25 Nisan 2024 Perşembe / 17 Sevval 1445

Sivil Edebiyat’ın düşündürdükleri

Sivil Edebiyat’ı eline alanlar, geniş bir kültürel kavrayışın birbiriyle irtibatlı serbest fikirlerini bulacak. Karaca Hoca, fikirleri birbiriyle öyle doğru ilişkilendiriyor ki bu yazıları okumak, okuru tarihin, edebî kişiliklerin, eserlerin içinde bağımsız düşünce gücünün eşliğine güvenerek dolaştırıyor.

CELAL FEDAİ11 Ekim 2018 Perşembe 07:00 - Güncelleme:
Sivil Edebiyat’ın düşündürdükleri
Alâattin Karaca’nın Karar gazetesindeki yazılarından seçmeler ihtiva eden Sivil Edebiyat adlı çalışması, bilmem gereğince okunup tartışılabilecek mi… Bu yazıların hemen hepsini yayınlandığı zaman okuyan biri olarak işin aslı pek ümitli değilim. Oysa eminim bunların kıyasıya eleştirilmesini en çok Hoca’nın kendisi isterdi. Burada bunu yapmam mümkün değil ama kısa da olsa bir bahis açmaya çalışacağım.  
 
Alâattin Karaca, üniversitelerimizin edebiyat kürsülerinin yüz akı akademisyenlerinin başında gelen isimlerden biri. Yıllardır irtifasını korur. Ne sözünü söylemekten sakınır ne de söylerken kırıp döker. İsmail Safa, İkinci Yeni Poetikası, Necip Fazıl Adnan Menderes İlişkisi gibi çalışmaları, alanının en önemli çalışmaları olarak yerini çoktan almış durumda. 
 
“Sivil edebiyat” deyince akla elbette Ece Ayhan geliyor. “Sivil” sıfatını, eleştiri literatürümüze o yerleştirdi. İkinci Yeni şiiri için “sivil şiir”, dedi sözgelimi. Kendi yazdığı yazıların bir kısmına “sivil denemeler” adını verdi. Ayhan’ın dilinde “sivil”, başta 1940’lı yılların tek parti döneminin edebî, siyasî fikirleri etkisi altında kalmayıp bağımsız, hür, kendince düşünmek demekti. Bir şair için başka türlüsü de düşünülemezdi ama gerçek hiç de öyle değildi. Esasen bu anlamda “sivil” olan tam tersine pek azdı. Ayhan, yıllar geçtikçe İsmet Özel, Sezai Karakoç gibi isimleri bu özellikleriyle andı. Gerçekten de zamanın çerçöpünün akışına ve ahalinin alkışına aldırmadan, çıkar ilişkilerinin içinde kendini buharlaştırmayan, kendi açtığı çığırda yürüyen şair, yazar pek azdır. Elbette akademisyen de…
 
Alâattin Karaca, kitapta yer alan tüm yazıları boyunca, işte buradaki sivilliği, yani bağımsızlığı, hürlüğü vurguluyor.
Günümüz edebiyatında, bilhassa da İslâmî duyarlıkla hareket etme iddiasında olan kesimlerde eksikliğini gördüğü şey tam da bu: Sivil olamama. Bir ağabeye, onun dergisine ve yayınevine bağlanarak sağlam bir sığınak arayan genç isimlerden işin kolayına kaçıp doğru dürüst fikir beyan edememesine karşın edebiyat adamı, şair, yazar pozu veren yaşını başını almışlara kadar pek çok silik portre, Hoca’nın kaleminden dökülenlerden nasibini alıyor kanımca. Gerçi adları anılmadığı için üstlerine alınmayacaklardır ama onlar kendilerini herkes de onları biliyor nasılsa. 
 
