19 Nisan 2024 Cuma / 11 Sevval 1445

Üstadlardan emanet kahramanlar

“Bahar ve Kelebekler” öyküsündeki kaybedilmiş Balkan acısı yaşayan seyyah Ömer Seyfettin’in; “İki Damla” öyküsündeki, yoksul, kimsesiz bir sokak çocuğu Orhan Kemal’in; “Dağların Çağrısı” öyküsündeki müzik, zaman ve rüya ile iç içe yaşayan udi aslında Ahmet Hamdi Tanpınar’ın kahramanı. Ama bu öykülerin hepsini Necip tosun yazdı.

M. Dilek Erdem / RÖPORTAJ9 Mart 2017 Perşembe 07:00 - Güncelleme:
Üstadlardan emanet kahramanlar
Öykünün anatomisini çözümleyen Necip Tosunilginç bir çalışmayla okur karşısında. Emanet Hikayeler her biri öykücülüğümüzün önemli durakları olan yazarların, sembolik olarak emanet ettiği kahramanlarının hikayelerinden oluşuyor. Kitap, birbirini destekleyen, tamamlayan, tıpkı çerçeve hikâye anlayışında olduğu gibi sonuçta bütünlüğe ulaşan bir öyküler toplamı.

Emanet Hikâyelerplanlı programlı bir eser mi?

Emanet Hikâyelergerçekten de nasıl şekilleneceği önceden belirlenmiş bir proje-plan çerçevesinde oluşmuş öykülerden oluştu. Bu nedenle de birbirini destekleyen, birbirini tamamlayan, tıpkı çerçeve hikâye anlayışında olduğu gibi sonuçta bütünlüğe ulaşan bir öyküler toplamı. Ben öykü kitaplarının tematik, biçimsel bütünlük içerisinde olmasını önemsiyorum. Bu yaklaşım, okurun fotoğrafı toplu olarak görmesini sağladığı gibi öykünün kopuk kopuk olması zaafını da gidermiş oluyor. Daha proje aşamasında kitapta hangi öykülerin yer alacağı belli olmuştu. Sadece yazmam kalmıştı. Ben de bu proje çerçevesinde öyküleri yazdım.

Kitabı yazarken nasıl bir yol izlediniz?                                                                                           

Emanet Hikâyeler, her biri öykücülüğümüzün önemli durakları olan Kemal Tahir, Ömer Seyfettin, Ahmet Hamdi Tanpınar, Orhan Kemal, Sait Faik, Oğuz Atay, Hulki Aktunç, Adalet Ağaoğlu, Bilge Karasu, Ferit Edgü, Rasim Özdenören, Mustafa Kutlu, Selim İleri’nin sembolik olarak emanet ettiği hikâyelerin, benim yorumum, üslubum ve bakış açımla yazdığım öykülerden oluşuyor. Öyküler bu yanıyla hikâyelerin, konuların, durumların her anlatıcıyla birlikte değişeceğini bir başka şeye dönüşebileceğini örnekliyor.

