24 Nisan 2024 Çarşamba / 16 Sevval 1445

T. S. ELIOT: Poetik ve politik kurgular

Günümüz şiiri, postmodern popüler kültürün gündelik görünümlerini resmetmeye dalmış durumda. Pound ve Eliot, şiirin şiir kalarak gerçekle temas kurmasını ve böylece çağdaş olmasına istiyordu. Günümüz şiiri çağdaş olayım, derken şiir olma vasfından kaybediyor. Eliot, umarım hiç olmazsa, geleneği yeniden okumaya vesile olur.

CELAL FEDAİ14 Aralık 2018 Cuma 07:00 - Güncelleme:
T. S. ELIOT: Poetik ve politik kurgular

T. S. Eliot’un (1888-1965) ilk şiir kitabı J. Alfred Prufrock’un Aşk Şarkısı’nın yayımlanışının üzerinden yüz yıl geçti. Bugünden o yıllara bakınca biz, sadece I. Paylaşım Savaşı’nın son günlerini görüyoruz. Zamanın insanı için atmosfer son derece boğucuydu. Manevî bir buhran, Avrupa kıtasına soğukkanlılıkla bakan Amerika’yı bile sarmıştı. ABD başkanı Wilson, meşhur prensipleriyle dünyada bir barış sağlamak için Avrupa’ya ilk kez gelmişti. Kim derdi ki şaşaalı bir törenle karşılanan yeni kıta ABD’nin başkanı, Avrupa’nın barışı için ümit olsun. Wilson, diyordu ki: Saar, Fransızlara; Fiume, İtalyanlara verilmeyecek. Osmanlı parçalanmayacak. Nüfus mübadelesi olmayacak. Aksi halde dünya düzeni paramparça olabilirdi. Olmadı. Yani dünya düzeni paramparça oldu. Bu atmosferde her bir Avrupa milleti kendi manevî buhranını yaşayacaktı... 

H. S. Hughes’ün, 1890–1930 döneminde Avrupa’da toplumsal düşüncenin şekillenişini incelediği Toplum ve Bilinç adlı çalışmasının en çarpıcı bölümlerinden biri, bu buhranlara dairdir. I. Paylaşım Savaşı günlerinin bunalımlı ortamında insanlar üzerinde Herman Hesse’nin Demian’ının yarattığı etkiyi ele alır Hughes. 1919’da yayımlanan Demian’ın yayınlandığı yılların nesli üzerindeki etkisi çarpıcıdır. Thomas Mann, bu etkiyi şu sözlerle ifade etmektedir: “Bu şiirsel yapıt, esrarengiz doğruluğuyla, o günlerin damarına basmış ve içlerinde süren yaşamın yorumcusunun kendi aralarından çıktığına inanan bütün bir genç kuşağın şükranla kendinden geçmesine neden olmuştu; oysa onlara aradıklarını veren hemen hemen kırk iki yaşına gelmiş bir adamdı.” Eserin yayınlandığı yılların Almanya’sı, Hughes’a göre, “içi boş saygılar yüzünden soluk alamaz halde”dir. Bireysel ve insanî değerlerin çarpıtılıp yıpratılmış yüzü üzerine eğilen Hesse’nin Demian’ı, söz konusu değerleri aslî hüviyetine döndürmeye gayret etmektedir. Bu, sadece dönemin insanının yaşadığı bir bunalım değildir. Hesse de kendini olup bitenlerden ayrı tutmaz: “Demian’ın yazarı, kendi ruhundaki zaafları –deneyimini yaşadığı kadarıyla Alman tininde de barınan zaafları- biliyordu: Ölüm sevdası, intihar fantezileri ve hastalıklı bir toplumsal mistisizm. Ahlaki ve entelektüel standartların savaşı izleyen genel gevşemelerinde, sayısız Alman bu tinsel ayıplara olan düşkünlükte kendini bulmuştu.” Hesse’yi bu niteliğinden ötürü “yirminci yüzyılın ilk bilinçli Avrupalılarından biri” olarak vasıflandıran Hughes, onun bu halinin, 1993’te Hitler’in iktidara gelmesinden sonra Almanya’yı bedenen ve fikren terk eden yazarlara da öncülük ettiği görüşündedir. 

