19 Nisan 2024 Cuma / 11 Sevval 1445

Bir İstanbul klasiği: Opera Festivali

Bu yıl 9’uncusu düzenlenen Uluslararası İstanbul Opera Festivali, İstanbul Opera ve Balesi Orkestrası ve Korosu ile soprano Nino Machaidze’nin solist olarak katılımıyla açılışını gerçekleştirdi.

MELİS GÖNENÇ22 Haziran 2018 Cuma 07:00 - Güncelleme:
Bir İstanbul klasiği: Opera Festivali

Devlet Opera ve Balesi (DOB)’nin düzenlediği 9.Uluslararası İstanbul Opera Festivali dün akşam Zorlu PSM’deki gala konseri ile başladı.

Daha önce açıklanan programda, solistinin Letonyalı soprano Kristine Opolais olacağı belirtilmesine karşın, son andaki rahatsızlığı nedeniyle, yerini Gürcü soprano Nino Machaidze’nin aldığı anlaşılıyor.

Machaidze’ye, İtalyan şef Antonio Pirolli yönetimindeki İstanbul Devlet Opera ve Balesi (İDOB) orkestrası eşlik etti. İDOB Korosu’nun da konserin ana renklerinden olduğu belirtilmeli.

Operada son anda yapılan program değişikliklerinin oldukça sancılı, hatta sonuçları itibariyle tatsız olabileceği endişesiyle oturduğumuz koltuğa, kısa bir süre sonra daha rahat oturur olduk; kaygılar geride kalmıştı. Bunda, hazırlanmış olan programın niteliği, orkestra ve koro şeflerinin her ikisinin de İtalyan oluşları ile Pirolli’nin İDOB ile uzun yıllara dayanan ilişkisinin belirleyici rol oynadığı söylenmeli.

Biçimsel olarak tek sorun, Machaidze’nin, bisteki hariç, yalnızca dört arya ile programa katılmış olmasıydı. 13 parçalık bir toplamda oldukça cılız bir oran olduğu açık olmasına karşın, bu durumun, sıra dışı koşullar nedeniyle anlaşılabilir ve kabullenilebilir olduğu ifade edilmeli.

Ancak, bir diken var ki, kabullenmek olanak dışı; Zorlu PSM’nin akustiği, daha doğrusu elektronik akustiği bir opera sahnesi için asla uygun değil. Machaidze’nin metal soğukluğu yaratan tınısı, kulak tırmalayan vurmalılar (Patria Opressa), tuttilerde yığılan ses belirsizlikleri, yaylıların fortesinde yer yer ciyaklama izlenimleri (Manon Lescaut), koronun yankılanan sesi (Coro delgi zingari); hepsinin sorumlusu olan elektronik akustik. Bir opera festivali için akla gelebilecek en son salon burası olmalı.

Orkestra ve koro

Mascagni’ye kadar orkestrada bir tür sakillik duyumsandığını söylemek çok mu cüretkâr olur? Figaro’nun Düğünü Uvertürü oldukça baharatsız hatta soğuktu, denebilir. “Deh vieni non tardar” da Machaidze’ye çekingen bir eşlik sağlanırken, nefeslilerin cılız kaldığı söylenebilir. Hırsız Saksağan Uvertürü’nde Pirolli’nin orkestrayı adeta serbest bıraktığı izlenimi doğarken, elektronik akustik nedeniyle tuttilerdeki yığılma bu izlenimi derinleştirdi. Rusalka’da ise, arptan çıkan seslerin elektronik kanallardan geçmesi, değil suyun berraklığını anımsatmak, buzun donuk beyazlığını bile geride bıraktı. Orkestranın yer yer baskın çıkması ise, “nasıl olsa solistin mikrofonu var!” güvencesini yansıtır gibiydi.

Ancak, Mascagni ile her şey değişti; adeta “biz bize” edasına büründü. O andan itibaren, orkestranın kişilik çizgileri belirmeye başlarken, Pirolli’nin de baget disiplini duyumsanmaya başladı. Mascagni’de yakalanan ruh ve denge sonuna kadar sürdü.

“Coro degli zingari” ile sahneye yerleşen İDOB korosu, aynı salondaki Carmina Burana performansının aksine, canlı ve temiz bir yoruma imza attı. Sonlara doğru duyulan çınlama, elektronik akustikle ilgiliydi. Orkestra ile oldukça uyumlu ses dağılımını konserin sonuna kadar sürdürdü.