Yakınlık sadece tema ve kahramanlar elbette. Bu tema ve kahramanları kendi öykü anlayışımla ve yorumumla öyküleştirdim. Bunu da bir “emanet” olarak gördüm, aslında Orhan Kemal’in, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın anlatması gereken bir öyküyü ben anlatmış oldum. Başarıp başaramadığım ayrı bir konu ama bu emanetleri hakkıyla yerine getirmeye çalıştım. “Bahar ve Kelebekler” öyküsündeki kaybedilmiş Balkan acısı yaşayan seyyah Ömer Seyfettin kahramanıdır; “İki Damla” öyküsündeki, yoksul, kimsesiz bir sokak çocuğu Orhan Kemal’in kahramanıdır; “Dağların Çağrısı” öyküsündeki müzik, zaman ve rüya ile iç içe yaşayan udi aslında Ahmet Hamdi Tanpınar’ın kahramanıdır; “Cem Zehiri” öyküsündeki iktidar ve inanç arasında gidip gelen Cem Sultan, Kemal Tahir kahramanıdır; “Boşluğun Sesi” öyküsündeki Doğu ile Batı arasında sıkışmış, var olma sancısı çeken yazar Oğuz Atay kahramanıdır; “Şehrin Sesleri” öyküsündeki bir baştanbaşa İstanbul’u dolaşıp hikâyeler kuran kişi Sait Faik’in kahramanıdır; “Yorgun Irmak” öyküsündeki kendini bahçeye, doğaya, ağaçlara adamış ihtiyar Mustafa Kutlu’nun kahramanıdır; “Sûr” nefesi öyküsündeki mahşer korkusuyla sarsılan kişi Rasim Özdenörenkahramanıdır; “Bir Hikâye Kalır Her Şeyden” öyküsünde dostlukların son anlarını yaşayan kişiler Selim İleri kahramanıdır; “Küçük Berivan” öyküsündeki bir deniz kasabasında minimal öyküye giren küçük kız Ferit Edgü kahramanıdır; “Teneffüs” öyküsündeki kötü hikâyesinden kurtulmak için kendi hikâyesini yazan kişi Bilge Karasu kahramanıdır; “Hayata Düşmek” öyküsündeki intiharın eşiğine gelen işçi Hulki Aktunç kahramanıdır; “Körebe” öyküsündeki taşrada hayatın kıyısına düşmüş genç kız Adalet Ağaoğlu kahramanıdır. Böylece kahraman ve temaaynı olsa bile bir başka yazarda her şeyin nasıl değişebileceğini ve farklılaşabileceğini örneklemeye çalıştım.

Sadece öyküyü dert edinen bir okuma anlayışınız var, öyküye olan bu denli sevda nereden geliyor?

Ben yazı hayatına öyküyle başladım ve hep öykü yazmayı kurguladım. Ama bunun ilk dönemlerde bilinçli bir tercihten çok bulunduğum arkadaş ortamıyla ilgili olduğunu sanıyorum. Galiba birbirimizi etkiledik. Ankara’daki üniversite yıllarım edebiyat hayatımın dönüm noktasıydı. Çok hareketli bir edebiyat ortamının içerisinde bulmuştum kendimi. Yani öyküyle yatıp kalkıyorduk. Bu ortamda başka hiçbir türü denemedim. Düşünmedim bile. Kendimi öykünün içinde buldum.

Yazınsal serüvenimde öykü dışında hiçbir türde yazmayı düşünmedim. Önce el yordamıyla sonra üzerinde kafa yorarak, emek vererek, türler içinde kendimi ifade edebileceğim en donanımlı imkân olarak belirledim.  Günümüzde öykünün diğer yazınsal türlere nazaran pek çok avantajları olduğunu düşünüyorum. Yani öykü, kısa ve yoğun yapısı, anlam açıklığı ve gündelik hayata denk düşen yalın, dolaysız anlatımı ile modern insanın beklentilerine cevap verebilecek bir özelliğe sahip. Ayrıca öykü, modern insanın ritmiyle, temposuyla ve yaşadıklarıyla örtüşebilen bir tür. Bu yanıyla bana sıcak ve kendimi en iyi ifade edebileceğim bir yazınsal tür gibi geliyor.

- Öyküde Batı’ya göre neredeyiz?

Avrupa’yı çevirilerdışında çok yakından izlediğimi söyleyemem. Ama görebildiğim kadarıyla öykünün edebiyatımızda saygın bir yeri var. Usta yazarlar ürün vermeyi sürdürürken, çok yetenekli genç öykü dünyasına katılıyor. Sanat-edebiyatın git gide pazarlanabilir bir metayadönüştüğü, ürünün/yazının gidip, yazarın geldiği ve sonuç olarak genel bir kırılmanın ve yozlaşmanın yaşandığı günümüz edebiyat dünyasında, öykünün daha soy bir duruş sergilediğini görüyoruz. Tüketime prim vermiyor, işi ucuzlatmıyor. Tüketim medyasının pazarında hiçbir öykü malzemesi yok. Bu yüzden kendini takdim etmek isteyen yazar, öyküyü terk etmek zorunda kalıyor ve başka türlerin kapısını çalıyor. Aslında öykünün bu soy duruşu boşuna değil. Çünkü öykünün sağlam bir arka planı var bu topraklarda. Bu direnç ve birikime dayanarak, dünya ölçeğinde türün zirveleri bu topraklarda yazılıyor. Öykü sağlam temeller üzerinde, geleceğe umutla bakıyor, insanlara, birikim, tecrübe aktarmayı sürdürüyor.

