25 Nisan 2024 Perşembe / 17 Sevval 1445

Broadway’den rol çalan Türkler 

Türkiye’de tiyatro denilince çoğunluğun aklına yakın döneme kadar azınlığın gittiği oyunlar geliyordu. Tiyatroyu daha geniş kitlelere ulaştırma gayesiyle bir vakıf kuruldu. ‘Alamut Kalesi’, ve ‘Gelibolu’dan Mektuplar’ gibi yerli oyunlarla halkı tiyatro salonlarına getirdi. Tiyatral Sanatlar Akademisi Vakfı kurucularından Mustafa Odabaşı ve Fatih Kılıç Türk tiyatrosunu ileriye taşıma amaçlı projelerini anlattı...

SERPİL ÇEVİK GÖRGÜLÜ 19 Şubat 2017 Pazar 07:00 - Güncelleme:
Broadway’den rol çalan Türkler 

Son dönemde ‘Alamut Kalesi’ gibi kaliteli oyunlar ve kurucusu olduğunuz Tiyatral Sanatlar Akademisi Vakfı’nın (TİYSAV) adını sıkça duyar olduk. Tiyatro serüveniniz nasıl başladı?

Mustafa Odabaşı: Aslında üniversitede sosyoloji okudum, bir süre sonra insan sevdiği işi yapıyor. Asıl mesleğim ise tasarımcılık. İllüstrasyonun yanı sıra grafik sanatlarla da uğraştım. Yaklaşık 15 senedir İstanbul’da pek çok kültürel organizasyonlar yaptım ve işimin belli bir bölümü tiyatro ile kesişiyordu. Orada hep şunu gördüm: Tiyatro Türkiye’de belli bir noktaya kadar gelişmiş ve ardından duraklama dönemine girmiş. Çok iyi işlerin yanı sıra birçok da yatarsizlikler var. Pek çok tiyatro dekor, ışık, kostüm açısından Batı standartlarının gerisindeydi. Bu durum tiyatro az gelişmişliğiyle alakalıydı fakat en büyük eksiklik insan gücüydü. İşte bu noktada ‘hem tiyatro hem de insan yetiştirme adına bir şeyler yapmak gerek’ dedik. ‘Türk tiyatrosunu ileriye taşımak için neler yapılmalı’ sorusuna cevap ararken uzun vadeli bir proje fikri doğdu ve vakıflaşmak kaçınılmaz oldu. 

Vakfı ne zaman kurdunuz?

Mustafa Odabaşı: Fiziki altyapısı yaklaşık 3 yıla dayanıyor ama resmi kuruluşumuz 2016 yılı içerisinde oldu. Kültür sanat ve müzik sektörünün önemli isimlerinden Raif İnan ile çok uzun süren istişareler, değerlendirmeler ve analizlerimiz sonrasında birlikte vakfın temellerini atmaya karar verdik. Bu projeye inanması tiyatro ile ilgili sektörel ve sanatsal kaygılarının olması projeyi realize etmemizi sağladı. Birlikte uyum içinde gelecek nesillere miras bırakabileceğimiz bir yapı kurma girişimlerimiz geçtiğimiz yıl içinde sonuçlandı. 

Yollarınız nasıl kesişti?

Fatih Kılıç: Sahne sanatlarıyla serüvenim 20 sene kadar önce özel tiyatrolarla başladı. İşin mutfağındaydım, yıllarca teknik, sahne, ışık tasarımında çalıştım. Muammer Karaca Tiyatrosu’nun teknik yönetmenliği ve idare müdürlüğü, Zeytinburnu Kültür Sanat Merkezi’nin sanat danışmanlığı, teknik ve idare müdürlüğü görevini üstlendim. Bu süreçte Mustafa Bey ile tanışıklığımız da gelişti. Sektörün içinde olduğunuz zaman bazı şeylerin eksikliğini daha net görebiliyorsunuz. Aynı konuları dert edindiğimizi gördük. Böylece vakıf fikri kafamızda inşa olmaya başladı. Tiyatro bir bütün olarak ele alınmalıydı. Sadece oyuncu değil, oyun yazarlığı ışık, kostüm ve sahne tasarımı gibi her konuda nitelikli insan yetiştirilmesi zaruri ihtiyaçtı. 2016 itibariyle kurduğumuz vakıf planlarımızı gerçeğe dönüştürmek için temel oluşturdu.

