24 Nisan 2024 Çarşamba / 16 Sevval 1445

İki dakikaya sığan koca bir öykü

İletişim Fakültesi öğrencisi 24 yaşındaki Ramazan Kılıç’ın yazıp yönettiği ‘Penaber/Mülteci’ isimli iki dakikalık kısa film bize yaşadığımız hayatı yeniden sorgulattı. Suriyeli bir mülteci kadının öyküsünü fotoğraf kareleriyle izleyiciye aktaran Kılıç ile ödülleri toplayan filmini konuştuk.

BÜŞRA UĞRAŞ16 Nisan 2017 Pazar 07:00 - Güncelleme:
İki dakikaya sığan koca bir öykü

İstanbul Şehir Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencisi 24 yaşındaki Ramazan Kılıç’ın yazıp yönettiği ‘Penaber/Mülteci’ adlı kısa filmi izlemenizi öneririz. Mülteci bir kadının koca bir ömrünü iki dakikaya sığdıran Kılıç, bu kısacık sürede bizleri etkilemeyi başardı. Üstelik Sabancı Vakfı tarafından düzenlenen ‘Mülteci Kadınlar’ konulu kısa film yarışmasında ikincilik ödülü kazanan ‘Penaber/Mülteci’ filmi şimdi de 28’inci Ankara Uluslararası Film Festivali kapsamında düzenlenen Ulusal Kısa Film Yarışması’nda finale kaldı... Biz yarışma öncesi bu gelecek vaad eden genç yönetmenle tanıştık ve hikayesini ondan dinledik. Filmde rol alan Mısırlı sınıf arkadaşı Fatima Hossam ve dört çocuk annesi, işletmeci Hülya Yücel de sohbetimize dahil oldu…

Proje nasıl hayat buldu?

Ramazan Kılıç: Filmin her şeyi bana ait, yapımcısı da senaristi de yönetmeni de benim. Proje aslında üniversitede aldığım bir dersle ortaya çıktı. Deneysel Sinema ve Video dersinde hocamız bizi festivallere katılma konusunda motive etmişti. Konuya karar verememiş, biraz sıkıntı çekmiştim. Sonra dedelerimizin Hac’dan getirdiği fotoğraf makineleri geldi aklıma. Bunu anlatım aracına nasıl çevirebilirim diye düşündüm. Sanat yönetmenimizle storyboard’lar oluşturduk… Bir kadının hayatını temel alan beş fotoğraf koymak istedik. Mezuniyeti, evliliği, çocuğu, mutlu aile tablosu ve ailenin yıkılışı… Temel noktamız buydu bizi en çok zorlayan bu fotoğrafları doğal bir şekilde sunabilmekti.

Neden bu konuyu seçtiniz?

R. K.: Sokakta her gün bu insanlarla karşılaşıyoruz. Onları görüp de etkilenmemek, yardım eli uzatmamak mümkün değil. Hepsinin bir hikayesi var ama bunu dünyaya anlatamıyorlar. Bu hikayeleri anlatmak bize düşüyor diye düşünüyorum. Çok hassas bir dönemden geçiyor dünya ve sinemacıların, sanatçıların bu konuda duyarlı olmaları, ellerini taşın altına koyarak bu insanların sesini duyurmaları gerekiyor. Bu sıkıntıları el ele vererek atlatabiliriz, maddi yardım etmek tabii ki önemli ama sanat yoluyla farkındalık oluşturabilmek de gerekir.

Sizi bir araya getiren ne oldu?

Hülya Yücel: Ortak dostlarımız var. Bunu bir sosyal proje olarak gördüğüm için kabul ettim.

Fatima Hossam: Ramazan ile sınıf arkadaşıyız. O projeyle ilgili her şeyi ayarladıktan sonra ‘Yardımına ihtiyacım var, konseptimi ve yapmak istediklerimi senden daha iyi anlayabilecek kimse yok etrafımda’ dedi ve ben de kabul ettim.

Daha önce sinemaya alanına bir ilginiz, bir hayaliniz var mıydı?

