25 Nisan 2024 Perşembe / 17 Sevval 1445

Türkiye ölüm değil şiirülke…

Şiirin her bakımdan sonsuz bir açık okuma olduğunu söyleyen Ömer Erdem: “Dileyen iyiliğin baharı isteyen de kötülüğün yangını diye anlayabilir onu. Ben, özde şiirin şifa olmasını isteyen ve buna inananlardanım.”

MUHAMMET SAFA13 Ekim 2017 Cuma 07:00 - Güncelleme:
Türkiye ölüm değil şiirülke…

Ömer Erdem 1967 doğumlu. İlk şiiri Diriliş dergisinde yayımlandı. 1997 yılında şairarkadaşlarıyla Kaşgar dergisini kurdu. İlk kitabı Dünyaya Sarkıtılan İpler 1996’da çıktı. Mesafesi Kadar İnleyenRüzgâr, Yitirişler, Yarım Ağaçlar, Evvel, Kireç, Kör, Pas diğerşiir kitaplarıdır. Bugünlerde okuruyla buluşan yeni şiir kitabı Azap vesilesiyle Ömer Erdem’le bir söyleşi yaptık.

l Kireç, Kör, Pas… Ve Azap karşımızda. Diğer üç kitabınızı takip ettiğimizde organik bazen inorganik bir bağ hissediliyordu. Birbirini tamamlayan ve/veya devamına yol açan. Her birinde adım adım çürümenin, kötüleşmenin izini sürüyorduk ve artık bir sonuç mu Azap? İyileşemedik ve günahımızı mı ödeyeceğiz?

Şiir her bakımdan sonsuz bir açık okumadır. Hatta şiir hep bu açık okumaya imkân vermelidir.  Dileyen iyiliğin baharı isteyen de kötülüğün yangını diye anlayabilir onu. Ben, özde şiirin şifa olmasını isteyen ve buna inananlardanım. Ne anlattığıyla gerçekleştirmez bu şifa olma durumunu. Kendi yaratıcı hamlesine özneyi dâhil ederek yapar. Dilsel çıplaklık bütün negatif yüklerinden kurtularak varlığın en saf yaşama istencine dönüşür orada. Kireç, Kör, Pas ve Azap bağlamında düşündüğümüzde bir kesin ve keskin nida olsa da ortada, çağdaşımız varlığa dair o büyük umudun kaynamasıdır esasta. Ki, sanırım, Azap ile birlikte durumdan özneye çıkarak, ‘azap’ bütün saklı, çoğul ve felsefi derinliği ile son bir bağlanma, tutunma ve arınma ifadesidir. Günah da, iyileşme arzusu da o öznenin en doğal hakkıdır, tarihsel dışavurum olarak. Belki de uçurumun ucundaki kuru dal. O bile önemli çünkü düşerken.

l Kitabınız adıyla bölüm adlarının ters anlamlığına dair bir şeyler söylemek ister misiniz? Azap içinde hâlâ umudu mu barındırıyor, bunu “Azap” şiirinizdeki iki mısradan hissederek soruyorum:“şiirden kaçanlar ölümü kutlar / Türkiye ölüm değil şiirülke…”

Buna inanmak yetmez bunu bilmek ve sürekli duyuşla güncellemek de gerekir. Türkiye şiirülke ve bu asla onun en romantik karakteri değil. Asıl kemik gibi sert ve karakterli tarafı. Bu fikri Türkiye’nin sadece şiirle kurulup yoğrulmuş ve onunla yaşamış bir ülke olmasından dolayı söylemiyorum ki. (bana göre Türkiye 1923’ü de içererek geriye, derine doğru bağlanır.) Şiirin hala yaşıyor olması ondaki tarihsel gerilimle ilgili. Ters anlamlılık, bir akıl uçumu ve bu uçumun estetik boyutlarla tayflanmasıdır sonuçta.

l Modern şiirin bütün olanaklarından yararlanırken anlamı hiç kaybetmiyorsunuz. Anlam yaratmaya da çalışmıyorsunuz, bu gücün kaynağı şiiri bir amaç değil de bir “anlatı” aracı olarak görüşünüz mü? Şiir ulvi ya da kutsal mı sizin için?

Şiir ulvi olabileceği kadar ulvi ve kutsal olabileceği kadar kutsal benim için ama bu geriye bakarak verilmiş bir hüküm. Ben asıl şiirin, insan tekinin özünde barınan ileriye doğru söyleme gücünün peşindeyim. O söylediği için varlık anlam kazandığı gibi görünür de oluyor. Kurduğum, kurguladığım, rüyasını gördüğüm bir şey değil şiir, yaşadığım, her şeye rağmen yaşadığım ve yazmaktan kendimi alamadığım bir gerçeklik.

l 90’lı yıllarda ilk kitabınız yayımlandı. Her kitabınız yeni bir dönemin içine doğdu. Bu yeni dönemlerde yeni bir dili yakalama gayreti içinde bulundunuz mu ya da ruhunuzuz yeniliği mi bunu mümkün kıldı?