Türkiye’de tiyatro eğitimi veren ilk vakıf kuruluşu olacaksınız. Öğrencilerinize ne vadediyorsunuz?

Mustafa Odabaşı: Sahne, ışık, kostüm, müzik tasarımı, reji, metin yazarlığı, dramaturji ve diğer tiyatronun alt dalında nitelikli bir eğitim vereceğiz. Ama en başta prodüksiyonla başlayalım dedik. Geçtiğimiz iki sene içinde 10 çocuk,  altı yetişkin oyunu yaptık. Bu oyunları Türkiye’nin birçok yerinde sahneledik. Bize gelecek olan öğrencilere kostüm tasarımında nasıl bir çizgideyiz, ışık tasarımında hangi noktayız göstermek istedik. Şu an bütün müfredat çalışmalarımızı yaptık. 2017’de eğitime başlamayı planlıyoruz.

Öğrencilerinizi yetenek sınavıyla mı seçeceksiniz?

Mustafa Odabaşı: İnsan kaynakları kuruluşlarıyla spesifik saha çalışmaları yapacağız. Üç aşamalı bir seçim planımız var. Önce CV’ler üzerinden eleyeceğiz. Ardından mülakatlar, üçüncü aşamada yetenek sınavları olacak. İlk aşamada sınırlı sayıdaki öğrenciye tam burslu olarak eğitim vereceğiz.

Kontenjan kapasiteniz belli mi?

Mustafa Odabaşı: Dört ana dalımız olacak. Oyunculuk, Sahne Tasarımı, Dramatik Yazarlık, Kukla Tasarımı ve Oynatıcılığı. Bu dört dal için kontenjanımız her biri için 10 ila 15 öğrenci arasında olacak. Tamamen çok yetenekli öğrenciler üzerinde çalışmayı düşünüyoruz. Onların bizim bursumuzla yurt dışında tamamlayıcı eğitim almalarını hedefliyoruz. İngiltere, Çek Cumhuriyeti ve Kanada’da sanat okulları ile işbirliğine girdik.

IŞIĞI, KOSTÜMÜ BİLMEYEN OYUNCU OLAMAZ!

Güzel sanatlar üniversitelerinden temel  farkınız ne olacak?

Fatih Kılıç: Sadece tiyatro eğitimi veren tek kurumuz. Kendi müfredatımızı da oluşturduk. Akademik alanda Mimar Sinan’a yakın bir rol model belirledik. Türkiye’de herkes istediği sanat eğitimini alamıyor. Bir yandan meslek sahibi olmak için başka bölüm okuyanlar var. Biz bu noktada üniversite eğitimini başka branşta almış ya da almaya devam eden insanlara da farklı bir yelpaze açmak istiyoruz. Bu eğitim aslında bir paket. Işık, kostüm tasarımını bilmeden oyuncu olunmuyor. Bu yönde bütünsel bir eğitim alacaklar. 

Mustafa Odabaşı: Türkiye’de çoğu kişi tiyatroyu bir meslek olarak görmüyor. Gençler ‘önce bir işletme, hukuk okuyayım, meslek sahibi olayım sonra tiyatro eğitimiyle yola devam ederim’ diye düşünüyor. Bir de tiyatroculuk deyince akla oyunculuk geliyor. Tiyatroculuk sadece oyunculuktan ibaret değil. Bunun içinde rejisörlük, ışık, dekor, kostüm tasarımı ve bir sürü komplike alt dal var. Öncelikle tiyatronun sektörel olarak belli bir çıtaya yükselmesi gerekiyor.