R. K.: Ne ilgisi karşıydı hatta! 

H. Y.: Yoktu, dediği gibi karşıydım da. Başörtüsü yasağından dolayı dört yıl Amman’da okuduk. 2011 yılında Türkiye’ye döndüğümüzde kızım İran’a Fars Dili ve Edebiyatı okumak için gitti. En azından benim niyetim oydu. Dil eğitimini aldıktan sonra hocaları bana bir teklifle geldiler: Türkiye’de sinema-televizyon alanında bir ihtiyaç olduğunu, kadınların bu sektörde olması gerektiğini söylediler. Hocaları kızımın Türkiyeli Müslüman bir kadın olarak bu bölümü okumasını istediler. Ben de ‘hayır’ dedim! Bunun büyük bir hata olduğunu kabul ediyorum. Kadınlar bence toplumun her alanında kendilerini ifade edebilmeliler.

Peki rol aldığınız bu kısa filmi izlediğinizde ne hissettiniz?

H.Y.:  Filmi düşündüğümde aklıma ilk gelen şey soğuk ve İstiklal Caddesi’nde tek başına oturan kadınla kızı. O sahneyi zihnimden atamıyorum. Film için bile olsa o duyguyu hissetmek çok zor. Korkmuş, eşini kaybetmiş, evini terk etmek zorunda kalmış bir kadın... Filmi uzun süre izlemedim bile. ‘Penaber/Mülteci’ filmindeki o kadını görmeye cesaret edemedim. Çekimden sonra üç-dört gün uyuyamadım. ‘Bu kadın için ben ne yapabilirim’ diye düşündüm. Gençleri desteklediğim için çok mutluyum, İnşallah başka sosyal projelerde bana görev düşerse onları da yapmaya hazırım.

F.H.: Eskiden mutlu olan ve sonrasında her şeyini kaybeden bir kadının hikayesi. Bu hayatın ta kendisi. Bu seyahat etmek ya da belli bir amaç için başka bir ülkeye gitmekten çok farklı. Burada önemli olan nokta geri dönüp dönemeyeceğin. Bu hikayedeki kadının geri dönmek gibi bir şansı yok ve dönse de onu bekleyen bir ailesi yok. Bu etkileyici bir öykü.

Filmde oynamadan önce iletişim kurduğunuz mülteciler var mıydı?

H.Y.:  Mülteci denildiğinde benim aklıma ilk önce cennetten dünyaya göçmek zorunda kalan Adem ve Havva geliyor. Dünyanın ilk mültecileri onlar. İkinci mülteci benim için benim. Eğer mülteci olmak bir şehirden başka bir şehre göçmekse hepimiz mülteciyiz… Bu insanlar kendi saraylarından çıkıp buraya garip olarak geldiler. Özellikle kadın için çok zor bir hayat. Amman’da yaşadığım dönem çevremde çok fazla Lübnanlı mülteci vardı. Şimdi de Suriyeliler var.

ANLATACAK ÇOK HİKAYEM VAR

İlerisi için hayaliniz nedir?

R.K.: İnsan öyküleri anlatmayı çok seviyorum. Türkiye’de çok iyi senaristler olduğunu düşünmüyorum. Bu nedenle bu alana yönelmek istiyorum. Benim örnek aldığım insanlar Yavuz Turgul ve Yılmaz Erdoğan. Çektiğim filmlerde genelde bir obje üzerinden ilerlemek hoşuma gidiyor.

F.H.: Bazen plan yapsanız bile hayat sizi başka bir yöne sürükleyebiliyor. Bizim ülkelerimizde hiçbir şey stabil değil o nedenle ülkeme dönüp dönmeyeceğimi net olarak söyleyemiyorum. Şimdi için konuşursak sinema filmimi çekmek istediğimi söyleyebilirim.

Sinemada inatla hayalinizin peşinden koşuyorsunuz…

R.K.: Bunu çok değerli buluyorum. Sinema-televizyon hem hayalimdi, onun da ötesinde bir şeyler anlatmak istiyordum çünkü bir derdim vardı. Derdimi anlatmanın en iyi yolu da sinema. Film çekerken kendimi mutlu hissediyorum. Konuşarak anlatamadıklarımı görsel olarak anlatabildiğimi düşünüyorum.