19 Nisan 2024 Cuma / 11 Sevval 1445

21 yıl sonra 21 müebbet

Kemal Gürüz’ün “Yaptıklarımdan hiç pişman değilim” demesi, bunun karşılığında ceza almaması beni çok üzdü. Uyguladığı cinsiyetçi yasakla insanların hayatını kararttı. Yeni yeni okuyarak kendine gelmeye çalışan Anadolu kadınını hedef aldı. Hani cumhuriyetin önemli hedeflerinden biri kadın geride kalmasına izin vermemekti?

ZEYNEP TÜRKOĞLU22 Nisan 2018 Pazar 07:00 - Güncelleme:
21 yıl sonra 21 müebbet

- Biz daha çok 28 Şubat’ı okuldan veya meslekten atılan kadınlar üzerinden dinledik. Siz anne olarak ne yaşadınız?

Mübeccel Büyükçe: Birbirimizden gizli ağladığımız günlerdi. Şeker hastası oldum üzüntüden. Okuyacak insanları okutmadılar, okulunu bitirmek üzere olanları mezun etmediler. Başörtüyle okula başlamalarına izin verdiler, bitirmelerine izin vermediler. O günkü mücadele içinde hiç yer almayan bazıları da sonrasında açılan imkânlardan istifade ettiler. Böyle bir sitemim de var. O gün yalvarıyordum, “Ne olursun aç kızım başını, bak geleceğin önemli. Allah affeder seni, boş ver kulunu” diyordum. “Hayır, başımı açmam, Allah benim yanımda” diyordu. Okuldan uzaklaştırıldığında öğrenci evinden almaya gittik kızımızı. Yorganını, yastığını, kitaplarını arabaya koyduk. O sert adam, babası, kolay kolay duygularını belli etmez. Ama o bile yolda ağlıyordu. Ben okuyamadım, kızımı okutmak istedim. Engel oldular. Ama kızım pes etmedi, aslanlar gibi eğitimini tamamladı, kitaplar yazdı. Biz de hep arkasında olduk. Ama ya devam edemeyen kızlarımızın durumu ne olacak? Şimdi adalet mi bu? Gürüz’ü de o günlerden iyi hatırlıyorum. O zaten başları, öbürleri de ayakçı. Ama hele o Alemdaroğlu bir de adalet yürüyüşü diye ortaya çıkmadı mı! Senin adaletle ne alakan var!

- Okuldan uzaklaştırıldığın haberini nasıl aldın, ailene nasıl söyledin bu durumu?

Bütün olanlar içinde o günü hatırlıyorum. Herhalde o gün ölmediysem… İstanbul Üniversitesi’nde disiplin cezasıyla atılan kişi sayısı sanırım son derece az. Onları da terörle irtibatlandırıp attılar. Çünkü rektör Kemal Alemdaroğlu çok ciddi bir hukuk araştırması yaptı bence. Anadolu’da pek çok kişi başörtüsü yüzünden disiplin cezası alırken, biz İstanbul’da devamsızlıktan atıldık. Yani hukuksuzluğun hukuku olmaz ama kılıfına uydurdu. 1999’da mezun olmam gerekiyordu. Okula giremiyordum. 2000 yılının Haziran ayında üç aylık hamileydim. Annemlere gittiğimde kapıya bir kağıt bırakıldığını gördüm. Onlar daha görmemişti. Devamsızlıktan dolayı okulla bütün ilişiğiniz kesilmiştir diyordu. Bitti yani. Bilemiyorum Zeynep. Benim ifade sorunum yoktur ama o gün yaşadığımı ifade edemiyorum. Büyük bir ümitsizlik. “Bitti” dedim. Ben aslında o an anladım. Çünkü o kağıt gelene kadar ümidim vardı. Bizim bir suçumuz yok, devlet böyle bir refleks gösterdi ama sonunda okullarımızı bitirmemize fırsat verecek ve öğretmenliğimize hemen başlayacağız diye umuyordum. O an bittiğini anladım. Geleceği okuma, analiz etme gibi bir durumumuz yoktu. Şöyle düşünmüştüm, Allah rızası için örttüm ben başımı. Bir emirle niye açayım ki? Mutlaka haklılığım anlaşılacak, haklarım iade edilecek. 

- O dönem hakları ?