TİYSAV’ın hedefi nedir?

Mustafa Odabaşı: Hedefimiz Türk tiyatrosunun dünya standartlarını yakalamasına küçük de olsa bir katkıda bulunmak. Sürekli yeni teknolojiler gelişiyor. Hologramlar, LED teknolojileri, mapping uygulamaları yeni mekanik düzenler... Bunlar metin yazarlarlığından sahne tasarımına, oyunculuğa kadar tiyatroyu besleyen unsurlar. Türkiye sektörde bu teknolojiyi yakalayamadığı için yeni sistemlere entegre olamıyor. Sahnelerimizde ise bir standart yok. Biz istiyoruz ki bu teknolojileri de getirelim, yeni yetişen gençler alışsınlar. Yazarken, sahnelerken, oynarken teknolojini imkanlarını da düşünsünler.

Broadway sahnesinde ne varsa Türkiye’ye getireceğiz diyorsunuz...

Mustafa Odabaşı: Mesela sahne mekaniği konusu sektörel imkansızlıklar yüzünden Türkiye’de yüzeysel geçilir. Ama mekanik tasarımı başlı başına bir daldır. Tiyatroda bir objenin ya da oyuncunun uçması veya sahnenin başka bir forma dönüşmesi... Bunun eğitimini de vereceğiz. Batı’da gelişen ne varsa onu vermek amacımız.

Mustafa Odabaşı: Broadway’in ABD ekonomisine yılda 2.1 milyar dolar  katkısı var. Dünyaca ünlü bir marka. Bir oyunun birden fazla ekibi, gelişmiş teknolojileri var. Biz de Türk tiyatrosunun bu teknolojiyi yakalamasını ve yetenekli yeni oyuncular çıkarmasını istiyoruz. Tarihimiz, coğrafyamız, kültürümüz ABD’den çok daha zengin. Projelendirmemiz gerekir.

Öğrencilerin yaş aralığı belli mi?

Mustafa Odabaşı: Dört modelimiz var. Biri yaz okulu, 6-13 yaş arasındaki çocukları gruba ayırıp yaratıcı drama eğitimi vereceğiz. İkincisi lise grubuna yönelik bir senelik hafta sonları güzel sanatlara hazırlık dersleri. Üçüncüsü akademik düzey eğitim. İki sene sürecek. TOEFL eğitimini de alacaklar. En son da en başarılı öğrencileri belirleyip bir sene yurt dışında tamamlayıcı eğitim almalarını sağlayacağız. İki senenin içinde yurt dışından eğitmenler getirip burada hem workshoplar yapacağız hem de öğrencilerimizin yurt dışında workshoplar yapmasını sağlayacağız. Dördüncü modelimiz yurt dışında staj. Tiyatro alanında çalışan meslek sahipleri bir sene yurt dışında burslu çalışma ve mesleki staj yapma şansı bulacak. 

ÇITAYI YÜKSELTMEK GÖREVİMİZ

Bizde tiyatro neden gelişemedi?

Fatih Kılıç: Bunun çok tarihsel nedenleri var. Türkiye’de ilk tiyatro hareketleri Tazminat dönemiyle başlıyor. Gedikpaşa Tiyatrosu, Güllü Agoplar... Burada işi gayrimüslimlerin yapıyor, Müslüman kadınlar yerine sahneye gayrimüslim kadınlar çıkıyordu. Bu da Anadolu halkının tiyatrodan uzak kalmasına, elit bir kesim tarafından takip edilmesine yol açtı. Orta oyunlarını saymazsak tiyatro Anadolu’ya değil İstanbul’a hitap etti. Cumhuriyetle birlikte bu durum çok fazla değişmedi çünkü Türkiye’nin her yerine tiyatro açılamadı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yıkılan Almanya’nın şansölyesine soruyorlar, ‘nasıl bu kadar hızlı geliştiniz’  ‘yaptığımız ilk iş tiyatro binalarını onarmaktı’ diyor. Bu tarihi bir cevap. Aslında toplumun kültür seviyesini yükselttiğiniz zaman o toplum dinamiklerini çok hızlı harekete geçiririz. Biz bunu başaramadık. Tiyatro Türkiye’nin geneline, bütününe ulaşamadı ve yeterli seyirci kitlesi oluşamadı..

