24 Nisan 2024 Çarşamba / 16 Sevval 1445

Bastığım yerde sıcaklık var

İlk filmi Maşûkun Nefesi’nde olduğu gibi eskimez bir geleneği beyazperdeye taşıyan yönetmen Murat Pay, bu kez de Saklı Miras’ta Mirâciyye’nin yolculuğuna tanıklık etmeye çağırıyor seyirciyi.

GÜLCAN TEZCAN 4 Mart 2018 Pazar 07:00 - Güncelleme:
Bastığım yerde sıcaklık  var

Yönetmen Murat Pay’ın, Hz. Peygamber’in (a.s) Mirac hadisesini  anlatan ve Mevlid-i Şerif gibi müzikal bir altyapıyla okunan Miraciyye’yi konu ettiği Saklı Miras filmi İstanbul’da yapılan bir gala ile seyirci karşısına çıktı. 

Senaryosunu Ayşe Pay, Murat Pay ve Alper Bozkurt’un kaleme aldığı, Rasathane Film tarafından çekilen film yönetmenin ilk filmi Maşûkun Nefesi’nde olduğu gibi eskimez bir geleneği beyazperdeye taşıyor. Dünle bugün arasında filmleriyle adeta köprü kuran Pay, doküdrama türünde eser vermeyi tercih ediyor. 

Mehmed Safiyüddin Erhan, Mehmet Usta, Suna Sancaktar, Ahmet Taşdemir, Sercan Gülbahar, Nail Kesova, Murat Taştekin ve Ahmet Saka’nın rol aldığı film, kahramanın, çocukluk, gençlik ve orta yaş dönemi üzerinden dört ayrı hikayeyle, 18. yüzyılın başlarında vefat eden bestekar Nayi Osman Dede’nin Türk müziğinin başyapıtlarından birisi kabul edilen Miraciyye eserinin peşine düşme serüvenini anlatıyor.

Süleyman Çelebi’nin Mevlid’ini hemen hepimiz biliriz de Mirâciyye eskisi kadar yaygın olarak okunmayan biraz daha gölgede kalmış bir metin. Neden böyle bir metnin peşine düştüğünü soruyoruz yönetmen Murat Pay’a. 

BU İŞİN FAİLİ MEHMED SAFİYÜDDİN EFENDİDİR

“Nâyî Osman Dede tarafından kaleme alınan ve bestelenen Mirâciyye, Türk müziğinin en önemli eserlerinden biridir. Mirac Kandili’ne özel olarak icra edilen eser yedi bahir ve dört tevşîhten oluşur. Biz de bu önemli eserin anlatıldığı belgeselimizin formunu Mirâciyye’nin yapısına benzer bir şekilde dört hikâye üzerine kurduk. Mirâciyye’nin meşk edildiği serüvenin dünden bugüne özetini sunan dördüncü hikâyenin mekânı, bu geleneğin elli yılı aşkın bir zamandan beri sürdürüldüğü Nûmâniye Dergâhı. Bu hikâyenin anlatıcısı ise çocukluğundan beri Mirâciyye meşklerinin ve Nûmâniye Dergâhı’nın içinde bulunan ve bugün Mirâciyye icralarını özel gayretiyle sürdüren şahsiyetlerden Mehmed Safiyüddîn Erhan. Belgeselin hayata geçirilme hikâyesi de en az bu geleneğin günümüze taşınması kadar sabır ve sebat gerektirmiş. “Normalde bir eser hakkında belgesel yapacaksanız onunla ilgili onlarca kitap, makale, görüş olur. Bilgi alabileceğiniz, görüşebileceğiniz adam olur. Böyle bir şey de yok. Osmanlıca belgelere ulaşılırsa bir şeyler çıkar ama hali hazırda bir tane kitap ve yazılar var. Neredeyse vazgeçecekken Mehmet Safiyüddin Efendi’nin gayreti bizi etkiledi. Bunlar kayıp değil ya sırlıdır ya saklıdır, dedi” şeklinde konuşan Murat Pay, “Bu zât 40 yıldır bu işi devam ettiriyor. Biz nasıl bırakacağız” diyerek yola devam etmiş. O yüzden film hakkında konuşurken “Bu işin faili Safiyüddin Efendi aslında. O bizi etkiledi halen de etkiler” sözleriyle muhabbetini dile getiriyor. 

