25 Nisan 2024 Perşembe / 17 Sevval 1445

Ütopya edebiyatına bir bakış

Ütopyanın kökenlerini, temsillerini ve imkânlarını yeniden düşünmeyi mümkün kılan Ütopya Edebiyatı derlemesi ütopyacılığın kurucu mitlerini, ideal olana dair kültürlerarası tasavvurları ele alması bakımından okunup tartışılmalı.

ASIM ÖZ12 Kasım 2018 Pazartesi 07:00 - Güncelleme:
Ütopya edebiyatına bir bakış
16. yüzyıldan itibaren ilgi görmeye başlayan ütopya, genelde fantezi yahut hayal gücü kapsamında düşünüldüğü için felsefe ve edebiyatta her iki anlamıyla kullanılan bir terim.  Gerçek dünyada var olmasa da özlenen dolayısıyla hayalleri süsleyen bir toplumsal ve siyasal düzeni içeren ütopyalar şimdiye kadar çeşitli biçimlerde ele alındı. Kaldı ki ütopya edebiyatı kültürel, toplumsal ve siyasi krizleriyle birlikte, düşe kalka yürümüştür her zaman. Fetret devri diye de adlandırılabilecek ara dönemler kendi ütopya mecralarını oluşturmuş, besleyip büyütmüştür. Eskinin öldüğü fakat yeninin bir türlü doğ(a)madığı şartlar ütopyaların varlığını doğrudan etkilemiştir. 
 
 Thomas More’un Utopia (1516) kitabının yayımlanmasından itibaren ideal bir düzeni hedefleyen ütopyalar, toplumların gideceği istikameti tayin etmeye niyet eden yaratıcı metinler şeklinde değerlendirilir. Bu çerçevede var olan duruma dair güçlü bir eleştiri içerdikleri son derece açıktır. Öte yandan gündelik dile de yansıdığı şekliyle ütopyalar, gerçeklik kazanması imkânsız tasarıları içermesi hasebiyle kaçış edebiyatı kategorisine de dâhil edilebilir.
Ütopyaların yükselişi ve düşüşü
Gregory Claeys’in hazırladığı ve 11 makaleden oluşan Ütopya Edebiyatı, More imzalı Utopia’nın basımından bugünün her türlü ütopyanın öyle ya da böyle totaliterlikle sonuçlanacağına dair kaygıyla beslenen, yeri/zamanı belirsiz distopyacılığa kadar ütopyacılığın gelişim sürecine dair geniş çaplı tarihsel ve edebi araştırmaları bir arada sunuyor. Derleme aynı zamanda yeni okumalara kapı açan kaynakçaları ve notlarıyla bugün çok daha geniş ve günden güne büyüyen çalışma sahasına ilişkin zengin bir ütopya literatürü oluşturmak bakımından da değerli.
 
FELAKETLİ BİR DÜNYA 
 
Ütopya edebiyatıyla ilgili genel kavramsal ve kuramsal bazı meselelerin irdelenmesiyle başlayan derleme, önce hem geleneğe adını veren hem de sonraki eserlere azametli bir müphemlik bırakan Thomas More’u düşünmeye davet ediyor. Sonra Rönesans ve Aydınlanma dönemlerindeki ütopyaları ele alan makaleler 17. yüzyıldan 20. yüzyıla ütopyanın çeşitli alt türlerini masaya yatırarak oldukça ayrıntılı bir tarihsel döküm sunmayı başarıyor. Derlemede hiciv, Robinsonade, Gulliveriana ve felaketli bir dünyayı/hayatı anlatan distopyacılık değerlendirildikten sonra modern ütopya çalışmalarındaki ihtilaflı noktalar kapsamlı bir şekilde ele alınır. Eleştirel gücüyle öne çıkan distopyaların, yeri ve zamanı belirsiz bir alternatif  “kötü” gerçekliği işaret edişi kadar ortaya çıktığı andaki modern gerçekliğin çarpık bir imgesini sunma noktasındaki olağanüstü başarısını da fark etmemek mümkün değil. Farklı boyutları öne çıkarsalar da Wells, Huxley ve Orwell, modernliğin sadece siyasal ve iktisadi yapıyla kalmayıp bireyin bilinci ve bilinçdışı da dâhil olmak üzere hayatın bütün alanlarını, sadece şimdiyi değil, geleceği de sömürgeleştirdiği vasatta ortaya çıktılar. Adı bilinen ama mahiyeti pek bilinmeyen romans ve bilimkurgu ile ütopyalar arasındaki bağ, feminizmin ütopyaya katkıları, sömürgecilik ve sonrası, Batılı olmayan ütopya bahsi entelektüel tartışmalar kuşbakışı bir şekilde inceleniyor.
 
