18 Nisan 2024 Perşembe / 10 Sevval 1445

Beyin göçü değil beyin gücü

“NASA bizim müşterimizken ben NASA’lı oldum” diyen bilim adamı Sırrı Oğuz, Türkiye’nin uzay çalışmalarının artması için tavsiyelerde bulundu: “Türkiye’de Roketsan gibi birçok kaliteli şirket var. Biz niye gidip çalışmayalım ki uzay istasyonunda. Şu anda bildiğim kadarıyla Türkiye’nin dahil olduğu ortak bir çalışma yok.”

TUĞBA FIRAT27 Mayıs 2018 Pazar 07:00 - Güncelleme:
Beyin göçü değil beyin gücü

Beyin Göçü Değil Beyin Gücü sloganıyla yola çıkan TAF Network ekibi 6 yıldır her sene Almanya, Amerika, Avustralya, Fransa, Hollanda, İngiltere, İsviçre, Japonya, Kanada, Güney Kore ve Singapur gibi birçok ülkeden dünyaca ünlü Türk bilim insanlarını Türkiye’deki bilime meraklı gençlerle buluşturuyor. Bu sene de geçtiğimiz haftalarda Türk Hava Yolları’nın sponsorluğunda İstanbul, Malatya ve Gaziantep’te bol etkileşimli bir ortamda Bilim Elçileri Zirvesi’ni gerçekleştirdiler.Ben de bir mühendis olarak bu son derece verimli organizasyonun İstanbul zirvesine katıldım ve dünyadaki başarılarıyla göğsümüzü kabartan hocalarımızla keyifli röportajlar gerçekleştirdim.

NASA’DAKİ GURURUMUZ SIRRI OĞUZ

Sinop’ta dünyaya gelen Sırrı Oğuz, İstanbul Teknik Üniversitesi’nde Uçak Mühendisliği bölümünü bitirdikten sonra ABD’ye gitti. Patlayıcı ve roket üretimi yapan Goodrich bünyesinde 15 yıl boyunca çalışan Oğuz, bu süre içerisinde ABD Hava Kuvvetleri, Donanma ve NASA’nın birçok önemli projesinde uzman mühendis olarak görev aldı. 2008 yılında aldığı davetle NASA bünyesinde çalışmaya başladı. Halen NASA’da çalışmalarını sürdürmektedir. NASA’nın “Orion” isimli yeni uzay aracının tüm piroteknik donanımlarının sorumlu mühendisliğini yapmaktadır.

NASA’ya geçiş süreciniz nasıl oldu?

Uzun yıllar özel şirket kariyerinden sonra özellikle NASA’ya yaptığımız projelerin sayesinde NASA ile olan ilişkilerim gelişti. 2008’de NASA’nın orion uzay aracına endüstriden mühendisler almaya karar verilince bana da NASA’dan teklif geldi. NASA bizim müşterimizken ben NASA’lı oldum. Orion uzay aracında çalışmaya başlayarak da NASA mühendisi oldum.

Uzay herkes tarafından çok merak ediliyor. Orion projesini anlatır mısınız? 

Orion önce çok geniş bir constellation projesinin bir parçası olarak 2000’li yılların ortasında ortaya çıktı. Aya, Mars’a, uzay istasyonlarına gidişlerinin tamamını yapması için planlanan uzay mekiğinin emekliye ayrılmasından sonra kullanılması için ortaya çıkan bir araçtı. 2010 yıllarında bütçe kesintilerinden dolayı programın büyük bir kısmı iptal edildi. Orion projesi sadece deep space (derin uzay) çalışmaları ve derin uzaya, Mars’a insan taşıma projesi olarak kaldı. Çok amaçlı insanlı uzay aracı Orion’ın artık uzay istasyonu amacı yok. Uzay istasyonlarına daha çok Space X gibi ticari şirketler seyahat edecek. Orion’da şu anda birçok test yapılıyor. Henüz proje bitmedi. 2022-2023 gibi insanlı ilk deneme uçuşunu yapacak. Şuanki göstergelere göre 2030’dan kısa bir süre sonra Mars’a yolculuk NASA’nın birinci öncelikli amacı. Orion’ı Mars’a gönderecek roketin dizaynı bile hâlâ devam ediyor. 2022’de yapılacak deneme uçuşunda kullanılacak SLS (Space Launch System) roket motoru şu ana kadar yapılmış en büyük, en güçlü roket olacak. Roket dışında yapılacak bu projede daha birçok şey var. Mesela uzay yolculuğu sırasında radyasyondan astronotların nasıl etkilendiğinin araştırmaları yapılıyor. Yer çekimsiz ortamda astronatlar uzun vadeli nasıl yaşayabiliyor? Mesela uzay istasyonunda 1 sene kalan astronot var. Fizyolojik olarak ya da psikolojik olarak nasıl etkileniyorlar? Bütün bunlar proje kapsamında devam ediyor. Bunlar bitmeden NASA’nın Mars’a insan göndermesi düşünülemez. Çünkü gönderip aynı zamanda geri getirmesi bizim asıl amacımız. Bazen medyada duyuyorsunuz “Birkaç seneye Mars’a gidilecek!” Şu an ki teknolojiyle Mars’a insan gönderilebilir. Fakat yolda ne olur belirsiz ve giden kişinin dönüşü hemen hemen imkansız. 

