25 Nisan 2024 Perşembe / 17 Sevval 1445

Yas bulutlarını yeryüzüne indirdik!

Hayatımız bizim ona kattığımız mana kadar var. Yazar Kaan Demirdöven, Göbeklitepe’nin Yas Bulutları isimli fantastik romanında bizi tam da buradan yakalıyor. M.Ö 12.000 yılında Anadolu’dan Mana Prensesi’nin ağzından dinliyoruz hikâyeyi.

TAHİR ADLI4 Kasım 2017 Cumartesi 07:00 - Güncelleme:
Yas bulutlarını yeryüzüne indirdik!
“Hayat, ölümün doğum sancısıdır.”
 
Doğum ile başlangıcını selamladığımız, büyümek ve yaşamak kavramlarının karmaşası ile zirvesine ulaştığımız ve sonunda ölüm ismini taktığımız bize çok soğuk gelen –ki bu yüzden kayıplarımıza rahmet kelimesinden yarattığımız merhum sözünü yakıştırdık, içimizi ısıtacak sıcaklığa ulaşmaya çalıştık- “şey” ile sonuna vardığımız dalgalı denize hayat diyoruz. Bu dalgalı denizde kimimiz sandalının küreğini çeke çeke ilerliyorken, kimimiz yatının en üst katından gökyüzünü izleyerek yolculuk ediyor. Hepimiz bir şekilde denizin bitişini gördü, görüyor, görecek. Peki, her şey bu kadar belli iken hayatı anlamlı kılan, onu yaşadığımızı bize ispatlayan neydi? Şüphesiz sürecin ta kendisi. İnsanoğlu belirli çizgilere, başlangıçlara ve sonlara, tasnif etmeye, azaltmaya ve inceltmeye o kadar meyl eder ki törpülediklerinin içerisinde kendisinden neyin, ne kadar gittiğini fark edecek bakışı kalmaz bile. Hâlbuki bizi biz yapan, benimizi yaratan, kendi acımasız törpümüzle fırlatıp bir kenara attıklarımızın dağ gibi toplamıdır. Çünkü bu dağ gibi toplam, hayatımız boyunca gerek acılı, gerek öfkeli, gerekse mutlu olduğumuz anlar ile dalgalı denizimize müphemsizlik kattıklarımızın bizlere tuttuğu yegâne ayna. Günlerimiz onlara kazandırdığımız mana ile var. Vaktin birinde arkaya dönüp baktığımızda o gözümüzün önünde canlanan film şeridi manalarımızın bizlere göz kırpışları. Hayatımız bizim ona kattığımız mana kadar var. Yazar Kaan Demirdöven, Göbeklitepe’nin Yas Bulutları isimli fantastik romanında bizi tam da buradan yakalıyor. M.Ö 12.000 yılında Anadolu’dan Mana Prensesi’nin ağzından dinliyoruz hikâyeyi. Akınış Kitabesi’nden açıyor bahsi. 
 
SESSİZ HARFLERLE YAZILMIŞ KİTABE
 
Akınış Kitabesi, eski dil Tarakça’da sadece sessiz harfler ile yazılmış bir kitabe. Bu sessiz harflerin oluşturduğu armoni Eski Dünya’nın sırlarını içerisinde barındıran kutsal bir metin. Bu metnin varlığı kendisine anlam katacak birinin varlığı dâhilinde kıymetleniyor. Tıpkı hayat gibi. 
 
Prenses Mana Akınış Kitabesi’ni anlamlandıran tek kişi. Bizler ise dalgalı denizlerimizde yüzen gemilerimizin tek kaptanlarıyız. “Akınış Kitabesi’ni okumak saf bir işitme işidir.” Gölgeler Prensi Nafis, Anadolu diyarını ele geçirmek üzere planlar yaparken elbette ki Eski Dünya’nın kadim sırlarına ihtiyacı vardı ve bunun için harekete geçti. Tüm acımasızlığı ve kötülüğüyle durmaksızın yoluna nice belaları katarak devam etti. Masmavi engin gökyüzünü insanoğluna zindan eden, bizleri çarkın dişlileri haline dönüştüren, hırs küpüne dolduran ve birbirimizin karşısına çıkaran ne çok fazazet timsali var yanımızda, yöremizde. Nafis dünyasına kötülüğünü saçarken Pir Gulam aşkın, bir şövalyeyi nasıl soytarıya dönüştürdüğünü, sadakatin –hem bir kadına hem de şövalye kardeşlerine- onu sürüklediği dilemmaların çıkmazlarını bizlere kalbin en derin yerinde sızlayan telden anlatıyor. Pir Gulam çoğu zaman susuyor. Kalemi, susuşları ve yaraları konuşuyor onun yerine. Derin sevgisi, yangın yerleri bağırıyor avaz avaz, soruyor yana yakıla. Hayatımızın bir evresinde biri ile sevginin doruklarında bulabiliyoruz kendimizi, her şeyden bihaber yeryüzünden bulutların üzerine taşınıyoruz. Bizi günün birinde yere çakmış olsa dahi seneler sonra acıyan kalbimize rağmen yarım gülüşle hatırlıyoruz onları. Göbeklitepe’nin Yas Bulutları sadece kurgusu yönüyle değil, kahramanlarının hayatla olan ilişiği bakımından da dikkat çekici bir roman. Prenses Mana ile hayatını baştan yazmaya var mısın?
 
 “Aslından uzak düşen kişi ona kavuşmanın hasretiyle yanar.”