25 Nisan 2024 Perşembe / 17 Sevval 1445

Emecen: Batı İstanbul’un fethini hazmedemedi

Fatih Sultan Mehmet’i eşsiz kılan neydi? Deha mı? Sebat mı? Fethin 564’üncü yıl dönümünde Prof. Dr. Feridun Emecen ile Doğu’dan Batı’ya, dünden bugüne bir Fatih-Fetih söyleşisi yaptık; yarınımızı görebilmek için…

28 Mayıs 2017 Pazar 07:00 - Güncelleme:
Emecen: Batı İstanbul’un fethini hazmedemedi

İstanbul’un fethinin dünyaya yön veren olaylar içinde nasıl bir yeri var?

İstanbul’un tarihine bakıldığında burası gerçekten hem coğrafi hem siyasi hem tarihi konumu itibarıyla, değişik kültürlerin bir araya geldiği, bazen mücadele ettiği, bazen kaynaştığı, karıştığı bir yer olması bakımından dünyadaki pek çok kentten farklı bir konuma sahip. Başka nereyle mukayese edilebilir; mesela Roma, Kudüs, Kahire… Bu kadim şehirlerle kıyaslandığında günümüze uzanıyor olması bakımından da ayrı bir yerde olduğunu görürsünüz.

Sultan Mehmet’in ‘İstanbul’ yaptığı şehir önceki medeniyetler için ne anlama geliyor?

İstanbul’un Türkler eliyle Müslüman âleminin eline geçmiş olması çok önemli. Çünkü İstanbul kuruluşu itibarıyla bakıldığında bir Hıristiyan başkentiydi. İlk Hıristiyan imparatorun kurduğu, ilk Hıristiyan başkenti. Böyle olduğu için dünya tarihi içindeki yeri de çok farklı. Bugün için de hâkim medeniyet Batı medeniyeti olarak görünüyor. 19’uncu yüzyıldan itibaren dünyadaki yaygın sömürgeciliklerinin etkisiyle bu böyledir. Batı medeniyetinin kökleri de sonuç olarak Hıristiyanlığa dayanıyor. Bu yüzden onların nazarında da İstanbul önemli bir yer. Şimdi bugün farklı bir dine, farklı bir kültüre mensup insanlar tarafından ele geçirilmiş olmasının hazmı kolay değil onlar açısından. 

uBatı İstanbul’un fethinin sarsıntısını atlatamadı mı?   Öyle, insanların zihin dünyalarında yaşıyor. Bizans’ın yaşatılma gayesi acaba sadece ilmi endişelerle midir? Ayrıca insanların zihin dünyalarında önyargıların gelişmesinde de bu gibi tarihi olayların büyük etkisi var. 

İstanbul’un fethi zor muydu?  

Osmanlı fetihleri ile İstanbul’u bir ada haline getirmişti zaten. Balkanlar ve Anadolu, denizler dâhil kontrol altındaydı. O günün askeri şartları düşünüldüğünde son derece güçlü imkanları vardı İstanbul’un. Belki nüfus açısından az görülebilir ama istihkâm olarak zayıf değil. Hâlâ güçlü bir kent. Dışarıdan da yardım alabilecek durumda ayrıca. İlk defa İkinci Mehmet değil, ondan önce de Yıldırım Bayezid almaya çalışmıştı ama Timur meselesi belirdi. Ondan önce de Haçlıların Niğbolu’ya kadar gelişleri var. İstanbul kuşatmasını kaldırmak zorunda kaldı. Fatih’in kuşatması sırasında da Hıristiyan dünyasından Haçlı ordusunun hareket etmesi yönünde fikirler geldi. 

Hıristiyanlar şehri kurtarmak için bir şey yapmadı mı?

Mezhepler arası bir birlik temin etmeye çalıştılar. Daha 1439 yılında Türk tehdidi karşısında Floransa’da Ortodoks ve Katolik mezheplerinin birleştirilmesi gündeme geldi, anlaşma da sağlandı. Siyasi amaçları Türk tehlikesine karşı bu şehri korumak ve yaşatmaktı. Dolayısıyla Batı’dan rahat yardım alınabileceği düşünülüyordu. Askeri güç de oradaydı. Bu çaba ilk değildi. Bizans çok kereler Türk tehlikesine karşı Batı’dan yardım istedi ve aldı. 1453’teki Fetih’te de oldu…

Bunca zorluğa rağmen fethi mümkün kılan neydi?