Daha önce patlayıcılar ve roket üretimiyle ilgili çalışmalar da yaptınız.Roketsan’ı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Tabii Roketsan’ın özelinde ne gibi araştırmalar yaptığını ve projeler geliştirdiğini bilmiyorum. Fakat Roketsan’ı genel olarak alanımın bir parçası olduğu için bilgi bulabildiğim kadarıyla tanıyorum. Türkiye’deki şirketler içerisinde en yakından takip ettiğim ve en çok takdir ettiğim firma. Roketsan’dan birçok arkadaşla çeşitli konferanslarda görüştük ve dost olduk. Piroteknik bölümünün müdürü Suzan Koç ile dünyada 32 kişinin üyesi olduğu enerjik malzemeler komitesinde ben NASA’nın, kendisi de Roketsan’ın temsilcisi olarak bulunuyoruz. Gördüğüm kadarıyla çok değerli çalışmaları olan bir şirket.

Trump’ın Amerika’nın başına geçmesi NASA’nın çalışmalarını etkiledi mi? 

Trump’ın başa geçmesi doğrudan etkiledi denmez ama paranın nereye harcanacağı konusunda biraz etkilemiş olabilir. Yani biz NASA’da çalışanlar olarak direkt bir etki görmedik. NASA projesinde bütçede fazla kesinti olmadı. Tabii şuanki hükümetin daha çok önem verdiği konular aya tekrar araç gönderme. Trump’ın düşüncesi bu yönde. Ama öbür taraftan bütçe kesintisi küresel ısınma atmosferdeki hava değişiklikleri, dünyadaki yaşam kalitesini arttırıcı, dünyamızın geleceğini daha kaliteli hale getirmekle ilgili projelerde kesinti var. Bu bir nevi politik de bir karar. Sonuç olarak paranın dağıtımında politik etkilenme olabiliyor.

Mesela Demokratlar başa geldiği zaman bilim ve teknolojiye biraz daha önem veriliyor. İnsan sağlığına ve onunla ilgili gelişme ve araştırmalara daha çok destek verebiliyorlar. Benim gördüğüm kadarıyla Cumhuriyetçiler geldiği zaman askeri harcamalarda daha fazla artış oluyor. Tabii bir tarafa ne kadar arttırırsanız diğer taraftan o kadar azalma oluyor. Her yıl bize bir bütçe veriliyor. O sene biz bütçeyi alamazsak, mesela geçen sene üç hafta evde oturduk. Niye? Hükümet kapandı. Bütçe görüşmeleri sonunda oylamada bütçe çıkmazsa Başkan’la senato anlaşıp bütçeyi çıkarmaz, harcama yetkisi vermezlerse hiçbir şey yapma yetkimiz yok. 

NASA’nın bünyesinde Ruslar’da var. ABD-Rusya arasındaki siyasi çekişme Rusların NASA’daki pozisyonlarını etkiledi mi?

Şu anda etkiledi diyemem. Ruslarla çalışmalarımız devam ediyor. Uzay istasyonunun iki ana ortağı onlar. Şu anda bizim yaptığımız projelerde uzay istasyonunda gerçekleştirilmesi gereken deneylerde astronotların gönderilmesinde Ruslarla gidiliyor. Ruslar dese ki şu anda getirmiyoruz sizi Amerika’nın uluslararası uzay istasyonuna gitmesi mümkün değil. Belki kapalı kapılar ardında politik süreçler olabiliyor ama bizim gördüğümüz kadarıyla askeri ilişkilerden ayrı olarak NASA programlarında gerçekten çok yakın temas halindeler.