Şairin çok uzun ve biteviye akan bir iç zamanı vardır ve asıl kurucu yanı odur. Ancak bir de dış zaman, dönem, hayat neyse o var. Burada önemli olan, şairin içselleştirme ve dönüştürme kabiliyetidir. Çünkü onun kendisini gerçekleştirme ve tamamlama süreci devam etmektedir. Yeniliğin dışarıdan teknik bir görüntüsü olabilir ama kalıcı ve asıl yenilik bir şiirin genişleme ve derinleşme kapasitesidir. Duyarlıklar, üst akıl edişler, hayatın hiç yoklanmadık alanlarına dalışlar vs. Olan bu belki.

l “Ben” ve “yazan ben” üzerine ne söyleyebilirsiniz? Tecrübenin yazma işindeki önemine, “gerçek”liğin gücüne inanır mısınız, şiirde “numara” yapmak günü kurtarır mı, gelecek için ne vaat eder?

Hakiki şair beni bütün yüzleriyle kabul eder. Ortada bir gerilim ve çatışmanın hep olacağını bilir. Tecrübe, hayat, okuma, yaşama, yorma ve yorulma ile ilgili olduğu kadar devirle de alakalıdır. Ben, numara yapmanın ne olduğunu hiç tecrübe etmiş birisi değilim. Şiirin gerçekliği onun gücüyle orantılı bir olgu.

l Azap’taki şiirlerde yerinde durmayan bir anlatıcı var. Dolaşmayı seviyorsunuz sanırım, kapalı mekânlara az rastlanıyor şiirlerinizde, “dışarıda” olmanın avantajı var mı? Evinizde mi evinizden çıkınca mı daha çok şiir yazarsınız?

Şiiri ben her yerde yaşar ve yazabilirim. Daha doğrusu hep öyle yaşadım ve yazdım. Belki şiir bir bitmez dışarı çıkma, hep sınırı geçme, bilme, duyma, sorma ve dahasına talip olma halidir. Kapalı mekânlar da vardır aslında yazdıklarımda ama yine dışarıda olmanın dayanılmaz arzusu olarak görünürler. Dolaşmak ise, zaten varlığın doğasının güncellik kazanması gibi bir şey.

l Azap’tan, özellikle “Taşlık” şiirinizden yola çıkarak; şiirleriniz için seçtiğiniz tek kelimelik başlıklarla bir nevi şiirinizin merkezini mi sağlamlaştırıyorsunuz? Özellikle günümüz şiirinde uzun, bir cümle dâhi olamayan, hiçbir anlam ifade etmeyen başlıkları olan şiirlerle karşılaşıyorum ve başlığın altındakiler tamamen yığma beton gibi. Sizin basit gibi görünse de aslında riski ve yeteneği barındıran tek kelimeleriniz anlam kuvveti noktasında bir dübel görevi görüyor diyebilir miyiz?

Bu görmeden memnun olduğumu söylemeliyim. Şiir gevezelik sanatı değil. Kelime, geri geri, kendi saf yüküne döndükçe kaldırma ve kapsama gücüne kavuşur. Ama ona bu vasfı kazandıran yapının bütünlüğüdür. Yapı ve bütünlük, şairin yaşantı, duyuş şiddeti ve bunu şairin kendi yeteneği ve iç atılımıyla nasıl estetize ettiği meselesine bağlanır.

l Günümüz şiirine dokunmuşken bir söyleşinizde “gençliğimde benim için en büyük ideal şuydu: Diriliş dergisinde bir şiirimin yayınlanması... Neden? Çünkü Diriliş dergisi Türkiye’nin en nitelikli dergilerinden bir tanesidir. Orada benim şiirimi yayınlayan insan, doğrudan doğruya edebiyat ve sanat kriterlerinden hareket eder.” diyordunuz. Bu anlamda günümüz şairleri sizin kadar şanslı mı?

Her devrin ve herkesin şansı ve şansızlıkları değişiyor. Bir de önemli olan önünüze çıkan şansı nereye götürdüğünüz, hangi dereceye yükselttiğiniz. Şans verilen sadece siz olmadığınız gibi şans nihai bir değer hükmü de değil. Bunun ne anlama geldiğini görmek için aynı çizgiden ve aynı zamanda yola çıkanların bugün hangi verim toplamı ve değer derecesinde durduklarına bakmalı. Bugün de iyi bir şairi kimse durduramaz. Hatta daha çok imkân var.

Ömer Erdem anlatı gücünü başka bir türde de takipçileriyle buluşturacak mı ileride? Bir roman, bir film ya da günlük…

Bu mümkün, ama önce benim tam ikna olmam gerekiyor.