ÇORAK ÜLKE VE ÇÖKÜŞE DAİR

Peki ya Eliot’un, 1927’de vatandaşlığına geçeceği, savaştan galip çıkmış gibi görünse de buhran içinde olan İngiltere’de durum nedir? Eliot’un ilk şiir kitabı J. Alfred Prufrock’un Aşk Şarkısı yayımlandığında, Demian gibi bir etki yapmış mıdır? Eliot’un dünya şiirine, Hesse’nin roman sanatına etkisine dek varacak böylesi bir karşılaştırma verimli neticeler doğursa da şu an için bana gerekli görünmüyor. Eliot da Hesse de iki bilinçli Avrupalı olarak, laikleşen, endüstrileşen Avrupa’da nefes alamaz hale gelen insan neslinin psikolojisini bizzat kendilerinden bilmektedirler. Hesse, Boncuk Oyunu (1943) adlı başyapıtında çökmekte olduğunu gördüğü Avrupa kültürünü kurtarmak düşüncesiyle yeni bir felsefe oluşturmaya çalışır. Bunun için romanında bir oyun icat eder. Dünyanın yüksek değerlerini korumak için bir araya gelen insanlar, boncuk oyunu ile tüm kültürlerin birikimini bir tarikat bağıyla bağlanıp saklarlar. Eliot da Batı’nın çöküşünün farkındadır. 1922’de yayımlanan Çorak Ülke bu çöküşe dairdir ve kitap bir tür boncuk oyunu gibi kurulmuştur. Eliot, J. Alfred Prufrock’un Aşk Şarkısı’ndaki gibi göndermelerle kurguladığı “şiirsel oyun”unu daha da derinleştirmiştir. Kitabın dünyasına girebilmek için şairinin göndermelerini takip etmek bunun da ötesinde onun bırakmadığı izleri de bulmak gerekmektedir. Eliot, anlaşılacağı üzere şiirsel bir dünya kurmakta ve kendi dünyasını buradan paradoksal şekilde kurtarmak ister görünmektedir. Çorak Ülke, olsa olsa J. Alfred Prufrock gibi bir türlü aşk şarkısını söyleyemeyenlerin ülkesidir. Giderek dünya ağzına kadar bu insanlarla dolmaktadır. 1925’de yayımlanan İçi Oyuk Adamlar şöyle başlayacaktır:

“Bizler içi oyuk adamlarız

Bizler içi doluk adamlarız

Birlikte eğilen

Kafaları saman tıkalı. Heyhat!

Kurutulmuş seslerimiz,

Fısıldaşınca birlikte 

Sessiz ve anlamsızdır 

Kuru otlardaki rüzgâr gibi” 

Eliot esasen William Blake’in “vision”larının gerçekleşmiş haline maruz kalmaktadır. T. Rozsak, Çorak Ülkenin Bittiği Yer kitabında bunu gözler önüne serer. “Post-Endüstriyel Toplumda Politika ve Aşkınlık” gibi çarpıcı bir alt başlık taşıyan eserinde Rozsak, endüstrileşme sürecinin başlangıç aşamasındaki Avrupa’ya Blake’in gözünden bakar. Blake göre endüstriyel Avrupa kültürü: “Viranede inşa edilmiş, insanın perişanlığı üzerine kurulmuş bir Babil’dir.” Gerçekten de Blake’in muhayyilesi, bu kültürün “vision”u ile meşguldür. Olacak olan henüz olmamıştır. Eliot ise, oluşumu bozuluşu ifade eden sürecin gerçekleşmesine şahit olmaktadır. O, şiirleri ve düzyazılarıyla sürecin poetikasını olsun kurtarmak ister. Dante’den Milton’a, klasiklere uzanır. Katolik ve kralcıdır. Rozsak ise, bu iki şairin okudukları dünyanın bugününde onların aradığı “aşk” ve “aşkınlık”ın imkânını araştırmaktadır. Her üçü de poetika kadar politika yapmaktadır. Ve bana kalırsa kurtarmak istedikleri dünya, bilgimiz yeryüzü değil Avrupa’dır. Blake’in şu dizeleri Avrupa çöküyor diyenlerin ideali olmaya devam etmektedir: 

“Yanan altından yayımı getirin 

Oklarını getirin arzularımın mızrağımı! 