MUSTAFA  ODABAŞI: Tiyatroculuk sadece oyunculuktan ibaret değil. Bunun içinde rejisörlük, ışık, dekor, kostüm tasarımı ve bir sürü komplike alt dal var.  

FATİH KILIÇ: Bu coğrafyada yaşayanlar sahnede kendi dünyasına ait konuların işlenmesini istiyor. Sürekli yabancıya yönelmek toplumu da dejenere ediyor. 

İZLEYİCİ YERLİ METİN İSTİYOR

‘Alamut Kalesi’nin sihri neydi?

Fatih Kılıç: Vakıf olarak nitelikli prodüksiyonlar yapmak da hedefimiz. Sektörde çıtayı yükseltmemiz lazım. Vakfımızın zaten sigortalı, maaşlı 34 kişilik oyuncu kadrosu var. Teknisyen kadromuzu da oluşturduk. Özellikle genç bir kadro seçtik. Diğer yandan da Atilla Olgaç, Gamze Gözalan, Toygun Ateş, Sabri Özmener, Serkan Süsler, Alper Atak gibi daha tecrübeli devlet tiyatroları sanatçılarını kendi kadromuza dahil ederek ‘Alamut Kalesi’ni çıkardık. 17 kişilik bir oyun. Dekor, ışık ve kostüm alanında profesyonel bir ekip kurduk ve ses getirdi. Özel tiyatroların cesaret edip giremeyeceği işti. Kalabalık bir ekip, büyük bir prodüksiyon. 7.5 metrelik bir kamyonla turneye gidiyor. Dolayısıyla maddi külfeti de var. Bu yönüyle Alamut Kalesi devlet tiyatrolarında yapılmış bir iş gibi durdu.

Oyunları nasıl finanse ediyorsunuz?

Mustafa Odabaşı: Şu an kendi kaynaklarımızla ilerliyoruz. Kültür Bakanlığı’nın standart teşviklerine başvurduk. Ama yaptığımız prodüksiyonlar ve konsept projeler akademinin kendi kendisini finanse etmesini sağlıyor.

Bu kadar ağır bir sorumluk alırken çekinceleriniz olmadı mı?

Mustafa Odabaşı: Türk tiyatrosunun gelişmesi için birilerinin elini taşın altına koyması gerekiyor. Asıl amacımız tiyatronun çıtasını yükseltmek için örnek olmak. Böylece yeni kuruluşların açılmasına öncülük edebiliriz. Bizim gibi benzer kuruluşların sayısı artsa tiyatro sektörü gelişip insan gücü kazanacak. Tiyatronun her dalında profesyonel, Avrupa ve dünya standartlarında sanatçılar yetiştirmeli, nitelikli tiyatro üretmeli, yerli metinlerimizi oluşturmalıyız.

Yerli metin  tiyatronun en büyük ihtiyaçlarından biri değil mi?