Bir kere Fatih Sultan Mehmet için çok önemli. İstanbul ilk hedefi. İç rekabet için de İstanbul’u almak önemliydi. İlk iktidar sonrasında gelen şehzadelik yıllarındaki amacı siyasi gücünü ortaya koymak ve Osmanlı’yı cihan şümul bir devlet haline getirmekti. 

Dünya nasıl görüyor Fatih’i?

Onların bakışı tabii biraz daha farklı. Çünkü İstanbul’un kaybıyla beraber bir tepki oluştu. Bu tepkileri Papalık vasıtasıyla görüyoruz. Avrupa’nın diğer devletlerinde görüyoruz. Fakat o dönemde de yeknesak bir Avrupa yok. Siyasi olarak çok dağınık bir yapıda. Fransa biraz devlet konumunda. Almanya İmparatorluğu küçük prenslikler halinde. İtalya şehir devletleri, zaten birlik yok. Daha evvel Haçlı seferleri münasebetiyle yapılmıştı. Ama Papalıkla ilgili problemler var. Dolayısıyla toplu tepki gösterebilmeleri henüz kolay değil. Fatih de bu gelişmelerin farkında olarak zamanlamayı yaptı, dağınıklığı biliyordu. İstanbul’un fethinden sonra Avrupa’ya bir karamsarlık hâkim oldu. Ağıtlar yakıldığını biliyoruz.

Fetih’ten sonra Sultan Mehmet’in köşesine çekilerek dünyadan uzaklaşma isteği olduğu ama hocalarının bunu kabul etmediği yönündeki söylentilere ne diyorsunuz?

30 yıl boyunca kâh Anadolu’da, kâh Balkanlar’da at sırtından inmeden dolaşan bir padişah var karşımızda. Bunlar ayrıca kendi dönemine değil, sonraki tarihlere ait serpiştirmelerdir.

Fatih, Osmanlı için ne demek? Bugün, bizim için ne demek?

Beylikten devlete, devletten imparatorluğa geçen Osmanlı’nın imparatorluk kurucusu. Bu sadece fetihle ilgili değil. Hukuki, iktisadi reformlarıyla da ilgilidir. Devleti geliştiren, dönüştüren bir sistemi kurdu. İlk teşkilat kanunnamesini yazılı hale getirdi. Bugün devlet olmanın vasfı olan bu belge elimizde. Vergi sistemi, ekonomik yapı, devlet müesseseleri, sosyal sistemin yani baştan tasarlanıp, yerleşik hale getirildiğini görüyoruz. Osmanlı bu sistem üzerinden devam etti. Bu o dönemin içinde anlamı bilinen bir şeydi. Zamanımızda İkinci Mehmet’in devlet adamı olarak yaptıkları unutularak, sadece İstanbul’un fethi üzerinden ortaya çıkan büyük kahramanlığı konuşuluyor. Hep soruyorlar, “Fatih’in ruhunu nasıl yakalayabiliriz Hocam?” diye. Böyle bir şey olmaz. Bu yanlış bir argüman.

Aradaki bağ kurma ihtiyacını nasıl sağlarız? 

Onların yaptıklarına ve o işlerin sonuçlarına bakarak değerlendirmemiz gerekir. Onlar kendi çağının insanı idi, o ihtiyaca uygun işler yapıyorlardı. Mesele bire bir aynısını yapmak değil, o büyük şahsiyetler gibi güne cevap veren işler yapmaktır. Tarihi şahsiyetleri kendi tarihi çerçeveleri içinde değerlendireceğiz biz. Bugünü anlamak için onlara ihtiyacımız var.

Tarihe meraklıyız. Peki bilgimiz de ilgimiz kadar iyi mi?

En büyük problemlerden birisi bu. Tarih algımız -akademisyenler ve okuyanların dışında olmak üzere söylüyorum hayli sıkıntılı gibi görünüyor. Çünkü daha abartılı, menakıp tarzı bilgiler zihinlere çok daha etkili bir şekilde yerleşiyor. O yüzden bunlarla gerçek tarihi bilgiyi ayırt etmek her zaman mümkün olmuyor. Ne yazık ki burada basının, televizyonların önemli rolü var. İnsanların zihinlerinde yanlış tarihi algıları oluşturabiliyorlar. 

