20 Nisan 2024 Cumartesi / 12 Sevval 1445

Soru işareti gibi kaderine boyun eğen şair

“MODERN, METAFİZİK, AVANGARD, ELİTİST BİR ŞİİR İDEALİNE” SAHİP OLAN İHSAN DENİZ NASIL ANILMAK İSTER?” DİYE SORULDUĞUNDA “SORU İŞARETİ OLARAK: KADERİNE VE KEDERİNE BOYUN EĞMİŞ BİRİ” DİYE YANIT VERİYOR İHSAN DENİZ.

MUHAMMET SAFA11 Kasım 2016 Cuma 07:00 - Güncelleme:
Soru işareti gibi kaderine boyun eğen şair

Bir şeyler hissediyorum. Sürükleniyorum. Kapattığımda gözlerimi, önünde bir hayalet ve geriye doğru sürükleniyorum. Bir tını arası metalin mıknatısla buluşması. Fizikötesi bir hareket gözlerimi kapattığımda ve okunuyor bir kitap ve usulca dinliyorum. Uzun bir yürüyüşe çıkıyor tını. Bu bir ayin, uzun bir yürüyüşe çıkıyor kelimeler ve ben sürükleniyorum.

Her zaman bir vesile olduğuna inanırım ortaya çıkan “söz”lerin bir başka “söz”lere. Aslında ilk söze kadar bir silsile. Şimdi Neil Young dinliyorum bu yazıyı yazarken. I’m driftin’ back. İhsan Deniz aracı oldu. Mehmet Solak aracı oldu. Cümle Yayınları aracı oldu. Bir kitap aracı oldu.

***

Sevgilimdir Yazdığım Her Şiir Benim bir nehir söyleşinin mahsulü. Geçtiğimiz günlerde editörümden gelen kargoyu açtığımda kır sakallarıyla ilk karşıma çıkan resim İhsan Deniz oldu. Bendeki önyargılara rağmen şiirlerinden aldığım ‘tat’tan dolayı okuyayım ve yazayım istedim.

İhsan Deniz’in ketumluğu klişedir edebiyat ortamında. Ben de bir iki kere canlı şahit olmuşumdur. Ve fakat şiirinde bu “ulaşılmaz adam” ortadadır. Dününden bugününe. Okuyabilirseniz. Okumanız varsa.

Mehmet Solak’ın hazırladığı Sevgilimdir Yazdığım Her Şiir Benim’de de İhsan Deniz şiirine ve aslında “gerçek” İhsan Deniz’e ulaştım diyebilirim.  Solak da iddiasını yerine getirmiş oluyor çünkü kitabın girişinde şöyle diyor: “İhsan Deniz’i hem içeriden, kendi ifadeleri ve seçimleriyle, hem de dışarıdan, benim ve başka yazarların yaklaşımları ve değerlendirmeleriyle, bütüncül bir şekilde tanımış olacak.”

Kronolojik yaşam öyküsü ile başlıyor kitap. Ardından 163 sayfalık nehir söyleşi kısmı geliyor. Mehmet Solak sadece söyleşi yapmakla kalmıyor; kendisinin kaleme aldığı iki inceleme/çözümleme yazısıyla kitabı genişletiyor. Diğer bölümler ise şairin eserlerinin listesi, şairin kendi kitaplarından seçtiği şiirler, kitap kapakları ve fotoğraf albümü. Böylece Mehmet Solak’ın sunuşta bahsettiği “İhsan Deniz Kitabı” tamamlanmış oluyor.   

KÜFRETMEK MUHALEFET DEĞİL

Mehmet Solak’ın soruları üzerinden İhsan Deniz doğumundan şimdiye kadar geçen süreci anlatıyor. Nehir söyleşinin işlevi de bu zaten. Ne birisi siz olmadan sizi yazıyor: Biyografi; ne de siz kimse sormadan kendinizi anlatıyorsunuz: Otobiyografi. Bu anlamda doğru iki ve/veya daha fazla kişileri bir araya getiren nehir söyleşi projeleri/kitapları okur için de oldukça keyifli bir okuma ve bilgi kaynağı olabiliyor.

İhsan Deniz’in cevaplarını okudukça daha yakın hissettim. Sanata ve hayata bakışı “dışarı”dan izlediğim şairin aksine daha yakın geldi bana. Özellikle günümüz şiirini, şairlerini değerlendirdiği bölümler duygularıma tercüman oldu diyebilirim: “Şair kendini öne çıkarıyor, şiirini değil, kendi cüssesini. Şiirinin kalıbıysa buna talip olmaktan uzak. Gevezeliği, sokağın dilini, küfretmeyi muhalefet sanıyor zavallılar..” (...) “özellikle 2000 sonrasında şair şiirin önüne geçti. Popüler oldu. Bir fenomendir artık şair. Bilinir, duyulur, görünür, konuşulur olmayı, bunu varolmanın ayrılmaz bir parçası saymayı seçti. (...) Ya günümüzün edebiyat dergileri? Fotoğraflar, resimler, kolajlar ile ‘süslenmiş’ yazı ve şiirler... Şair/yazar yazacak, ama illâ görünecek de!”

Kendi halinde Bursa’da yaşayan ve dergilerde pek sık görülmeyen İhsan Deniz’in yanıtlarını okudukça günümüzde şiir yazan, dergi çıkaran, kendini “piyasabisi” sayanların takip etmediği, hariçten gazel okuduğunu edebiyat ortamımızı Deniz’in gayet iyi bildiğini; dergileri ve ürünleri dikkatle taradığını anlıyoruz. Belki de kütüphaneciliğinin verdiği bir nimettir bu, bilemiyoruz: “Son yıllarda öngörülen tasnifler ise şiirin önünde tutulan girişimler. Önce tasnif sonra şiir... Son derece yanlış. Önce şiir sonra tasnif olmalı. Sonra önüne gelen tasnif yapıyor ve sözüm ona kendini diğerlerinden ayırıyor. Biraz da komik ve oldukça saçma bir tavır bu.”