Filmin adının Saklı Miras konulmasında da yine Safiyüddin Efendi’nin ikazı etkili olmuş. 

“Kayıp demek uzağa atmak gibi bir şey. Kayıp kelimesini olumsuz buldu. ‘Sırlı olabilir’ dedi. Biz de ‘Sırlı Miras’ demeyi düşündük ama onu da herkes anlamayacak ‘saklı’ kelimesinde karar kıldık. Saklı olduğunda bu burada. Ben bunu hissediyorum bastığım yerde sıcaklık var” şeklinde konuşuyor Murat Pay. 

HİSSEDİYORSAN SAKLI VE SIRLI OLANI BUL! 

Geleneğe ait bir şeyin geçmişte kalması, bugün icra edilmiyor oluşu onun ortadan kalktığı anlamına gelmiyor. Zaten Mirâciyye geleneğinin son temsilcisi Safiyüddin Efendi de “Var diyorsak var. Sen yok dediğin için yok olmuyor. O seninle alakalı bir durum. Varsa ve hissediyorsan o saklı ve sırlı olanı bul” diyerek yol gösteriyor genç yönetmene. Filmde nasıl bir anlatım kullandığını ise şu cümlelerle özetliyor Murat Pay: “Ben Mirâciyye’yi sonradan duydum ve yavaş yavaş tanıdım. Benim gibi Mirâciyye’yi hiç duymamış bir kişi Mirâciyye ile nasıl tanışabilir? Filmin senaryosunu kurmaya çalışırken bunu düşündüm. Üç arkadaş yazdık. Bu denklem nasıl kurulabilir diye düşündük. Kurmaca bir denklemden belgesel bir denkleme iniş yaptık yani aslında. Yabancılaştırıcı unsur da koyduk. Bu işin Mirâciyye olarak son sözlü olarak icrasını yapan kişi Hobcuzade Şakir Çetiner Efendi. Şakir Efendi 1950’li yılların çok önemli musikişinaslarından biri. Hafızasında bütün ayini şerifleri tutan farklı biri. Safiyüddin Efendi çocukken Hobcuzade Şakir Efendi’yi dinleyerek büyümüş, o geleneği devralmış ve kırk yıldır da devam ettiriyor. Hobcuzade Şakir Efendi bu sözlü halkanın en önemli temsilcilerinden bir tanesi. O yüzden filme Şakir Efendi’nin o dönemler alınmış orijinal bir kaydını da koyduk.” 

Saklı Miras dört bölümden oluşuyor. Bu bölümlemenin nasıl yapıldığını soruyoruz Murat Pay’a ve anlatıyor: Her hikâye bir makamın temsili ve içerdeki musikiyi de bu makamlara göre koordine ediyoruz. Filmin musikisini böyle yaptık. En sonunda da Hobcuzade Şakir Efendi’nin kaydı bitiyor bugün icra edenlere ve Neva makamına geliyoruz. Ki o kayıp makam. Orada bitiriyoruz eski kaydı ama bu kez başlayan Safiyüddin Efendi’nin dergahında bugün devam eden Miraciyehanların okuyuşu oluyor. 

Yaptığı her iki belgeselde de tanıdığı insanların en büyük kazanımı olduğunun altını çizen yönetmen Murat Pay, Saklı Miras’ta Safiyüddin Efendi’den, Maşukun Nefesi’nde de Mustafa Başkan’dan çok etkilendiğini söylüyor. Bu ustaların icraları kadar kişiliklerinin de yaptıkları işe yansıdığının altını çizen Pay, artık aramızda yok diye hayıflandığımız her hâli her yönüyle örnek alınacak şahsiyetlerin aslında yanı başımızda olduğuna dikkat çekiyor. 

‘Bu zat 40 yıldır bu işi devam ettiriyor. Biz nasıl bırakacağız’ diyerek bu yolculuğu sürdürdüm.

Geçmişle bugün arasında köprü kuran Saklı Miras, Miraciyye geleneğini yeniden bizlerle buluşturuyor.

Filmde nasıl bir anlatım kullandığını ise şu cümlelerle özetliyor Murat Pay, “Mirâciyye’yi sonradan duydum ve yavaş yavaş tanıdım. Benim gibi Mirâciyye’yi hiç duymamış bir kişi Mirâciyye ile nasıl tanışabilir? Filmin senaryosunu kurmaya çalışırken bunu düşünerek hareket ettim.