25 Nisan 2024 Perşembe / 17 Sevval 1445

Tamam da Çankaya’da kim oturacak?

Ahmet Kekeç’in, Türkiye siyasi tarihini, hikaye formunda, tanıklıklara dayalı ve gerçek diyaloglarla anlattığı romanı Cumhuriyet Apartmanı, Çankaya’da kimin oturacağı kavgasını merkezine alıyor.

HALE KAPLAN ÖZ9 Haziran 2017 Cuma 07:00 - Güncelleme:
Tamam da Çankaya’da kim oturacak?

Usta kalem Ahmet Kekeç cumhuriyet tarihine dair bir solukta okunacak renkli ve etkileyici bir belgesel roman yazdı: Cumhuriyet Apartmanı. Kitabın en önemli özelliği bir asırlık siyasi tarihi, bütünlüklü biçimde, kuru bir tarih anlatımının sıkıcılığından uzak, siyasi figürlerin gündelik diyalogları ve zaman zaman içinde bulundukları psikolojik hallerle birlikte aktarıyor olması. Romanın çatısını cumhuriyet tarihinin siyasi kavgaları oluşturuyor ama siyasilerin, kişisel hesaplaşmalarında, resmi şablonun görmemize engel olduğu insani yönlerine de tanık oluyoruz.

“Bize ‘en uzak olan’ yakın tarihimiz, bende hep ihtilaçla bir merak konusu oldu. Bu merakımı tatmin etmek için, yıllarca, üşenmeden hatırat biriktirdim. Süreç içinde okumalarımın da yönü değişti ve gördüm ki, bugün birçoğu bize karanlık gibi görünen olaylar sadece bir ‘tetik mesafesi’nde” diyor Kekeç. Hatırat, tarih kitapları, dergi ve gazeteler, ansiklopediler ve akla gelebilecek her türlü yayından cumhuriyetin izini süren yazar, yaşadığı dönemdeki mühim tanıklığını da tüm bunlara eklemiş. Ortaya ‘tarih disiplini’ dışında, alternatif, okura daha yakın, sıcak ve samimi gelecek bir anlatı çıkmış.

Kekeç’in hedefi tarihin dehlizlerindeki karanlık noktaları ifşa etmek ya da madalyonun öteki tarafını okura göstermek değil. Sadece hikaye formuna yerleştirilmiş gerçek diyaloglar var.

Çankaya’da kimin oturacağı meselesi ise romanın ana izleğini oluşturuyor. Cumhurbaşkanını halkın seçmesiyle birlikte kısmen sönümlenen bu tartışmaya Kekeç tarihi perspektiften bakıp seçimlerin genel karakterini okura göstermeyi hedefliyor. Dr. Hikmet Özdemir’in “Bütün cumhurbaşkanlığı seçimlerinin öncesinde ya da sonrasında olağanüstü siyasi gelişmeler yaşanır ya darbe olur ya muhtıra...” tezi, romanda yer verilen tüm siyasi gelişmelerde okurun zihnini yokluyor.

“İnönü Bayar’dan nefret ederdi”, “Atatürk’ün asker korkusu”, “İsmet Paşa sizi parçalar”, “Cunta sola kaymasın”, “Ecevit’e sansür”, “Türkeş’in gözyaşları”, “Adayımız kardeşim Abdullah Gül’dür”, “Erdoğan durdurulsun!” kitabın ilgiyle okunacak öne çıkan başlıklarından...

Cebre varmayan otorite, anarşiye varmayan hürriyet

Uzun alkışlar arasında kürsüye çıkan İnönü, genel kurula hitaben bir teşekkür konuşması yaptı. Konuşmasında yönetim anlayışını şu sözlerle açıklıyordu İnönü: “Cebre varmayan otorite, anarşiye varmayan hürriyet.”