Şeref Malkoç başkanlığında kurulan komisyon… Türkiye için yeni ve demokrasi için önemli bir kurum. Bir çalıştay yapıldı. Bütün kamu görevlileri şöyle görüş bildirdiler; evet, bu insanların mezun olmaları gerekip de edilmedikleri dönemde memuriyet için şimdiki gibi bir sınav yoktu. Dolayısıyla zaten bir 17/18 yıllık memuriyet hakları gitti. Bu haklar verilmese dahi (ki doğrusu verilmesidir) sınava tâbi tutulmadan atamalarının yapılması gerekir, diye görüş bildirildi. Sadece bir vekil, başka konulara emsal teşkil edebileceği gerekçesi ile görüşünü aksi yönde açıkladı. Ama bu muhayyel bir şey. Fakat bizim yaşadığımız somut bir şey vardı. Başörtülü olarak eğitim hakkı verilmesi önemlidir. Ama bu hakkın alınması için 28 Şubat’ta bedel ödeyenlerin zararını nasıl tazmin edebiliriz? Bir kere zamanın geri ödemesi yok, dolayısıyla bunun imkânsız tarafının elbette farkındayım. 

28 Şubat’ın yaşayan ölüleri var

Ama yapılacak somut şeyler için hiçbir engel yok. 15 Temmuz olduğunda anneme dedim ki, “Biz hiçbir şey çekmemişiz, insanlar demokrasi uğruna, cunta gelmesin diye sokağa çıkıp canlarını verdiler.” O gece yaşananlar hiçbir şeyle mukayese edilemez. Fakat bir önceki darbenin, 28 Şubat’ın da yaşayan ölüleri var. Ben şehirdeyim, hayatın içindeyim. Başka türlü var olma imkanlarını değerlendirebilecek şartlarım vardı İstanbul’da. Ama Muş’un bir ilçesinden İstanbul’a veya başka büyük şehirlere üniversite okumaya giden bir genç kız diplomasını alamadan evine dönmek zorunda kaldığında artık yaşayan ölüdür. 

 

- Neden?

Çünkü Türkiye’de evin kalıbını kırmak, kendi içinde bulunduğu sınıfın kalıbını kırmak meslek odaklı oluyordu. Ve o kız, o gün mesleğine devam edebilseydi, şimdiki kaderini yaşamazdı. Yirmi yıldır dünya ile olması gereken şekilde bağı yok. 28 Şubat’ta sesleri çıkan arkadaşlarımızdı bunlar. O günkü mücadeleden sonra bugünkü şartları olumlu yönde değiştirenlerin yaptıkları çok ö

nemlidir. Ama hayatı yirmi yıl önce donan insanlar için, tabii ki sıkıntı devam ediyor. 28 Şubat Öğrenci Derneği’ne üye olanların sayısı, 287. Biliyorum ki devletimiz bu sayıdaki insanın derdini giderecek güçtedir. 

Beş milyon kişinin okur-yazar olabilmesi için seferberlik başlatan Atatürk’tü. Eğer Atatürkçülük bu ise, Kemal Gürüz’ün yaptığı Atatürk düşmanlığıdır. 

“ONLARIN HEPSİNİ ALLAH’A BIRAKTIM, BU TARAFA YÖNELDİM. ÜMİDİ KESMİYORUM, ALLAH VAR. BU MEMLEKETTE BİR BİZİM KIZLARIMIZA MI YER BULUNAMAYACAK? BULUNACAK ELBET.”

“BİZ HİÇBİR ŞEY ÇEKMEMİŞİZ, İNSANLAR 15 TEMMUZ’DA DEMOKRASİ UĞRUNA, CUNTA GELMESİN DİYE SOKAĞA ÇIKIP CANLARINI VERDİLER.” O GECE YAŞANANLAR HİÇBİR ŞEYLE MUKAYESE EDİLEMEZ. FAKAT BİR ÖNCEKİ DARBENİN, 28 ŞUBAT’IN DA YAŞAYAN ÖLÜLERİ VAR.