“Sinfonia” nefeslilerin berrak renklerinin en açık duyulduğu parçaydı.

“Va Pensiero”da koro-orkestra uyumu göz doldurdu. Orkestrayı geride tutmayı başarırken, Pirolli’nin ustalığı belli oldu. En güzel yorumlardan biriydi. Koral netlik tatminkârdı. O kadar ki, koro adeta mikrofonu sildi. “Norma Uvertürü” yaylıların arşe homojenliğini en iyi sağladığı parçaydı, denebilir. Nefesli ve yaylı tınıları anlamlı bir bütünlük sağladılar. Dramatik bir ifade derinliğine oldukça yakın durulan parçaların başında geldi.

“Patria Oppressa” da vurmalıların elektronik ortamda yer yer kulak tırmalamasına rağmen, koronun ağırbaşlı ve yalın ifadesi, orkestranın ona sürekli yer açan soğukkanlı tavrı verimli bir uyumun tanığı olmamızı sağladı. Tabii, Pirolli-Villa ikilisinin rolünün altı iki kez çizilmeli.

“Si mi chiamano Mimi”deki düzgün eşliği izleyen Manon Lescaut-İntermezzo’daki viyolonsel girişinin daha fazla nefes alıp verir olması arzulanırken, yaylıların renk kartelâsı duyurucuydu. Tabii, elektronik düzlemin yer yer yarattığı ciyaklama izlenimini bir kenara koyarsak.

Soprano Nino Machaidze

Machaidze’nin usulca ekşimtrak, hafifçe batan, hatta belirsiz bir çatlaklık da taşıyan tınısı insanı hemen cezbedenlerden değil. Ancak, güçlü dramatik derinliği ile birleştiğinde yavaş yavaş içeri çekiliyorsunuz.

“Deh vieni non tardar”da, köşeli olmayan ama cafcaflı bir tınıyla, Suzanna’nın samimi ve saf denemeyecek kişiliğine dair oldukça inandırıcı ipuçları verdi.

Rusalka’nın hemen başındaki ünlü arya, düşsel, fantastik olduğu kadar tedirgin edici bir dünyanın, gecenin ve suların dünyasının habercisidir. Rusalka karakteri ise daha da karmaşıktır: Görünürdeki masumiyeti ve gençlik kırılganlığının ardında âşık bir savaşçı kadın durur. Machaidze’nin bu ikileme iyi yaslandığı söylenmeli. Rusalka’nın şehvetli ve büyüleyici yönünü teknik kapasite, ısırgan tını ve sahne duruşuyla sağlamakta zorlanmadı. Ancak,  güçsüzlük, sessizlik ve çaresizliğin lirizmini aktarabildiğini söylemek zor.

“Si mi chiamano Mimi”de oldukça rahattı. Peslerde ve tizlerde sesini gayet iyi korudu. Orkestranın uysal ve anlayışlı eşliğinden epey yararlandı.

“Je veux vivre”deki yorumu ise epey tartışılabilir. Vokal tekniğinin sağlamlığı, güçlü ve güzel sesi, cömert ama belki biraz zorlama izlenimi veren tizleri ve özgüveni… Ancak, bunlar genç bir kız olan Juliet’in sahne canlılığı için yeterli olmadığı gibi, dramatik inandırıcılık da taşımıyor. Keskin ve metalik denebilecek bir tınının Gounod’nun yumuşak ve esnek müzikal biçemine uygun düştüğünü söylemek de kolay değil.

Bis parçası olan Puccini’nin tek perdelik Gionni Schicchi’sinin ünlü “O mio babbino caro” aryası herkesin belki de kendini evinde, en rahat hissettiği sondu.

İçinden geçilen zor koşullara rağmen, DOB’nin ciddi ve anlamlı fedakârlığıyla bir kez daha düzenlediği festivale emeği geçen herkese teşekkürler.

Festival kapsamında, 28-29 Haziran’da "Saraydan Kız Kaçırma" (İstanbul Arkeoloji Müzesi), 3-4 Temmuz’da "La Traviata"  (Zorlu PSM), 7 Temmuz’da ise "Zorba" (Zorlu PSM) gibi dünyaca ünlü başyapıtlar sanatseverlerle buluşacak.