HEM GELENEKSİZ HEM YENİLİKSİZ
 
Her şeyden önce şunu söylemeli ki Sivil Edebiyat, çok iyi kurgulanmış, birbiriyle irtibatlı yazıları bir araya getiriyor. Sanat, edebiyat, iktidar bağlamıyla açılan yazılar, edebiyat ve siyaset ilişkisinin mahiyetini tartışmaya açıyor. Kültürel iktidar meselesinde Hoca’yla benzer düşüncelere sahip olamasam da eleştirileri kulakta küpe olacak cinsten. Benim naçizane fikrim, Türkiye’nin onlarca yıldır mazur kaldığı kültürel saldırıdan bir “kulturkampf” planı uygulamadan gerektiği gibi çıkamayacağı ve gelmekte olan nesillere bir ideal veremeyeceği şeklinde. Alâaatin Hoca, bunu önemli bulsa da devlet eliyle olamayacağı, olmaması gerektiği kanaatinde:  “Devlet ya da iktidar, sanata sadece imkân sunabilir; daha doğrusu onun yolundaki engelleri kaldırır ama ilham sun(a)maz! İlham sunmaya çalıştığında, yani sipariş verdiğinde vicdanın sesini susturur ve vicdan kuklaya dönüşür! Oysa sanat vicdanın sesidir.” Bu yüzden de Hoca’nın sivil bir edebî kavrayışın oluşması için bu yazıları kaleme aldığı besbelli. İslâmî hassasiyetler ile sanat, edebiyat ile ilgilenenlerin, iktidarda oldukları vehmi ile kolaya kaçıp geleneği önemsemez hale geldikleri düşünülünce, Hoca’ya hak vermemek elde değil. Böyle bir plan, geleneğini temellük edememiş insanlarca ne devlet eliyle ne de sivil bir çevrece uygulanabilir: “Asıl sorun şuydu: Çağdaş İslamcı edebiyat gelenekle bağ kurabildi mi? Bence hayır! (…) Hasılı çağdaş düşünce ve sanatın önündeki en büyür risk, gelenekle irtibat kuramayışı ve bu anlamda bir ‘kılavuz’dan ve birikimden yoksun oluşudur. Netice: Hem geleneksiz hem yeniliksiz.” 
 
Gerçekten de gelenekle irtibat bakımından sağlam bağlara sahip olduğu sanılan İslamcı edebiyatın böyle bir niteliği ne yazık ki yoktur. Bu nedenle de bugün için postmodern popülizm ideolojisinin Türkiye’ye sunduğu vasatta dolaşıp durmaktayız. Bugünün popülizm’inin halkçılık olmadığı, halk denen geniş kitlelerin irfan sahibi milletimizi ifade etmediği aşikar. Maalesef Türkiyeli Marksistler gibi İslamcılar da postmodern popülizmi halkla irtibatlı olmak sanmaya devam etmekte. Oysa tüm dünyada olduğu gibi halk, ABD menşeli popüler kültür ile günden güne, Hoca’nın söz açtığı gelenekten uzak düşürülmektedir. İslamcı edebiyatın, geleneği zamanında yenilemek cehdi yerine zamanın eğilimlerine kapılması, sanırım bugün için en büyük açmazıdır. Gelenek büyük bir emek istiyor oysa postmodern popülizm, günün insanına sevimli gelen şeye yönelip onu, ona veriyor. Bu bakımdan bir yanda Karaca Hoca’nın tam yerinde deyişiyle, “İslamcı edebiyattaki o ağır anonim eda” öte yanda Adorno’nun ifadesiyle yaşanan zamana yönelik “işveli itiraz”, edebiyat ortamına egemen oluyor. Bu iki uç arasında sivil bir edebiyatın varlık bulması, her şeyden önce has bir sanatçı kişiliği beklemeyi gerektiriyor.  
 
BONCUĞU İNCİ ZANNETMEK
 
Sivil Edebiyat’ı eline alanlar, geniş bir kültürel kavrayışın birbiriyle irtibatlı serbest fikirlerini bulacak. Çoklarında fikirler birbiriyle irtibatsız halde havada uçuşur. Karaca Hoca, fikirleri birbiriyle öyle doğru ilişkilendiriyor ki bu yazıları okumak, okuru tarihin, edebî kişiliklerin, eserlerin içinde bağımsız düşünce gücünün eşliğine güvenerek dolaştırıyor. Gönül isterdi ki yazıların özellikle günümüz edebiyatının saplanıp kaldığı noktalara dair tezlerini tartışabilelim.  
Tefrik yeteneklerini kaybetmiş insanlar, boncuğu inci zannediyor maalesef. Kadınlar onları alıp ak gerdanlarına takıyor. Lakin Molla Camî üstadımızın dediği gibi her şey: “Biz o inci zannedilen boncuklarla atlarımızın kuyruğunu süslüyoruz.” Alâattin Karaca’nın konuştuğu ve benim de bir talebesi olarak görüşlerinin tartışılması gerektiğini düşündüğüm irtifa burası. Benim Sivil Edebiyat’ı naçizane bulduğum yerde, umarım başkaları da bulup okur…