Ortadoğu çizgisine olan yakınlığımız edebiyatımıza ne kadar yansımıştır?

Türk öykücülüğünün medeniyet algısında, onu yorumlayışında üç farklı tavır görüyoruz. Batıyı, onun verilerini tümüyle kabullenenler, Doğu-Batı arasında kalanlar ve Yerli kültürü savunun Batılılaşmayı reddedenler. Ama bu genelleme, içinde, kimi karmaşayı da barındırır. Çünkü bu kategorideki yazarlar birbirlerinin sınırlarına rahatlıkla geçebiliyorlar. Batıyı savunmakla birlikte ona sert eleştiriler getirenler olduğu gibi, Batıya karşı çıkmakla birlikte pek çok Batılı projeyi destekleyenler de çıkabiliyor. Bu da aralarında net çizgi çekmemizi zorlaştırıyor. Ne var ki bu bile üzerinde yaşadığımız topraklarda süregelen iki yüz yıllık Batılılaşma maceramızın nasıl içinden çıkılmaz bir hâle geldiğini işaretliyor. Ama ülkenin pek çok meselesinin Batı-Doğu karşıtlığı içerisinde tartışıldığını söyleyebiliriz. Bu anlamda Batı algısı, sadece Türk düşünce ve siyasi yaşamını değil genelde Türk edebiyat ortamını özelde de Türk öykücülüğünü belirlemiştir diyebiliriz.

Batılılaşmaya karşı yazarlar “yabancılaşma” kavramını tam da bu itirazlardaki gibi, Batı düşüncesindeki anlamından kopuk, farklı bir anlamda kullanır. Yabancılaşmayı, genel olarak fıtrattan kopuş, uygarlığa sırt dönüş, özel olarak da Batılılaşma olarak tanımlarlar. Kısaca Batılılaşma eşittir yabancılaşmadır. Onlara göre Batılılaşma “yadsıma”nın, “saçma”nın özdeşidir. Bu yüzden Batılılaşma, bizi yabancılaştırma düzeyinde çağın tüm bunalımlarıyla karşı karşıya getirmiştir.

Bu karşıt fikirler yanında her iki görüşe de mesafeli bir de “eşiktekiler” diyebileceğimiz bir başka anlayış Türk düşünce ve sanat dünyasında hep var olagelmiştir. Bu düşünür ve sanatçılar ise ne Batılı ne Doğulu olabilmiş, parçalanmış bir ikiliği sergilemişlerdir. Dikkatle incelenirse Türk öykücülüğünün bu üç temel anlayışın geniş bir alanda tezahürlerini görmek mümkündür.

Kalemi ehlileştirmek gerekir mi yoksa kalemin liderliğini kabul etmek mi en doğrusu olur?

Hiçbir zaman kaleme teslim olmamak, terbiye etmek, ruhun ve kalbin emrine vermek gerekir.

- Şu aralar üzerinde çalışmakta olduğunuz eser hakkında bize bilgi verebilir misiniz?

Bitirmek üzere olduğum yeni kitabın ismi Öyküyü Sanat Yapanlar. Dünya öykücülüğüne yön vermiş, kalıcı bir imza olmuş öykücülerin hayatlarına, öykülerine bir bakışı içerecek. Kurucu, dönüştürücü öncüler kitabın konusu olacak. Bu bağlamda Nikolay Gogol, Edgar Allan Poe, Guy de Maupassant, Anton Çehov, Virginia Woolf, Katherine Mansfield, James Joyce, Franz Kafka, Ernest Hemingway, William Faulkner, JorgeLuis Borges, JulioCortázar, Truman Capote, Wolfgang Borchert… gibi yazarların hem öykü dünyaları, öykü sanatına katkılarını inceleyen bir kitap olacak.