25 Nisan 2024 Perşembe / 17 Sevval 1445

Yaralı insanlar antolojisi

VİCDAN SIZLAR, BEŞ ROMANI BULUNAN GÜRAY SÜNGÜ’NÜN DÖRDÜNCÜ ÖYKÜ KİTABI. SÜNGÜ, KİTABINDA YARALI İNSANLARI ANLATIYOR. BAŞARI HİKÂYELERİNİN FİNK ATTIĞI BİR DÜNYADA BİZE VİCDANIN ‘VİCDAN SIZLAR’ YÜZÜNDEN SIZLAMASININ NASIL BİR DUYGU OLDUĞUNU HATIRLATIYOR.

SUAVİ KEMAL YAZGIÇ11 Kasım 2016 Cuma 07:00 - Güncelleme:
Yaralı insanlar antolojisi

Vicdan Sızlar: Vicdanını bir yük olarak görüp terk edenlerin ve terk etmeyenlerin yaşadığı sızının aynı harflerle ifade edilen adı. Güray Süngü, yeni öykü kitabı için bu ismi uygun bulmuş. Her ne kadar kitapta yer alan ilk öykünün adını taşısa da kitabı bütünüyle okuyunca bu ismin uygun olmadığı bir sayfa bile bulamazsınız. Ancak uyarmam lazım. Sızlama, vicdan ve vicdansızlık öykülerde altı çizilerek işaret edilebilecek ve alıntılarla ispatlanabilecek “mesajlarla” ikram edilen temalar değil. Daha çok öykülerin atmosferini oluşturan ve dolaysıyla alıntılara sığmayacak kadar metinlerle hemhal olmuş temalar bunlar. Hayatı bir hapa dönüştürüp yutturan yazarlardan değil Güray Süngü. O, her ne kadar bu sözleri başka bir kitabı bağlamında da söylese Vicdan Sızlar’ın bu cümleleri tekzip edici bir özelliğinin bulunduğunu düşünmüyorum. “İlaç bende düşüncesinin kendisinde bir zehir olabilir. Ben baktığım yerde yeşil bir ağaç görüyorum. İnsanların o ağacı görmediğini de görüyorum. Onlara bakın burada bir ağaç var diyemem. Ağacın ağaç olduğundan ben bile emin değilim, sadece yeşil bir ağaç gördüğümü biliyorum. Benim baktığım yere bakmalarını sağlamaya çalışabilirim yalnızca. Onlar orada ne göreceklerini kendileri bilirler.” Evet, daha önce Güray Süngü okuduysanız bu dediklerim sizin zaten bildiğiniz, okuduğunuz kitaplardan tecrübe edip hissettiğiniz bir tespit oldu. Onlara zaten bildikleri bir durumu anlattığım için özür diledikten sonra asıl konuma döneyim yani Vicdan Sızlar’a...

KAYIP ÖYKÜLERİ

Kitaptaki bazı öykülere yüzeysel de olsa bazı atıflarda bulunsam meramım daha iyi anlaşılabilir. Her öyküde vicdan sızlatan bir kayıp var neredeyse. “Açılım”da yolunu kaybeden Halim ile tanışıyoruz. Sonuçta “cana kıymık” batıran bir öyküler toplamı oluyor Vicdan Sızlar.   

“Unutursam”, bir kayıp öyküsü. Kaybolanı değil geride kalanı anlatıyor Süngü. Akıbetini bilmediği ama unutamadığı kaybıyla birlikte hem de evinde kaybolmayı yaşıyor öykü karakteri. Bir kaybı düşünmenin nasıl acı verici bir çürümeye sebep olduğunu anlatıyor.

“Kibir” ise egonun büyümesiyle birlikte artan duyarsızlığı metaforik bir dille anlatırken özel bir ironi yakalamayı da başarıyor. Güray Süngü, ironi yapmak için ironi yapan acemi yazarlardan değil. İroniyi bir madalya gibi okurun gözüne sokmak yerine alttan alta ilerletiyor. Bu yüzden de ironi onun metinlerinde dekoratif bir unsur olmaktan ibaret kalmadığı için ortaya konan ürün de edebiyattan kopmuyor.   

Vicdan Sızlar’daki pek çok öyküde kimi zaman alttan alta kimi zaman da ana tema olarak yitik mahalle temasına rastlıyoruz. Süngü, yitik mahalle derken artık göremediğimiz binalardan bahsetmiyor elbette. Mekanı mahalle yapan insanların yitmesi üzerine kuruyor o temasını. “Yağmacılar” adlı öykü bu anlamda mahalle ve yaşadığı dönüşümü anlatan özel bir öykü. Mahallenin en yoksul adamı Osman, mahallenin en zengin adamı Şükrü’nün devasa arabasının önüne atlamasıyla başlayan öykünün uzun uzun tahlil edilmesi kentsel dönüşüm hikâyemize farklı bir gözle bakmamızı sağlayabilir. Adı “Kasaba” olan öykü ise büyük bir bölümü şehirleri mekân tutan Güray Süngü külliyatı içinde ayrıksı bir yerde geçiyor.

HER VİCDAN BAŞKA SIZLAR

Güray Süngü’nün karakterleri belli bir zamana, mekâna nispet edilebilecek, gerçekçiliğe indirgenebilecek tipler değildir. Bu karakterler gerçekliklerini gerçekçiliğe teslim edilmemiş olmalarına borçludur esasen. Nasıl mı? Gerçekçilik dediğimizde gerçeğin bizzat kendisinden değil belli bir bakış açısıyla, belli bir zihinsel süreçle işlenmiş halini kastederiz esasen. Zira insan, eşyanın hakikatini olduğu gibi değil hem zihinsel olarak hem de içinde yaşadığı kültürün, mensup olduğu dinin, benimsediği dünya görüşünün belirlediği sınırlar çerçevesinde algılayıp, anlamlandırır ve inşa eder ve daha sonra da bu inşayı gerçekliğin bizzat kendisi gibi takdim eder ve gerçeği kendi inşa ettiği gerçekliğe indirger. Güray Süngü ise yazının başında kendisinden yaptığım alıntıda olduğu gibi gerçeği değil kendi algıladığı/inşa ettiği biçimini öyküleştirdiğini saklamaz ve okurun zihnini kendi “çözümüne” indirgemeye zorlamaz.

Bu yüzden de bütün vicdan sızlara rağmen her vicdan başka sızlar.

Bu kitapla Güray Süngü, Mustafa Nezihi’nin Dünya Bizim’deki yazısını bir kez daha haklı çıkarıyor vesselam: “Güray Süngü; hastalıklı, taşkın, soğuk, kopuk, kapalı, kıyıda, acı içinde kıvranan-debelenen ve belirsiz bir alanda bir arayış içinde olan veya olmayan tipleri anlatırken abartıdan uzaktır. Kurgusallık içinde rahatsız edici bir gerçekliği, çoğu kimsenin göremeyeceği gerçekleri, dilin alışık olduğumuz yapısını ve gramerini bozarak bize aktarır. Eğer böyle yapmamış olsaydı ne ürperecek ne de sarsılacaktık.”

Geçtiğimiz günlerde Güray Süngü’nün bir de romanının yayınlanacağı duyuruldu. Onun müjdesini de bu vesileyle verelim ve bu yazıyı öykü karakterlerinin birinin gerçeklikle ilgili sızını anlatmasıyla bitirmek daha doğru olur: “Şimdi bunları bir dergiye göndersem, bunlar gerçek mi derler. Gerçek dersem yaşadın mı derler. Yaşadım dersem, anı yazısı bu, öykü değil, yayınla≠yamayız derler.”