19 Nisan 2024 Cuma / 11 Sevval 1445

İnsana itibar kazandıran seçmektir

“Benim işim topluma güzellikler sunmak. Ama ibretlik ama yüzlerini güldürecek ama biraz düşündürecek nihayetinde hep güzellik olacak. Her ne yaparsak yapalım bütün derdimiz bu kemâlat yolculuğu olmalı.”

10 Haziran 2018 Pazar 07:00 - Güncelleme:
İnsana itibar kazandıran seçmektir

Payitaht Abdülhamid dizisinde Emanuel Karaso’yu canlandıran tecrübeli oyuncu Ali Nuri Türkoğlu, yakınlarda Hürkuş Göklerdeki Kahraman filmiyle beyazperdede göründü. İki yıl önce rol aldığı Suda Balık filmi de yurtdışı festivallerde çokça ödül alan Türkoğlu, sektör dayatmalarının dışında bir bakışla kamera önünde olmayı tercih ediyor. “Maruz kalmak saygınlık uyandıran bir şey değil. İnsana itibar kazandıran seçmektir” diyen başarılı oyuncu ile Hürkuş’u, sanatçının sorumluluğunu, sanatın nasıl bir kemâlat yolculuğuna dönüştürülebileceğini konuştuk. 

Bir yanda Hürkuş’da Yüzbaşı Salih gibi aydınlık bir yanda Payitaht’ta Emanuel Karaso gibi karanlık bir yüz olmak oyunculuğun gereği elbette ama sizde skala hayli geniş...

Oyunculuğun keyifli tarafı bu. Sıçrayarak gitmeyi, şaşırtmayı seviyorum. Bir oyuncu hep aynı şeyleri, yakın frekansta şeyleri oynayarak değil tam tersi karakterlere girip çıkarak ispatlar rüştünü. Dizi bitti fiziksel olarak görünümümü değiştirip yeni bir şeye hazırlanıyorum. Hürkuş da yine bir dönem filmiydi.  Bu sefer modern zamanda geçen bir işte Avrupalı birini oynayacağım. Yakışıklılık, güzellik, karizma bunların hepsi geçici şeyler. Aslolan oyun gücünüz, bestekar gücünüz, fırça ya da kalem gücünüz. O bir enerji ve insanlara geçiyor. Bu işini iyi yapmaya çalışan herkes için geçerli. Son kullanıcı seyirci ve o karar veriyor. İşte o zaman ölümsüz olabildiğiniz için oraya oynamayı tercih ediyorum. Geçici olanla pek ilgilenmiyorum.

Sinemamızda değerlerimizi, kahramanlarımızı anlatan çok fazla film yok. Hürkuş böyle bir niyetle çekilmiş bir yapım. Kimi eleştiriler oldu filme... 

Kudret Sabancı, büyük emekle ve bir araya getirdiği güzel bir kadroyla Hürkuş’u uçurmayı başardı. Yakıtı bitene kadar da uçacak. Çünkü ilk defa bu meseleyi Kudret Sabancı beyazperdeye taşıdı. Türkiye’de ilk defa gerçek bir kahramanımızın; Vecihi Hürkuş’un filmi çekildi. İnsanlar da eleştirirlerken kantarın topuzunu kaçırdılar ve biz buna çok üzüldük. Seyirciden çok güzel reaksiyonlar geliyor. Eleştirmenler de bir milli kahramanımızın filmi çekilmiş, bir hayal gerçekleşmiş böyle bakalım, demiyorlar. Ben bunu biraz maksatlı buluyorum. Nedense bu ülkede değil mi ki Türk filmi, değil mi ki bu adam milli diye eleştiriyorlar. Elbette kusurlarımız vardır. Ama film sadece Vecihi Hürkuş’u anlatıyor diye, uçağın kuyruğunda Türk Bayrağı var diye bunu yapıyorsanız bunun adı eleştiri değil başka bir şeydir.  

Bu yaz yeni bir projenin hazırlığı içindesiniz sanırım...

Doküdramaya daha yakın bir iş bu kez. Çok fazla iç pazara dönük değil. Festival dolaşacak bu iş. Ben de bu manada çok heyecanlıyım Çünkü birtakım şarkiyatçıların kültürümüzü tanımaları için hazırlanan bir proje. 

Sinemada da dizi sektöründe de çok seçicisiniz... 

Maruz kalmak saygınlık uyandıran bir şey değil. Seçmektir insana itibar kazandıran, insanı yükselten. Hayatımız da seçimlerden ibarettir. Hele ki bir sanat işçisi iseniz, sanatla iştigal ediyorsanız çok daha fazla seçmeniz lazım. Kalıcılığına inandığınız bir şey yapıyorsunuz. Eskiden negatiflere kaydediliyordu ve çoğaltılması bu kadar kolay değildi. Şu andan itibaren kameraların karşısında yaptığınız bir hata sonsuza dek kayıtlı kalıyor. 