“KEŞKE HİÇ DEĞİLSE EV HAPSİ VERİLSEYDİ. BUNA RAĞMEN BİLİYORUM Kİ KENDİLERİNİ MUKTEDİR GÖRENLER DARBECİLİKTEN YARGILANMAYI İÇLERİNE SİNDİREMİYOR. EH, BU DA GÜZEL…”

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ne 1995 yılında giren, 1999’da mezuniyet beklerken 2000 yılında devamsızlık suçlamasının ardından okuluyla ilişiği kesilen bir kadın; Gülenay Büyükçe Pınarbaşı. 200 kişilik sınıfta başörtüsünü çıkarmadığı için mezun edilmeyen ve öğretmenliğe atanmayan beş genç kızdan biri. Okuldan atılışının 19., 28 Şubat darbesinin 21. yılında hayatının akışını değiştiren darbecilerden 21’i müebbet hapse mahkum edildi. Artık bu 21 kişi adıyla sanıyla darbeci. Gerçi ileri yaşta olmaları ve sağlık sorunları sebebiyle hapse girmeyecekler. Dava süreci Türkiye’nin iç ve dış siyasi baskılara maruz kaldığı bir zamanda, yeni bir darbenin bu kez şükürler olsun püskürtülebildiği bir dönemde türlü badirelerden geçilmeye devam ederken yaşandı. Dolayısıyla ortaya çıkan sonuç tartışmaları da beraberinde getirdi. Adalet tecelli etti mi? Suçlular gerekli cezayı aldı mı? Mağdur edilenlerin hakları iade edildi mi? 

Dönelim bu davayı diğer arkadaşları gibi yakından takip eden Gülenay Büyükçe Pınarbaşı’na. Yıllar sonra geri döndüğü akademik hayatında şu aralar doktora yeterlik sınavına hazırlanıyor. 28 Şubat davasının sonuçlanmasının ardından iki neslin 28 Şubat yaralarını, çıkan karar hakkındaki düşüncelerini konuştuk. Yanında annesi Mübeccel Büyükçe de vardı. Çünkü 28 Şubat’ın öğrenci kızlarının hemen arkasında sağlam birer kale gibi anneleri duruyordu. İki nesil, bir anne-kız; Gülenay ve Mübeccel hanımlar… 

 “Zalimlerin ceza, mazlumların haklarını alması gerekiyor…”

Bizim 28 Şubat’taki mücadelemiz, bir demokrasi mücadelesiydi

“Bizim 28 Şubat’taki mücadelemiz, altını kalın kalın çizerek söylüyorum; bir demokrasi mücadelesiydi” 

Şöyle bir sınıf düşünün; 200 kişisiniz. 35 başörtülü öğrenci vardı. İçinde benim de bulunduğum beş öğrenci başını açmadı. Yaklaşık yirmisi aynı merkezden gelen bir emirle açtı. Bunun FETÖ’nün emriyle olduğunu herkes biliyor. Gizli bir emir de değildi, basın yoluyla verildi. Yedi-sekiz kişi bağımsız kararıyla başörtüsünü çıkardı. Tabii bu zor kararı kendi iradesi ile almış olana kimse bir şey diyemez, bu ayrı bir mesele. Çünkü bu ciddi bir imtihandı. Mesleğiyle ekmeğiyle imtihan oluyordu. Mecbur kalan da kalmayan da vardı. Akranlarımız doçent, biz yıllar sonra henüz doktoraya çalışıyoruz. Nedir ödediğiniz bedel diyorlar. Yıllarımız işte! Ötesi de candır yani. Şu var, zamanında bitirseydim doçent olmam bir var sayım, ama mezun edilmediğim için öğretmeliğimin elimden alınması bir gerçek. Herhalde 200 kişilik sınıfın başörtülü beş öğrenci hariç 195’inin atanmasından bu bellidir. 

- 21. yılda 21 kişiye müebbet kararı için ne diyorsunuz?