Bazı tarihçilere göre Celal Bayar sağduyulu davranmış (Asım Gündüz’e göre korkmuş), derbe ihtimalini savuşturmak için bu seçime razı olmuştu. Attila İlhan, tarihe “Milli Şef” olarak geçen İnönü’nün cumhurbaşkanı seçilmesini şöyle değerlendiriyor: “Babıali baskını neyse, İsmet İnönü’nün cumhurbaşkanı olması da odur. Ordu ağırlığını koymuş ve tamamıyla iktidardan tasfiye edilmiş bulunan İnönü’yü cumhurbaşkanı seçtirmiştir.” 

Mustafa Kemal artık İnönü’ye güvenmiyordu

Dersim olaylarıyla yıpranmış ülke ekonomisine az da olsa nefes aldıracak program, İnönü’nün gizli-açık engellemeleriyle akim kaldı. Ekonomide beklenen gelişmeler olmamıştı. Doğu vilayetlerindeki asayiş mantığı aynen devam ediyordu.

Ve Çankaya’daki Atatürk ve Bayar arasındaki o diyalog:

“Ne yapıyorsun?”

“Çalışıyorum efendim.”

“Ben sordum, bu beyler ‘didiniyor’ dediler.”

“Küçük işler yoluna girmedikçe, büyük işlerin üstesinden gelemem.”

Sofradakiler, Bayar’ın kimi işaret ettiğini anlamışlardı.

Atatürk de anlamıştı.

İnönü hem Şark Raporu’nu hasıraltı etmiş hem de Doğu’da bildiğini okumuştu. Şimdi de iktisat Vekaleti’nin çalışmalarına sekte vuruyordu.

Mustafa Kemal artık İnönü’ye güvenmiyordu.

Onu “yetersiz” ve “başarısız” buluyordu.

Demirel’i rahatsız eden mesaj

Tarih,  11 Eylül 1980.

Dışarıda bombalar, silahlar patlıyordu.

Başbakan Süleyman Demirel, İçişleri Bakanı Orhan Eren’e döndü: “Polis ve sıkıyönetim yetkilileri nerededir, ne yapıyorlar? Git, bak şuna...”

Bakanlar Kurulu’nun son toplantısı...

Orhan Eren aldığı talimatla çıktı. Saat 12.30’da yemekler yendi. Bakanlar Kurulu toplantısı 14.30’da sona erecek, senatörler Senato’ya, milletvekilleri Meclis’e gidecek, Demirel de gündem hakkında gazetecilere bilgi verecekti. Ama ilginç şeyler oluyordu. Ankara’nın en işlek caddelerinde bombalar patlıyordu. Patlama sesleri Bakanlar Kurulu toplantısının yapıldığı salona kadar geliyordu. Saat 13.00’e doğru Başbakanlık Özel Kalem müdürü Gücüyetmez içeri girdi. Demirel’e bir kağıt uzattı. Kağıdı okuyunca yüzü birden değişti Demirel’in. “Siz devam edin, şimdi geleceğim” dedi ve çıktı. Toplantıyı yarıda kesmek hiç adeti değildi. Olağanüstü bir şeyler olmalıydı. Tekrar toplantıya döndüğünde huzursuzluk yüzünden okunuyordu.  

Atatürk’ün asker korkusu

Fahrettin Altay anılarında Mustafa Kemal’in İsmet Paşa kaynaklı bir “oldu-bitti”den çekindiği için, önceden orduyu bağladığını yazıyor. Orduda, tuğgeneral, tümgeneral düzeyindeki subaylar İnönü’yü destekliyordu. Genç subaylar arasında da çok sayıda taraftarı vardı. Kısacası Atatürk, İnönü’nün hislerine kapılıp orduyu bir “maceraya” sürüklemesinden korkuyordu. Komitacı bir gelenekten geliyordu ikisi de... İkisi de ordunun yönetimini çok yakından biliyordu.

İnönü’nün gücü nereden geliyor?