Söyleşinin başları özellikle 80’ler şiiri üzerine kurulu. Mehmet Solak’ın yerinde sorularına İhsan Deniz’in cevapları bu dönemi daha iyi anlamamıza vesile oluyor. Birçok kişinin üzerine yazdığı ve konuştuğu 80’ler şiirini Deniz başka bir köşeden görüyor, gösteriyor: “80’ler şairi yoğun bir ‘onarım’ faaliyeti içinde olmuştur tüm dönem boyunca. İktidar veya muhalefet bir yana, önce şiirin onarılması, Türk şiirinin onarılması, sahih kulvarlara sokulması gerekiyordu.”

Yine 80’ler şiiri konuşulurken İhsan Deniz’in dönemi ve şiiri (art niyetle) eleştiren Osman Çakmak ve Hakan Arslanbenzer’e cevapları harikaydı. Meraklıları için kitapta. Her şeyi buraya yazıp “hazırbulucular”ı sevindirmeyeyim.

Kitap ilerledikçe İhsan Deniz’e olan önyargılarım azalıyor. Ortak fikirlerimiz olduğunu, birçok konuya aynı yerden baktığımızı görüyorum. Şimdilerin en meşhurlarının dillerine pelesenk ettikleri İslamcı şair/şiir için şöyle diyor mesela: “İslamcı falan değilim. Müslümanım. Bu yetiyor bana. Şiirim de İslamcı veya İslamî filan değildir, bana sorarsanız. Benim şiirim, ‘şiir’dir, o kadar.”

Beceriksiz şiir yazıcılarının bir şekilde gündemde kalmak ve kendilerine bir kucak bulmaları için şekilden şekle girdiği; bir şekilde iktidarın ete ğine tutunmaya çalıştığı bu şekilde varoldukları günümüzde İhsan Deniz’in şu cümlesi manidar: “Ben şiir yazıyorsam iktidar benim.”

Nehir söyleşi önüne kattıklarıyla akarken İhsan Deniz’in itiraflarını da okuyoruz. Uzun süre yaptığı köşe yazarlığı için şöyle diyor örneğin: “Gazete yazarı olamayacağımı anladım fakat. Kazancım bu oldu. (...) gazete yazarlığı ister istemez pragmatist olmayı gerektiriyor. (...) Soylu bir uğraş değil yani. Hesaplı ve giderek hesapçı olmaya zorluyor insanı.”

İSMET ÖZEL ŞİİRİNİ SÖNDÜRDÜ

Aslında kendiyle son derece barışık İhsan Deniz. Eksiklerinden, hatalarından bunun eleştirilmesinden gocunmuyor. Deniz’in dayanamadığı şey art niyetli eleştiri. Anlamaya yönelik olmayan. Zaten edebiyatımızda bu minvalde eleştiri yazan/yapan kişi sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Herkes kuyu kazma derdinde. Kliklerinde/deliklerinde eşelenip duruyorlar. Bir taş da ben koyayım yok hep taş atayım var. Bu yüzden Deniz yer yer bu işten ne kadar muzdarip olduğunu anekdotlarla açıklıyor. Bu hatıralar benim çokça ilgimi çekti. Şaşırdım, kızdım, üzüldüm. Şimdilerin çokça bilinen isimlerinin bu tarz ayak oyunları yapması dokundu bana. Örnek vermeyeceğim. Kitabı alın okuyun.

Çalışmanın genişçe bir süreye yayılması soru-cevap tekrarlarına neden olmuş. Aslında çözümleme işleminde bu fark edilebilirdi. Belki de bir cümle farklılığı, iyi bir cümle, Solak’ı benzer soru ve cevapları atmaktan vazgeçirmiş.

Kitabın en keyifli bölümlerinden İsmet Özel mevzusu: “İsmet Özel, şiiri bir yerinde bırakmış olsaydı çok daha dürüst, çok daha sahici, çok daha ‘şairce’ bir tavrın sahibi olurdu. Maalesef sürdürdü ve ‘söndürdü’ şiirini. Sönmüş bir şairdir İsmet Özel benim nezdimde.”

İhsan Deniz’in şiir ve şaire bakışı net ve bu uzun söyleşide hiç çelişmedi. “Şair içten içe dürüst olacak; yaşama, hissetme tecrübesi yaşamadığı ve esasen başkasının malı olan şeyi kullanmaktan kaçınacak.”diyor ve Mehmet Solak şiirler üzerine soru sordukça görüyoruz ki Deniz’in şiirleri “gerçek”tir.

Bittabi söyleşide en çok bahsi geçen taşra ve köy. İhsan Deniz’in taşra ve taşralılığa, taşrada olmaya dair yorumları da orijinal.

Son olarak  “Modern, metafizik, avangard, elitist bir şiir idealine” sahip olan İhsan Deniz nasıl anılmak ister?” diye sorulduğunda “Soru işareti olarak: Kaderine ve kederine boyun eğmiş biri” yanıtını veriyor. Sevgilimdir Yazdığım Her Şiir Benim İhsan Deniz’i tanımanıza ve bazı tanıdıklarınızı tanımadığınızı anlamanıza yardımcı olacak bir çalışma.  İyi okumalar.