İlk bakışta yıkım. Çünkü hepsi evine gidecek. Fakat ben derinlemesine baktığımda anlamlı buluyorum. Çetin Doğan daha evvel de söylemişti “On yıldır hayatım bu mahkemelerde geçti” diye. Benim okuldan atılmam kadar ona zuldür bu. Yaşım ilerledikçe bir biçimde yaptıklarının bedelini ödemekte olduklarının farkındayım. Bu güzel. Ama hukuken bakınca, ne bileyim, yetmiyor. Ev hapsi gelseydi daha iyi olurdu. Bizim için o dönemin sembol isimleri vardı. Süleyman Demirel; ajan-provokatör dediği için. Çevik Bir; askeri kanadın bize karşı açıklamalarını yapan kişi. Ve üçüncüsü de Kemal Gürüz. Şimdi Kemal Gürüz’ün “Yaptıklarımdan hiç pişman değilim” demesi, bunun karşılığında ceza almaması beni çok üzdü. Ne yaptın sen? Yaptıklarımdan pişman değilim dediğin ne yaptın? Uyguladığın cinsiyetçi yasakla insanların hayatını kararttın. Yeni yeni okuyarak kendine gelmeye çalışan Anadolu kadınını hedef aldın. Gürüz’ü de beni de ortaya çıkaran, eşitliği hedeflemiş, kadının geri kalmasını istemeyen bir Cumhuriyet rejiminden mi söz ediyoruz? Hani cumhuriyetin önemli hedeflerinden biri kadın geride kalmasına izin vermemekti? Eşim dindar bir erkekti, tıp fakültesindeki başörtülü öğrenciler de öyleydi. Eşim on altı yıllık doktorken, kadın sınıf arkadaşları yeni yeni doktor olarak atanmaya başlandı. Bu durum cinsiyetçi bir ayrım yapan Gürüz’ün, o zihniyetin uygulamalarının bir sonucu. Kim kaybetti? Kısa vadede bu kadınlar, evet. Ama uzun vadede toplum kaybetti. İşte yaptığı için pişman olmadığı şey bu!Beş milyon kişinin okur-yazar olabilmesi için seferberlik başlatan Atatürk’tü. Eğer Atatürk, Atatürkçülük bu ise, Kemal Gürüz’ün yaptığı Atatürk düşmanlığıdır. 

 

“Artık figüranlar değil darbenin başrol oyuncuları yargılanmalı”  

28 Şubat’tan hatırlarda kalan en manidar replik “28 Şubat 1000 yıl sürecek” denilmesiydi. Evet, zulüm 1000 yıl sürmedi, ama etkileri hâlâ devam ediyor. Verdiği zararı ise ilerleyen zamanlarda daha net göreceğiz. Bu projenin yetiştirdiği nesil, şu an zarar görmeyecek kadar dindar; üzerine komünizm biberi serpilmiş pilav üstü milliyetçi dozunda gençler. Bu cihetten baktığımızda 28 Şubat davasında yargılanan Çevik Bir, Çetin Doğan, Kemal Gürüz gibi adamlar bir tetikçiden öteye gitmiyorlar. Bu nedenle bu insanlar tutuklanmış dahi olsalar, bunların beslendikleri kişiler halen dışarıda ve başka figüranlarla bugün başka 28 Şubat’ların peşindeler. 28 Şubat’ı gerçekleştiren de bugün 28 Şubat davasına bakan da aynı hukuk sistemidir. O yüzden bugün 28 Şubat’ın darbe olarak kabul edilmesi bile büyük bir gelişmedir. Üstelik 15 Temmuz’dan sonra devleti askerine zulüm eden, doğum yapmış mazlum(?) kadınları tutuklayan zalim bir devlet olarak göstermeye çalışanlar, devleti 70-80 yaşındaki hasta(!) ve yaşlı(!) insanları hapse tıkan bir zalim olarak göstermek için pusuda bekliyorlardır. Bu nedenle ev hapsi dahi almamış olmaları bizi rahatsız etse de bir taraftan da Allah’ın vardır bir bildiği dedirtmektedir.

Velhasıl dava istediğimiz şekilde sonuçlanmamıştır ancak 28 Şubat’ın darbe olarak kabul edilmesi önemli bir gelişmedir. Bunun sonunda hapishanedeki mağdurların yeniden yargılanıp özgürlüklerine kavuşmasını ve bizim gibi birçok hakları elinden alınmış mağdurların haklarının iadesi ve itibarlarının iadesi noktasında önemli gelişmelere vesile olmasını ümit etmekteyiz. Ayrıca figüranların değil başrol oyuncularının yakalanıp yargılanmasını ve en ağır şekilde cezalandırılmalarını istiyoruz. BÜYÜK TÜRKİYE’nin buna muktedir olacağına inanıyoruz. Tabi bu isteğimiz bu dünyada olur mu bilemiyoruz ama mutlak adalet sahibinin bizlerin öcünü misliyle alacağına olan inancımızla akıbetlerini bu dünyada da görmek istiyoruz. 

15 Temmuz nasıl halkın sokağa dökülmesiyle geri çevrildiyse, biten dava da bizim ödediğimiz bedelle görülebildi. Hem demokratik hukuk devleti çerçevesinde o günün mağdurlarının haklarının tazmini hem de buna sebep olanların en azından ev hapsiyle cezalandırılması gerekirdi.