Mustafa Odabaşı: En büyük sorunlarımızdan biri. Türkiye’de şu an en çok izlenen tiyatrolara bakın. Oyunların yüzde 99’u uyarlamadır. Toplumumuzla buluşamayan tarafları var. Kendi hikayemizi anlatabiliriz. En basitinden Suriye meselesini düşünelim. 3 milyon insanla yaşamımızı paylaşıyoruz. Onların ve bizim yaşadığımız toplumsal dönüşüme parmak basacak metinlere ihtiyacımız var. Göç unsuru irdelenmeli. Bu tip kültürel ve toplumsal dinamiklerimize ayna tutacak oyunlar sahnelenmeli. Tiyatronun asli görevi de budur. Toplumumuzda bozulan değerleri ortaya koymak, gerçeği göstermek, topluma doğru ve eleştirel bir yaklaşımla bunları aksettirmek tiyatronun sorumluluğudur. Vakıf olarak oluşturduğumuz tüm oyunlar özgündür. Daha önce olmayan işlenmemiş konulardır. Sahnelenmemiş sıfırdan yazılmış metinlerdir. Mesela ‘Araba Sevdası’ bilinen bir roman. Bunu ilk kez tiyatroya biz uyarladık. ‘Alamut Kalesi’nde de bir romandan yola çıktık, yapılmamıştı, onu da Türk tiyatrosuna kazandırmış olduk.

Fatih Kılıç:  Yerli milli kaynaklarla milli oyunlara ağırlık verilerek Türk tiyatrosu ayağa kaldırılabilir. Nitelikli insanları sahaya sürmeliyiz bunun temeli de nitelikli eğitim. 

100 BİN ÖĞRENCİDEN 100’ÜNÜ BİLİNÇLENDİRSEK KAFİ

Çocuk oyunlarınız da beğeniliyor. Çocukların kalbini nasıl kazandınız?

Çocuk oyunlarında tiyatronun eğitsel tarafını kullanıyoruz. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Gençlik Meclisi ile işbirliğine gittik. ‘Afacan Dedektifler adında engelli bireylerle birlikte yaşama kültürü farkındalığı üzerine bir oyun kurguladık. Çok güzel dönüşler aldık. Vermek istediğimiz mesajın çocuklar tarafından çok doğru özümsendiğini gördük. Oradaki amacımız, engelli bir bireyin kalben bizden hiçbir farkının olmadığını göstermekti. Bağımlılıklar, akran zorbalığı ve obezite konularında da oyunlar yaptık. Çocukların ve ailelerinin yaşadığı sorunlara temas eden eğitsel yönü olan oyunlar üretmeye çalıştık. Sezon içinde ulaştığımız ortalama 100 bin öğrenciden 100’ünün bilinçlenmesi hedefimize ulaştığımız anlamına gelir.

OYUNCU BİR FİKRİN MİLİTANI OLMAMALI

Türkiye’de bazı tiyatro oyuncularının politik eleştirilerinin de halkı tiyatro salonlarından soğuttuğunu düşünüyor musunuz?

Umarız ki Türkiye’de 15 Temmuz sonrası oluşan birlik, beraberlik ruhu sanata ve sanatçıya da yansır. Buradaki oyunculara ve eğitimlerimize hep şunu söylüyoruz: Yaptığınız iş yani sanat aslında her şeyin üstünde. Belli bir fikrin militanı olma eğilimi ve onun bayraktarlığını yapmak sanatın değerini düşüren bir şey. Tiyatro her şeyin üstünde söyleyeceği şeyi sahnede ifade etmek çok daha etkili. Sahne dışında sanatçının bir ağırlığı olmalı.  

İNGİLİZLER SHAKESPEARE İNGİLİZCESİNİ ANLIYOR BİZ 100 YIL ÖNCESİNİN TÜRKÇESİNİ ANLAMIYORUZ 

Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, kültür-sanatta sadece kopya çektik, taklit ettik; üstelik onları da kötü bir şekilde yaptık’ dedi. Tiyatro’da neden arşivlerimizden yararlanmıyor işin kolayına kaçıyoruz?

Mustafa Odabaşı: Bizim amacımız da bu, kendi kütüphanemizi oluşturmak istiyoruz. Tarih arşivimizden yararlanarak oyunlar yazmayı ve bunları yeni kuşaklara bırakmayı arzuluyoruz.  