Merakı da körüklüyor ama...

Popülerleşmesine karşı değilim. Çünkü dizilerle, popüler kitaplarla, yapılan konuşmalarla tarih algısının canlı tutulduğu bir gerçek. Fakat burada ince çizgiyi iyi ayırmak lazım. Orada anlatılanların hepsinin doğru olduğu düşüncesi hâkim olabiliyor. Onun önünü alabilmek için doğru okumalar yapmak lazım. Bu da ancak akademik çalışmaların, iyi, rahat okunabilir bir üslupla aktarılmasıyla mümkün olabilir.  

Hem yazar hem akademisyensiniz, siz nasıl çalışıyorsunuz? 

Tarih edebiyatla yazılır. O olmadan tarihi de aktaramazsınız. Bunun okunmasını sağlayacak bir dil geliştirmek lazım. Bu önemli bir şey, akademik dil de buna dâhildir. 

İstanbul, ilk Hıristiyan imparatorluğunun kurduğu, ilk Hristiyan başkenti. Batı tarafından farklı bir din ve kültüre mensup insanlar tarafından ele geçirilmesi kolay hazmedilir bir durum değil.   

BURASI İKİNCİ ROMA

Bugün bile İstanbul üzerinden bir emelin olması kuru, yersiz bir endişe değil, öyle mi?

Tarihi temellere bakarsanız bunu söylemek mümkün. Tabii bütün bir Batı yok, çok parçalı bir yapı. Eski Yunan, Grek medeniyetinin sahipleniciliği var Batı’da. Greklikle alakaları yok, Hıristiyanlaşan Slav, Cermen kavimleri var. Medeniyetlerini Roma mirası üzerine bina ettiklerini söylüyorlar. Ama Roma’yı da onlar yıktılar. İşte önemi de burada; ikinci Roma’dır İstanbul. Hıristiyanlar için çok dikkat çekici bir etkisi var.

Hıristiyan dünya için manevi anlamı böyle, pekiyi Müslümanların penceresinden bakalım biraz da…

Bu daha farklı bir durum. İslâm’ın zuhurundan sonra Hz. Peygamber’in işaret ettiği bir kent olması hasebiyle dikkat çekti İstanbul. Dört halife devrinin ardından bütün İslam devletlerinin hedefinde olması manidar. Bizzat Hz. Peygamber’in müjdesine mazhar olmak önemli bir hareket noktası. Bunun üzerine gelişen müthiş bir edebiyat da var. Bunun üzerine bir İstanbul imajı da belirdi. Bu imaj sadece ele geçirilmesi gereken bir kenti anlatmıyordu. Değişik hadislerdeki konu ediliş biçimine göre anlamı çeşitlendi. Mesela kıyamet hadislerinde bile İstanbul’un lafzı geçer. O yüzden her iki dünya için çok büyük manevi ve dini anlamı var.

FATİH’İN TAŞIDIĞI ÜÇ UNVANIN SIRRI

Fatih bir deha mı, yoksa çalışkan ve iyi yetişmiş bir hükümdar mı?

Hiç şüphe yok ki hepsini kendinde toplayan büyük bir şahsiyet. Çok iyi yetiştiği açık; sadece yetiştirilmek değil, kendi istekliliği de söz konusu. Bir arayışı var. Sadece kendi kültür dünyası değil, bunun ötesine de açıldı. Çok farklı kültürlerden musahibi var. Tercümeler yazdırıyor. Sultan olmadan önce bunları yaptı. Tasavvur ettiği her şey için bir ön hazırlık içinde olduğunu düşündürüyor bunlar. Fetihle birlikte devleti imparatorluk olarak, cihan şümul bir biçimde yeniden şekillendirdi. Tam anlamıyla gelişmiş üçüncü bir Roma adeta… Bakın mesela Fatih Sultan Mehmet şahsında şu üç unvanı kullandı; birincisi Kayser-i Rûm , ikinicisi Han, üçüncüsü Sultan. Orta Asya’dan gelen Türk geleneğinin, ardından İslam geleneğinin ve bunların devamında da Bizans’ın varisi olarak kullandı bu sıfatları. Takip edeceği politikayı da açıkça gösterdi böylelikle. İşte bütün bunları yapabilmesinin yolu da İstanbul’un fethedilmesiydi.