BATILI OLMAYAN
 
Düşünce tarihi araştırmalarında ütopya ve ütopyacılık esasen, modernliğin kalbi çekirdek Avrupa’ya özgü yapılar şeklinde görülür, başka bir toplum tahayyülünün neticesi olarak karşımıza çıkar. Çeşitliliği içinde ütopya temsillerini daha tanınır kılmak için uzun zamandır ciddi araştırmalar yapan isimler bu alana dair özgün yaklaşımlar geliştirmeye çalıştı. Haliyle Batılı olmayan ütopyaların gerçekten var olup olmadığını sorgulayan araştırmacıların, buna çoğu zaman olumsuz cevap verdikleri bilinmekte. Bunun sebeplerinden biri, ütopya edebiyatının gelişiminin Batı’daki örnekleriyle belirginlik kazanmasındandır. Ütopyaların Batı’yı eleştirmek için yine Batı’da ortaya çıktığını ifade eden İsmail Coşkun, türün hızlı yükselişini ve çöküşünü Avrupa içi siyasi ve entelektüel gelişmelere bağlar. Coşkun, Krishan Kumar’ın “Ütopya evrensel değildir, Yalnızca Hıristiyan ve klasik dönem mirasına sahip toplumlarda, yani salt Batı’da ortaya çıkar” şeklindeki sert tutumuna yakın durur. Buna karşın Batı’daki ütopyalar dışında farklı geleneklerden ve dünya görüşlerinden yararlanan ütopyacılığa odaklanan isimler de yok değildir. Mesela Sadi Şirazi’nin Gülistan ve Bostan adlı eserlerini “İslâmî ütopya” şeklinde değerlendiren Şerif Mardin, iki kitabı “mümkün ütopya” kavramını akla getirircesine “daha hafif ütopyalar” kategorisinde değerlendirir. Zira Gülistan ve Bostan insanların birtakım kusurlarını tabii olarak gören bir söyleme sahiptirler. Engin Kılıç ve Ömer Faruk Huygüzel ise modernleşme sürecinde Türk edebiyatına diğer yeniliklerle birlikte ütopya düşüncesinin de girdiğinden hareketle yeni temsilleri gündeme getirirler. 
 
Ütopyalar, toplum ve tarihi anlayarak yeni bir gelecek tasavvur etmeyi ve ona ulaşmayı hedefler. Dolayısıyla Batı dışındaki kültürlerdeki ideal zaman, mekân ve var oluş şekillerinin karşılaştırılabilir temsilleri için daha sistematik araştırmaların yapılması gerekir. Bir ihmali telafi etmek için yola koyulan Jocqueline Dutton Ütopya Edebiyatı derlemesindeki “Batılı Olmayan Ütopya Gelenekleri” başlıklı makalesinde, Batıdaki edebi türlerin çizdiği sınırların ötesindeki kültürlerde ortaya çıkan ütopik tasavvurlar üzerinde durur. Farklı kültürle karşılaşılan ütopyacı temayülleri ifade etmek için “Batılı olmayan” terimini kullanır. Ütopyalar üzerine yapılan araştırmaları karşılaştırmalı bir perspektifle ele alan Dutton, Batılı olmayan temsillerde Batı’nın ütopya modelini arama eğiliminin baki kalışını sorunlu bulur. “İslâmî ütopya” geleneklerinde ortaya çıkan dine ve kültüre özgü kavramların altını çizer. Ardından Farabi’nin felsefik ütopyalarını kültürel melezlik çerçevesinde değerlendirir, İbn Tufeyl’in Daniel Defoe’nun Robinson Crusoe romanına kaynak teşkil ettiği söylenen Hayy Bin Yakzan adlı eserini ise dönemin mutlak itaat talep eden rejimine yönelik örtülü eleştiri içermesi yönüyle ele alır. Dutton, İslâm felsefesine ve düşüncesine önemli katkı yapan edebi ütopyalarla çağdaş dönemdeki İslâmî ütopya temsilleriyle hareketlerini incelerken birtakım tartışmalı görüşler de ileri sürer. Mesela “Müslüman ütopyacı” Ali Şeriati’ye ve Seyyid Kutub’a değinirken Selefiliği “İslâmî ütopyacılık” şeklinde resmeder. Töhmet altında bırakıcı incelemesine referans noktası olarak kullandığı siyasi rejimler ve örgütler seçimleri için de haklı eleştiriler yapılabilir. Buna karşın makalesi, egemen ve sınırlı Batılı ütopya imgesini aşarak çok farklı düşünce örüntülerine temas etmeyi sağlıyor.
 
ESKİ FİKİRLERDEN KAÇINMAK
 
Günümüzde “kendi ütopyasını başarıyla gerçekleştirmiş tek sistem olan kapitalizm” dışında alternatifin, daha iyi bir toplum ve siyasi düzen tahayyülünün mümkün olmadığına inanma eğilimi yaygınlık kazanmış durumda. Post-hakikat devrinde başka bir düzen teklifi büyük kayaları sarp tepelere yuvarlayarak taşımak ve sonrasında gerisin geriye düştüklerinde tuzla buz olduğunu seyretmek gibi. Hevesleri, düşleri, arzuları öldüren ve hayli bezdirici olan teyakkuz halinin yorgunluğu bunu daha da katmerlendiriyor. Dolayısıyla ütopyanın kökenlerini, temsillerini ve imkânlarını yeniden düşünmeyi mümkün kılan Ütopya Edebiyatı derlemesi ütopyacılığın kurucu mitlerini, ideal olana dair kültürlerarası tasavvurları ele alması bakımından okunup tartışılmalı. Zira ütopyalar konusunda zor olan yeni fikirler değil eski fikirlerden kaçınmaktır.