26 Nisan 2024 Cuma / 18 Sevval 1445

Sonra bir keşke dökülüyor dilimden…

Fikret Ürgüp’ün bütün eserleri dört cilt halinde bir araya getiriliyor. Serinin ilk kitabı olan Çivili Sandıklar’da yazarın yayınlanmamış öyküleri ve şiirleri de yer alıyor.

SADIK TOROS12 Kasım 2018 Pazartesi 07:00 - Güncelleme:
Sonra bir keşke dökülüyor dilimden…

Edebiyatı ve yazarları sevdiğim, hikâyelere aşkla tutunduğum, bir şiir kitabı kaybolduğunda “bir şair evimi mi terketti yani” diye üzüldüğüm halde, bir yazarı, bir kıymetli üstadı duymadığımı, eserlerini okumadığımı fark ettiğimde çoğu zaman utançtan yüzüm kızarır, içim içimi yer. Dünya edebiyatının kuytu köşelerinde dolaşırız da iş bizim edebiyatımıza geldiğinde birkaç ustayı tanır, şiirlerini ezberler, gençlikte o şiirlerle caka satarız, ama iş aydın sorumluluğunu yüklenmiş, popüler kültürden nasiplenmemiş kıymetli bir yazarı görmeye gelince yüz çeviririz. Fikret Ürgüp’ün şu satırını okuyunca iyiden iyiye yerin dibine girdim: “Büyük şehrin kısırlığı içimi kurutmuştu. Okuyup yazma fıkarası insan kalabalığı gittikçe artmış, nefes alacak hava payımız azalmıştı. İnsanın boğulacağı geliyordu.” 

BU DÜNYADAN KURTULDU

Utancımın çoğalmasını göze alıp üstad Fikret Ürgüp’ü tanımaya çalışıyorum. Everest Yayınları Çivili Sandıklar’ı yayına hazırlarken yazarı da incelikle tanıttığından hayli mutlu oluyorum. Fikret Ürgüp’ün tüm eserleri yayına hazırlanırken, son derece kapsamlı bir şekilde anlatılarak başlanmış. Ürgüp’ün kitaplarında yayınlanmayan öyküleri ve şiirleri de toplanmış. Bu nitelikli çalışmanın editörlüğünü, kendisi de bir şair olan Mehmet Said Aydın yapmış. Yayına hazırlayanlardan biri, Türkiye Psikiyatri Derneği Onur Kurulu üyesi ve Psikiyatri ve Damgalama Çalışma Birimi koordinatörü olarak görev yapan, kendisi de bir yazar olan Haldun Soygür. Bir diğer kıymetli isimse, A’dan Z’ye Sabahattin Ali ve A’dan Z’ye Sait Faik gibi biyografik eserleri hazırlamasıyla tanınan Türk akademisyen, yazar ve küratör Sevengül Sönmez.

Behçet Necatigil’in 1977 yılında Varlık’ta yayınlanan “Bir Doktor Öldü, Hikâyeciydi” başlıklı yazısına ilerliyorum.“Gazetedeki ölüm duyurusunda (Cumhuriyet, 9 Mart 1977) birkaç akrabasının adları, yakınlık dereceleri sıralanıyor, sonra da ‘Dr. Fikret Ürgüp bu dünyadan kurtuldu. Cenazesi 9 Mart 1977 Çarşamba günü ikindi namazı kılındıktan sonra Çengelköy’deki aile mezarlığında huzura kavuşacaktır” deniyordu. Kim yazdıysa (yoksa çok önceden kendi vasiyeti miydi?) ne kadar yalın ve içten bir gerçeği dile getirmişti. Sanatçı kişiliğini bilenler için zaten gereksizdi hikâyeci olduğunu belirtmek; bilmeyenler içinse, artık bundan sonra hatırlatmak değmezdi!

SEN GİDELİ

Haldun Soygür’ün, “Çivili Sandıklar için Ön/Sonsöz” yazısı da benim için heyecan verici, keşfin esrarengiz koridorlarında ilerliyorum.“Fikret Ürgüp’ün bir hikâyesi şu sözcüklerle biter: ‘Ürküttük. Kovaladık. Gitti. Arkasına bakmadan. Asil bir şekilde.’ Kendisi için de tüm hikâye böyle bitmiştir aslında! … Leylâ Erbil için bir ‘ex-prince’tir Fikret Ürgüp. Onun hikâyelerinin Sait Faik’inkiler, Franz Kafka’nınkiler gibi, hiç eskimeyeceğini, bir daha yazılamaz olduğunu söyler. Tıpta kullanılan kimi ilaçlar vardır. Önce keşfedilirler, sonra etki ve yan etkilerine ilişkin çeşitli nedenlerle biraz kullanılıp unutulurlar ya da kullanımları bırakılır. En sonra ise yeniden keşfedilir ve kimi zaman çağlarının ‘altın standardı’ olurlar. …Fikret Ürgüp’ün “yeniden keşfedilmesini” böyle görüyorum. Canımın yangısı azalıyor. Gülümsüyorum.”

1965 yılında yayınlanan “Sen Gideli” hikâyesinden bir paragraf dolanıyor içimde, susuyorum:“Sen gideli, unutulmuş dillerin anlamsız kelimelerinde boğulup kaldık. Sessizliği yaşıyoruz ihtiyar kargayla ben. Düşünür gibi, duygusuz. Göğsümün içinde senin gözlerin yanıyor da ağlamıyorum kaybolanlara.Nasıl bıraktıysan öyleyiz ikimiz, sensiz. Karganın yemini unutmuyorum. Tüyleri pırıl pırıl. Ne isterse anlıyorum. İhtiyarlıyorum.”

Sonra bir “Keşke” dökülüyor içimden.“Lambalarda yanan kuşlar yas tutmasaydı./ İlk sevgilimin saçları temiz, tükrüğü veremsiz./ Senin dişlerin tamam./ Benim içim durulmuş/ Olsaydı/ Başka olurduk/ İnce lodos yağmurunda.”