Fatih Kılıç: Burada bir handikap var. Öncelikle Osmanlı arşivlerinden yararlanmak için Osmanlıca bilmek gerekiyor. Batı tiyatrosuna baktığımızda Shakespeare İngilizcesiyle birçok oyun sergileniyor. İzleyici o dönemin dilini anlıyor. Ama biz 100 yıllık bir metni alıp orijinal haliyle sahneleyemiyoruz. Osmanlı metinlerini sözlüksüz anlamak zor. Çünkü çok ciddi anlamda kültürel bir değişim yaşamışız. Bugün konuştuğumuz dil 100 yıl öncesinden farklı. Osmanlıca bir metni günümüz Türkçesi’ne çevirince o duyguyu da vermiyor. Türkiye’de dili değiştirip yalınlaştırmamız gerekiyor bunu yapınca da işin sihri bozuluyor.

En iyi oyuncular sahneden çıkar

Son dönemde tiyatro oyunlarının ekrana taşındığını görüyoruz.

Fatih Kılıç: Televizyonda gösterilen tiyatro oyunları, tiyatronun popülaritesini artırdı. Oyuncuların dizi ve sinemaya yönelmesi tamamen ekonomik sebeplere dayanıyor. Tiyatronun geliriyle televizyonun geliri elbette ki mukayese edilemez. Yine de dizilerde de en iyi oyunculara baktığımızda hepsinin tiyatro temelli olduğunu görüyoruz. Biz bu yüzden tiyatro diyoruz. Çünkü tiyatro oyuncunun insana dokunabildiği bir mecra.  Göz teması, mimik beden dili direkt seyirciye yansıyor.Televizyon böyle değil.

Seyirci tiyatrodan ne bekliyor?

Mustafa Odabaşı: Yerli metin istiyor. Yerli metinle üretilmiş oyunların izlenme oranları çok daha yüksek oluyor. Yabancı metinler kimi zaman toplum yapımıza uymayabiliyor. Yerli metinlerle empati yapma olasılığı çok yüksek. Kendi hayatına dokunduğu için çok daha dikkatli izliyorlar. Yerli seyirci, yerli metin istiyor.

Fatih Kılıç: Bu coğrafyada, bu topraklarda yaşayanlar sahnede kendi dünyasına ait konuların işlenmesini istiyor. Çok güzel yabancı uyarlamalar var. Elbette ki olmalı. Ama maalesef sürekli yabancıya yönelmek toplumu da dejenere ediyor. Üretkenliği azaltıyor. Öncelikle yerli özgün metinler. Bunun dışında hasır altında kalmış eski metinleri çıkartmak güncellemek istiyoruz.

Seyircinin de eğitilmesi gerek

İşinizdeki en büyük zorluk nedir?

Fatih Kılıç:Tiyatro seyircisi oluşmadı. İnsanları salona çekmek zor. 

Mustafa Odabaşı: Biz tiyatrocu eğitimi diyoruz ya aslında seyirci de estetik ve sanatsal eğitime muhtaç. O bilincin oluşması lazım. Bu zamanla oluşacak. Bunun dışında sektördeki fiyat dalgalanması özel tiyatroları etkiliyor. Burada bir standardizasyon politikasına ihtiyaç var. Kültür politikası oluşması lazım. Sektörün onarılması gereken pek çok sorunu var.

15 Temmuz sonrası tiyatroda değişim oldu mu?

Fatih Kılıç: 15 Temmuz’a dair yapılmış oyunlara ilgili bir artıştan bahsedebilirim. Bombalar patladığı zaman insanlar sanattan uzaklaşıyor. İlk iptal edilen etkinlikler tiyatrolar oluyor. İnsanlara bunu da anlatmak lazım. Terörden korkmamak ve her şeye rağmen hayatımıza devam etmemiz gerektiğini anlatmamız lazım.