19 Nisan 2024 Cuma / 11 Sevval 1445

Sonra, ölüyorsun. Hepi topu bu mu yani?

Mustafa Ulusoy’un Hayat Apartmanı adlı romanı Kapı Yayınları etiketiyle raflardaki yerini aldı. Hayat Apartmanı birbirinden habersiz kişilerin kesişme hikayelerini bir araya getiriyor. Bu noktalar İslami bir referansı işaret ederken, tarihi bir arka planı da sergiliyor.

SEZGİN YILMAZ12 Mayıs 2017 Cuma 07:00 - Güncelleme:
Sonra, ölüyorsun. Hepi topu bu mu yani?

Arka planda kalan coğrafyalar, aksayan insan hikayeleri, kırılmış hayaller, bir türlü dikiş tutmayan yaşamlar, sadece bir kişinin yerini değiştirmesiyle yeni bir boyuta ulaşıyor. Ve mekanın belirgin duruşu da, bizi metne yaslıyor. Ulusoy, hayatın kişiler arası ilişkilerinden, uzaklıkları yakın eden görüntülerinden, ölümle aşk arasındaki gelgitlerden, kıskançlıklardan, iş hayatından bütünsel bir izlekle ve farklı coğrafyalarda insan kesitlerini bize sunuyor Hayat Apartmanı’nda.

Yazar, romanda metninin estetik vurgusunu kendi çağının toplumsal olayları doğrultusunda kurar ya da kendi düşünce dünyasından süzdürür. Mustafa Ulusoy da kendi tarzını bu ışıkta metne yedirmiş. Toplumu resmetmenin yanında bir şekillendirmeye de başvurmuş. Bir ilahi yasanın yanında inşa ettiği, dünyevi bahçeler karakterlerin sahnedeki perdelerini de bir bir indiriyor. Mustafa Ulusoy, Hayat Apartmanı’nda yaptığı girişle, doğal olarak insanlara seslenir, yaşamın ne kadar basit ve anlamsız olduğuna da değinmiş olur:

“Onu endişe ediyorsun, bunu endişe ediyorsun.

Ötekine takıyorsun, berikine takıyorsun.

Şunu dert ediyorsun, bunu dert ediyorsun.

O niye oldu, bu niye olmadı diye gece gündüz mutsuzluğa

gark oluyorsun.

Sonra, ölüyorsun.

Hepi topu bu mu yani?”

BOŞA HEVESLENMEYİN

Hayat Apartmanı, okul üniformalı bir genç kızın tedirgin ve ürkütücü adımlarla kapıdan girmesiyle başlayan sırların etrafında roman karakterlerini bir hikayede topluyor. Ölüme dair verdiği şifreler, saçılmış bir hayat gerilimini açığa çıkarıyor. Romanda esrarkeş hırsız Mualim, kardiyolog Murat, Müküslü Ramazan, Halepli Muhammed, müteahhit Mehmet, Dursun, Numan ve tarihçi Kâmil’in yaşamları Mualla Hanım’ın ölümüyle birbirine bağlanıyor. Gerçekle hayalin rastlaştığı, tedirginlikle korkunun boğuştuğu, yaşamla ölümün değiş tokuşa büründüğü içe kapalı, dışa dönük insan hikayeleri hem düğümleniyor hem de düğümünü çözdürüyor. Bu insan karmaşıklığı arasında, uğrak yer olan mekan iç dünyalar genişledikçe kendini daha da açık ediyor. Bocalanmış insan manzaraları arasında, kendi penceresinden oluşturduğu bir hayat düzlemini bir yapı olarak ortaya koyan Ulusoy, bunu yaparken de insanların hırslarını, üzüntülerini, sırlarını, ilahi sorgulamalarını da koymayı unutmamış:

“ İşte, daha “hayat nedir ölüm nedir”den bihaber, dünyaya kazık çakacağını sanan bu çaylağa cevabımdır. Ha, ona ne kadar tesir eder, bilinmez. Beni, yani Hayat Apartmanı’nı yıkıp daha sağlamını, daha gösterişlisini, daha para getirecek olanı yapın bakalım. Size tavsiyem, boşa heveslenmeyin. Ne kadar sağlam olursa olsun, bir gün gelecek, o yaptıracağınız apartmanın da odaları esip gürleyen rüzgârın uğultusuyla dolacak.”

Romanın sonlarında anlatıcının değişmesi de okuyucuyu bekleyen sürprizler arasında.