleyen, idealizmi destekleyen olumlu nitelik olarak görüldüğü sürece haşhaşilik yeni formlarda akmaya, yeni mehdiler çıkmaya, etnik taleplerini, dini mensubiyetinin önüne çıkarmaya, dini, kişilik problemleri uyarınca yorumlayıp harekete geçmeye yatkın tipler zuhur edecektir. Hocanın tavsiyesi ve çıkar yolu daha çok siyaset ve demokratik yapının korunması, güçlenmesi yönündedir. Bu nedenle mutedil Müslümanlara, sahih muhafazakarlığa tehdit oluşturacak akımlara karşı direnç demokrasi ve siyasetle sağlanabilir Erol Göka’ya göre.

Erol Göka’nın kitabı Türkiye’de dini oluşumların, insan portresinin, örgüt üyesi psikolojisinin anlaşılması için iyi bir kaynaktır.