İnönü gözden düşmüş bir siyasetçiydi. Cumhurbaşkanı’yla tartışmış ve başbakanlıktan azledilmişti. Prestij kaybetmesine rağmen, yine de cumhurbaşkanlığı için en güçlü adaydı.

İnönü’nün gücü nereden geliyordu?

Dr. Hikmet Özdemir, şu değerlendirmeyi yapıyor: “Çankaya için verilen mücadelede Atatürk ile arasında geçen tatsız olaylar İnönü’nün prestij yitirmesine yol açsa bile, Atatürk ve yakın çevresinin gürültülü yaşam tarzından rahatsızlık duyan askeri ve mülki erkan katlarında olumlu imajı pekişmiş olmalıdır. Kaldı ki İnönü yıl başbakanlık görevinde bulunan bir önder olarak bürokrasiyi yönetmiş, ordu içinde de özellikle kendine bağlı bir general kliği yaratma becerisini gösterebilmiştir. İnönü’nün cumhurbaşkanı olması için bazı generallerin açık ve kesin tavır belirtmeleri ve Mareşal Fevzi Çakmak nezdinde girişimde bulunmaları ise orduda İnönü yanlısı bir general kliğin varlığına bir kanıt oluşturmaktadır. Cumhurbaşkanlığı yarışında İnönü onlara dayanacaktır.”

Rakı isterim rakı

28 Şubat dönemin kudretli generallerinden Erol Özkasnak’ın ifadesiyle ‘postmodern’ bir darbeydi ama onun da ötesinde bir medya darbesiydi. Çünkü gazeteler darbe konusunda daha istekli görünüyordu. Başbakan Necmettin Erbakan ordunun teskin olmasını bekliyordu. Daha doğrusu bunu umuyordu. Nasılsa bir gün anlayacaklardı “irtica” söyleminin altı boş olduğunu.

Erbakan bir gün anlaşılmayı bekleyedursun, o güne kadar hep nezaketle karşılık vermiş komutanlardan biri (Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Güven Erkaya), bir Milli Güvenlik Kurulu toplantısında “sınırlarını” aştı, pek de nazikçe olmayan bir çıkış gerçekleştirdi:

“Burada bir eksik var” dedi.

İkramları kastediyordu. Ne istediğini sordular.  “Rakı eksik” dedi saygısız bir ses tonuyla, “Rakı istiyorum ben”

Hemen rakı buldular ve komutan teskin oldu. Ertesi gün gazeteleri “Güven Paşa rakı istedi. Erbakan bozuldu” manşetleri süsledi. 

Mertçe söyleyin kimden yanasınız?

15 Temmuz 2016…

Darbeciler bütün kritik hedefleri bir bir ele geçiriyordu.

Marmaris’e gelmeleri an meselesiydi. Nitekim Cumhurbaşkanı Marmaris’ten ayrıldıktan 15 dakika sonra, helikopterle bölgeye gelen suikast timi, otelin civarındaki korumalarla çatıştıktan sonra Cumhurbaşkanı’nın kaldığı müştemilata girdi. (…) Cumhurbaşkanı’nın niyeti, ne olursa olsun, İstanbul’a ya da Ankara’ya ulaşmaktı. Önce Dalaman Havalimanı’na ulaşması gerekiyordu. Karar verildi. Cumhurbaşkanlığına ait helikopter otelin karartılmış pistine ışıkları söndürülmüş olarak indi. Erdoğan kokpitteki iki pilotun yanına gitti ve çok kararlı bir sesle şöyle dedi: “Bana mertçe söyleyin, kimden yanasınız?”

Pilotlar baktılar.

“Sizden yanayız efendim” dediler, “Hem de sonuna kadar. Sizi ve ailenizi gideceğiniz yere ulaştırmak için ne gerekiyorsa yapacağız. Öleceksek birlikte öleceğiz.”

Erdoğan duygulandı: “Sağolun” dedi.