Türkiye’nin uzay çalışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Uzay çalışmaları benim takip edebildiğim kadarıyla uydu bazında gerçekleşiyor. Türkiye’de Roketsan gibi birçok kaliteli şirket var. Belki çok fazla gerideyiz ama uzay çalışmalarında yapılan bilimsel araştırmalar sizi kısa sürede daha ileri noktalara götürebiliyor. Biz niye gidip çalışmayalım ki uzay istasyonunda. Şu anda bildiğim kadarıyla Türkiye’nin dahil olduğu ortak bir çalışma yok.

Bizler elçi olarak ülkemizi temsil ediyoruz

1988 yılı sonunda eşiyle birlikte Profesyonel Göçmen statüsünde Avustralya’ya göç etti. 1989’da Avustralya Hükümeti’nin Araştırma ve Geliştirme Merkezi olan CSIRO’da bilim insanı olarak çalışmaya başladı. CSIRO’nun dünya fuarlarında gösterilmek üzere geliştirdiği “Axcess” prototip Hibrid arabaya çift taraflı akü geliştirdi. Bu aküler aynı zamanda Holden araba firmasının Sidney Olimpiyatları’nda sergiledigi “Yeşil Olimpiyat” tasarımı için hazırlanan Hibrid (melez) arabada kullanıldı. 2000’de bu proje CSIRO’da yapılan projeler arasında birinci seçildi. Hilkat Özgün ve grubu CSIRO’nun en büyük ödülü olan CSIRO Başkanı Ödülü’ne layık görüldü. 25 yıl CSIRO’de önemli projelere araştırmacı olarak imza atan Türk bilim insanı Hilkat Özgün, 2008’de “UltraBattery” grup çalışması ile Araştırma – Başarı ve Onur Ödülü’ne layık görüldü. “Energy Transformed Flagship” programı altında geliştirilen UltraBattery Hibrid araçlar, rüzgar ve güneş enerjisi tarlalarında kullanılmak için geliştirildi. Yenilenebilir enerji için yeni depolama kaynağı olan UltraBattery çalışmasının testleri halen Amerika’da ve Japonya’da devam etmektedir. UltraBattery Grubu, 2009’da Electrochemical Society of Japan tarafından ödüllendirildi.

Kendinizden bahsedebilir misiniz?

ODTÜ kimya bölümü mezunuyum. Türkiye’de Atatürk Anadolu Lisesi’nde kimya, matematik ve fen bilgisi öğretmenliği yaptım. Hayalim Tubitak’da çalışmaktı ancak bu kuruma giremeyince ailemle birlikte Avustralya’ya nitelikli göçmen olarak gittim. 1988 yılında Avustralya hükümetinin bilimsel ve endüstriyel araştırma merkezinde işe başladım. İlk işe alınmam üretimi bir problem nedeniyle durdurulan bir fabrikanın tekrar üretime açılması ile ilgili bir projeydi. Daha önce hiç çalışmadığım alanda 6 ay süre verilen projeyi 2 ayda tamamlayarak terfi aldım ve o tarihten sonra aküler üzerinde çalışmak üzere çalıştığım kurumun akü araştırma merkezine geçtim. Sulu aküler, kuru aküler olmak üzere elektirikli arabalara, hibrid araçlara, rüzgar ve yenilenebilir enerji kaynaklarına akü geliştirdim. Yaptığım çalışmalarla 2000 ve 2008 yıllarında Türk bilim kadını olarak Avusturalya bilim bakanının elinden iki büyük ödül aldım. Ödülü alırken bilim bakanı güzel bir ülkenin güzel insanı diye anons etti. Bizler orada birer elçi olarak çalışıyoruz. Gerek iş hayatım gerekse sosyal etkinliklerle ülkemizi en iyi şekilde temsil etmeye çalışıyorum.

Bir gün tekrar Türkiye’ye dönme planınız var mı?

Ülkemi çok seviyorum. Avustralya çok güzel, çok rahat bir ülke fakat kendimi oraya ait hissetmiyorum. Nasıl yetişmiş bir ağacı köklerinden söküp başka bir yere dikersiniz, tutması imkansız gibidir, ben de kendimi öyle hissediyorum. Donanımlı bir bilim insanıyım ve artık bilgilerimi, tecrübelerimi Türkiye’ye aktarmamın zamanı geldiğini düşünüyorum. Uygun şartlar sağlandığında ülkeme dönmek isterim.

Türk kadınlarını yurtdışında gururla temsil ediyorsunuz. Genç hanımlara tavsiyeleriniz neler?  