Ey Bulutlar açılın 

Alevden arabamı getirin bana”

Yedi-sekiz yaşındaki çocukların baca temizleme işinde kullanıldığı yılların İngiltere’sinde William Blake, Milton’unda, yukarıdaki dizelerin ardından şöyle demeye devam eder: “Bizler İngiltere’nin bu güzel yeşil topraklarında ülkelerin en güzelini kuruncaya dek, ne kafamla cedelleşmekten geri duracağım ne de kılıcım elimde uyuklayacağım.” Blake, yaşadığı yıllar boyunca İngiltere için İngiltere’yi kilisesiyle, toplumsal yapısıyla, sanatıyla karşısına almıştır. Eliot ise İngiltere’nin yanındadır ama ikisininki de politik olarak aynı kapıya çıkar. 

İNGİLTERE’NİN BAŞARISI, ELİOT’UN BAŞARISI 

Eliot’un yüz yıl önce ilk kitabını yayımladığı yıllarda Türkiye’deki buhran, fikri bir buhrandan, bir fantasma dünyasından ibaret değildi. Türkiye, ölüm kalım mücadelesi vermekteydi. 1918’de, Eliot ile kimi yanlarıyla kıyaslanabilecek şairimiz Yahya Kemal, “Şu kopan fırtına Türk ordusudur Ya Rabbi” demektedir. O, Eliot ve Ezra Pound gibi şiirde personalarını yansıttıklarında bile bunu toplumsal kılmayı hesap edecek denli poetik hinlikler yapamaz. Kadınlarla istediği cinsi yakınlaşmayı bir türlü kuramayan J. Alfred Prufrock’un Eliot’tan başkası olmadığını iddia eden eleştirmenlere bu noktada kulak verebilir belki de.  Ömrü boyu fıtıktan muzdarip olan şairin, en az kendi kadar hastalık hastası eşiyle olan evlilik hayatlarına bakanlar, Eliot’ta, J. Alfred Profrock’u görürler. P. Johnson, bu bahisleri Yaratıcılar’ında uzun uzun anlatır. “Avrupa’nın toplumsal hayatında J. Alfred Prucrock gibi kadınlara açılamayan bir tip olsa olsa Eliot gibi biri olabilir” fikrinde benim okuduğum şey, kendi çöküşünü, iktidarsızlığını bunca söz konusu ettirmesine karşın, çökmek bir yana dünyaya felaket getirmeye devam eden ülkesi İngiltere gibi Eliot da maskeler kullanmakta, kurgular oluşturmakta mahirdir. Yahya Kemal’in hesap edemeyeceği şeydir bu. İngiltere politik kurgularıyla poetikasını da var etti. İngiltere’nin başarısı, Eliot’un da başarısı oldu.

GELENEĞİ YENİDEN OKUMAK

Türk şiiri, Eliot’u işte bu nitelikleriyle 1950’lerde, İkinci Yeni şiirinin imajizme yönelişi çerçevesi içinde keşf eder. Eliot’tan ilk çeviri, haberli olduğum kadarıyla Can Yücel’in 1955 yılında Tercüme dergisinde iki dilli yayımlanan  J. Alfred Prufrock’un Aşk Şarkısı’dır. Aslan Ebiri’nin 1958’de Dost dergisinde çıkan Çorak Ülke çevirisi bunu izler. O günlerde Eliot’un şiirleri kadar poetik yazıları, siyasî tutumu da dergilerde söz konusu edilmektedir. Dönemin sosyalistleri için o, gerici bir şairdir. Muhafazakar şairler ise onda şairin şiir geleneği ile kurması gereken bağa ilişkin önemli görüşler bulmaktadır. Eliot’a olan ilgi sonraki yıllarda da devam eder. Tiyatroları, düzyazıları ve şiirlerinin epeyce bir kısmı çevrilir. 

Eliot’un Samet Köse tarafından yapılan Bütün Şiirileri’nin çevirisini ise yenice elimize aldık. Çevirmenin şairini sevdiği belli. Başka türlü bu ciddi emek ortaya çıkmaz. Türkiye’de bir çevirmen kuşağı geldi geçti. Böylesi bir işe cüret edecek çevirmen zaten pek az çıkar. 1950 sonrası şiirimizde Eliot’un dramatik şiir biçeminin bariz bir etkisi söz konusuydu. Bu yeni çevirinin yeni bir etki doğurmasını diliyorum. Zira günümüz şiiri, postmodern popüler kültürün gündelik görünümlerini resmetmeye dalmış durumda. Pound ve Eliot, şiirin şiir kalarak gerçekle temas kurmasını ve böylece çağdaş olmasını istiyordu. Günümüz şiiri çağdaş olayım, derken şiir olma vasfından kaybediyor. Eliot, umarım hiç olmazsa, geleneği yeniden okumaya vesile olur.