Düşünen gençlik gördüm ben. Şuanki gençliğin daha iyiye gittiğini düşünüyorum özellikle genç kızlarımızın. Bizi Türkiye’de ağırlayan Bilim Elçileri Zirvesi’nde de hanımların çoğunlukta olduğunu gördüm ve bu gurur verici. Her alanda hanımlar çalışsınlar. Artık işler konusunda da kadın erkek ayrımı kalmadı. Türk kadınlarının potansiyelinden eminim. Ben yaptıysam onlar çok daha iyisini yapacak.

Avustralya eğitim sistemiyle buradaki eğitim sistemi arasında ne gibi farklar var? Daha kaliteli bir eğitim sistemi için neleri düzeltmeliyiz?

Ben Türkiye’de düşünenler gibi düşünmüyorum. Buradan ortaokul seviyesinde gelen bir öğrenci Avustralya’da okula başlıyorsa yaşıtlarınının çok çok ilerisinde olduğunu gördüm. Tabii eksiklerimiz var. Türk insanının zeki olduğuna inanıyorum. Pratik düşünüyoruz, o nedenle de başarılı oluyoruz.

Biz ezbere dayalı bir eğitim sistemine sahibiz, onlar ise çocukların sosyal yanını geliştiriyorlar. Lise 2’den sonra eğer öğrenci üniversiteye gidecekse, seçeceği bölüme göre dersler almaya başlıyor. Lise 2’den sonra oldukça disiplinli, oldukça iyi yöntemlerle üniversiteye hazırlıyorlar. Ayrıca orada bizim merkezi sistem gibi bir üniversite seçme ve yerleştirme sistemi yok. Çocuk son iki senede aldığı derslerden sınava giriyor, daha rahat bir hazırlık süreci ve sistem var. Bir de Türkiye’deki sistemde yetişen öğrenciler rapor yazma konusunda zayıflar. Öğretmenlerimizin bu konunun üzerine daha çok eğilerek çocuklara rapor yazma becerisini kazandırmaları gerektiğini düşünüyorum. Böylelikle ezber yapan öğrenci yerine düşünen öğrenciler yetiştirmiş olacağız.

Uçağın tüm parçalarını üretiyoruz ama bir araya getiremiyoruz

Almanya’da doğup büyüyen Yılmaz Uygun, üniversite öğrenimini Almanya’da Endüstri Mühendisliği’nde tamamladıktan sonra yüksek lisansını lojistik ağırlıklı mühendislikte yapmış. Doktora için Dortmund Üniversitesi ve Fraunhofer Enstitüsü’yle ortak çalışmalarda bulunmuş ve üretim planlama, üretim lojistiği, tedarik zinciri yönetimi alanlarında çalışmalarını sürdürmüş. 2013’te MIT başvurusu kabul edilmiş. 

Kendinizden ve MIT’deki çalışmalarınızdan bahsedebilir misiniz?

Endüstri 4.0 ekseninde inovasyon ekosistemlerini geliştirmeye yönelik çalışmalar yapıyoruz. Yaptığımız çalışmalar şu an Amerika ve Massachusetts eyaleti özelinde. Bu gibi yeni teknolojilerin hayata geçirilmesinde aktif aktörlerin tek tek rolleri ne? Nasıl olması lazım? Önce bu durumu tespit etmeye çalıştık. Amerika’da bir iki bileşenin yetersiz olduğunu gördük ve bunların arasındaki ilişkilerinde daha da güçlenmesi gerektiğini düşündük. Çünkü Endüstri 4.0 ve sanayi devrimi tek bir disiplin üzerinden ilerlemiyor. Farklı disiplinlerin el ele ilerlediği bir süreç. Bu yüzden hem sanayi hem üniversite hem küçük şirketler, start up’lar hem de büyük şirketler hepsinin el ele verip ortak bir şekilde teknoloji etrafında çalışmalar yapması gerekiyor. Ben Almanya’da doğup, büyüdüm. Onların eğtim sisteminden geçtiğim ve orada bir süre çalışıp Amerika’ya gittiğim için iki ülkedeki süreçleri daha iyi analiz edebiliyorum. Almanya’daki ve Amerika’daki yaklaşım farklı. Almanya’da öğrendiklerimizi MIT’de uyguladık. Hazırladığımız çalışmayı Massachusetts eyaletine öneri olarak sunduk. Şimdi de Brezilya’yla ve inşallah Türkiye ile ilgili çalışmalarımız olacak.

Türkiye’deki Endüstri 4.0 çalışmalarınızı hangi kanal üzerinden ilerletiyorsunuz?

Bakanlıklar üzerinden bilhassa Bilim ve Teknoloji Bakanlığı’yla iletişimdeyim. Kendileriyle anlaştık, çalışmalara başladım. Yakın zamanda sonuçları ortaya çıkacak. Türkiye’deki sıkıntı eksik olan bileşenleri nasıl geliştirmemiz gerektiği. Örneğin enstitüler. Almanya’daki modelin Türkiye’ye uyup uymayacağının tespitini yapıyoruz. Ön çalışmaları bitirdik ve şu an belirli üniversiteler, enstitüleri ve AR-GE yapıları var Kalkınma Bakanlığı bünyesinde. Bu yapıların şuanki ekosistemdeki konumunu belirleyip, olması gereken ekosistemle eşleştirip uyumluluğu ile ilgili bir rapor çıkacak. Bu rapor sonucunda aksiyonlar alınacak.

Türkiye Endüstri 4.0’ı yakalayabilecek mi?

Geçen yüzyılın ortasından itibaren belirli yerlerde ülke olarak yetersiz kalmışız. Şöyle bakmalıyız; Almanya var olan endüstrisini akıllı hale getiriyor. Yani makineleri güçlü şirketleri var. Bunları daha ne kadar akıllı hale getirebilirim derdi var. Amerika mesela daha farklı bir boyutta. Amerika’da sanayi gittikçe geriliyor, sanayide çalışan insan sayısı azalıyor. Sanayinin Amerika’da ekonomideki payı 25- 30’lardan 8-9’lara düştü. Amerika daha çok veri toplama, bilgi işlem anlamında sanayi devrimini yakalamaya çalışıyor.

Devrim demek kalıpların kırılması, ezberlerin bozulması demek. Devrimin bir parçası da eski rutinler yok olacak ve yerine yeni oluşumlar girecek. Bu da sanayi anlamında belirli mesleklerin, belirli şirketlerin ölmesine yol açacak, çok yeni meslek dalları ve çok yeni şirketler oluşacak. Tabiki Almanya’daki gibi bir altyapı varsa ne ala ama Türkiye’nin benim gözümde işte böyle yeni oluşacak alanlarda fırsatı var. Bu kırılımda pazar ve bileşenleri yeniden oluşacak. Türkiye’de akıllı yatırımlar yaparsak, yeni teknolojiler de geliştirmek suretiyle bu yeni sanayi devrimini yakalayabiliriz diye düşünüyorum ve umuyorum.

Üniversiteler ve sanayi işbirliğinde enstitülerin önemi nedir?

Enstitüler üniversitelerin yakınlarına konuşlandırılır. Orada yapması gerekende üniversitelerde geliştirilen prototiplerin, teknolojilerin yaşayabilecekleri bir alan ve pazara sunabilecekleri pazarlama imkanlarını araştırmak. Bulunduğunda da şirketlerle birlikte bunun nasıl sanayileştirileceği üzerinde çalışılır. Üniversitelerde ve sanayide dinamikler farklıdır.Enstitü bunların tam ortasındadır. Türkiye’de yüksek teknolojik ürünler fazla gelişmediği için sanayi tarafından işbirliği için fazla istek de yok. Bizdeki sanayide bir çizim geliyor, şu parçayı yap diyorlar, onu en güzel şekilde yapıyoruz. Mesela OSTİM’de çok ciddi bir sanayi var. Ama koordinasyon yok. Örneğin o bölgeden bir uçağın tüm parçaları çıkıyordur gibi düşünün ama bunları bir araya getirecek bir koordinasyon yok. Çünkü sadece emirle üretim var tabiri caizse. 

Üniversite ve sanayi işbirliği noktasında eksiklerimiz var. Bu işbirlik Almanya ve Amerika’da ne seviyede? Türkiye bu ilişkiyi güçlendirmek için neler yapmalı?

Bu çok kapsamlı bir sorun. Bir tek ilacı yok bunun.Birçok farklı aktörün etkisi var. Hepsinin üstüne bir rol düşüyor. Batı dünyasında AR-GE’nin en az üçte ikilik kısmı yatırım anlamında özel sektör tarafından yapılıyor. Türkiye’nin diğer ülkelerden farklılığının başında ise sanayi geliyor. Önce yüksek teknoloji bilinci oluşması gerekiyor, sonra bunu birlikte gerçekleştirebileceğimiz enstitülerin varlığına ihtiyaç var. Burada şirketlerin üzerine önemli bir görev düşüyor, üniversite sisteminin hocalar için daha elverişli hale getirilmesi ve bunlara sermayenin oluşturulması gerekiyor.