BÜTÜN DERDİMİZ KEMÂLAT YOLCULUĞU OLMALI

Biz kürsüde, yükseltide bir iş yapıyoruz; televizyon camından, sinema perdesi veya tiyatrodan ulaşıyoruz. Biraz biz biraz seyirci hep beraber bu ülkeyi yükseltmek için bir şeyler yapalım. Ben bunun topluma borcum olduğunu düşünüyorum. Beni bu toplum yetiştirdi, onlara ihanet etmemeliyim. Onlara doğru cevap vermeliyim. Onları aynı mefkûreye uyandırarak aynı mefkûreye baktığımızı, aynı şeyleri umut ettiğimizi göstererek onları onayarak sanat eseri ortaya koymalıyım. Benim işim topluma güzellikler sunmak. Ama ibretlik ama yüzlerini güldürecek ama biraz düşündürecek nihayetinde hep güzellik olacak. Darülbedayi, Güzellikler Evi ismi gibi sanatın bu tarafında olmayı tercih ediyorum.

İstanbul Medya Akademi’de oyunculuk dersleri veriyorsunuz. Duygu aktarımı da teknikle öğrenilebiliyor mu? 

Ders demiyorum, talebeliğe inanan biriyim ve tecrübelerimi paylaşıyorum. Bir defa bir meslek diz dize verilmeden öğrenilmiyor. Meşk ile meşk ederek öğreniliyor. Bizim meşk usulümüz muhteşemdir ve aslolan talebedir bu usulde. İnsan kendi kendine öğretebilir çünkü. Biz sadece hatırlatmaya çalışıyoruz. 

Oradaki psikolojik hazırlık kısmı çok daha önemli. Yoksa oyunculuk tekniğini anlatıyoruz, ufak tefek püf noktalar var. Altı ayda öğrenirsiniz ama bu sizin oyuncu olduğunuzu ya da doğru düzgün bir insan olduğunuzu göstermez. Mesele ‘adam’ olmakla ilgili. İnsan mânâsına gelen Adem’i kastediyorum elbette. Her ne yaparsak yapalım bütün derdimiz bu kemâlat yolculuğu olmalı. “Doğru ve örnek birer birey olabileceksiniz bu işi yapın. Yoksa hiç girmeyin. Çünkü görünmenin mesuliyeti başlıyor kamera önüne geçtiğiniz anda.” diyorum genç arkadaşlarıma. Hepimizin çevreyle toplumla bir ilişkisi var ama oyuncunun çok daha fazla. Hem işini yaparken hem de özel hayatında tanındığı için onun hata yapma şansı hiç yok. Misal tıpça tespit edilmiş kötü alışkanlıkları olan bir sanatçının bunu toplum önünde yapmaması lâzım. Çünkü rol modelsin ve insan görerek öğreniyor. 

Öğrenme bahsinden devam edelim mi?

Talep eden olduğunuzda her daim ‘nasibim ne acaba’ diye bakmaya başlarsınız. Her sabah uyandığımızda oltamızı hayata atıyoruz. Eğer ‘ya nasip oltamıza ne gelecek’ diye bakarsak gelmediği zaman da ‘nasip’ der kabullenirsek başka bir şeye dönüşüyor hayat. 

Mikro ve makro evreni böyle görüyorum. İçre ve kayıpsız. Her şey birbirine dönüşüyor. Ben bir işe böyle bakıyorum. O yüzden talebe kalmaya, öğrenmeye devam edeceğim. Bir film geliyor yeni karakter öğreniyorum. Yeni senaryoya çalışırken şu kitapları okumamıştım deyip onları okuyorum. 

O talep ve beslenme süreci olmadan bütün bu karakterler, bu şarkıların ortaya çıkması mümkün değil galiba...

Bu işlere başladığımda, bir kenara şöyle bir not almışım, “Allahım bana zamanından önce para ve şöhret verme” Bu önemli çünkü yarın bir gün bu işi yapacağım ama iki lafı bir araya getiremeyen ortalamanın altında bir ünlü olacağına her şeyden evvel kendi sorularına cevap verebilen ortalamanın çok üstünde bir ünsüz olayım. 

Çoğu insan hayata, ölüme dair kafa yormadan geçip gidiyor 

Ömrümüz belki bir şeylere cevap vererek geçecek. Cevabı da net olarak bulamayacağız ama biraz yaklaşacağız. Hakikat öyle bir şeydir. Yaklaşırsın sadece elle tutamazsın, hissedersin. Kendi hakikatimiz de böyle. Hiç değilse bu soruları sorayım, bunun için bir yolculuğa çıkayım istedim hep. Ve bu doluluğu hissettiğim zaman konuşmaya başladım. Okuma telaşına düştüm. Dışımda ve içimde bir kütüphane genişletmek zorundaydım. 

Kimler var kütüphanenizde, hangi konularla ilgilisiniz?  

Kendimle alakalı çok sorum olduğu için psikiyatriye öteden beri merakım vardı. Oyunculukta ilk ilgilenmem gereken şeyin psikiyatri ve psikoloji olduğunu anladım. Gerekli ölçüde okumalar yaptım. Sonra bizde buna tekabül eden ne var diye aramaya başladım. Mevlana Celalettin Rumi’nin Fihi Ma Fihi’ni okudum, mahvoldum. Sonra öğrendim ki bizim kültürümüzün ürettiği terapistler var, psikologlar var. Onların verdiği ilacın da yan etkisi mutluluk. Hepimiz aynı değirmenden geçtik. 

Sanatçı ölüme muhalif olmalıdır

Sanatçının işi büyütmektir. Müspet veya menfi alır bir meseleyi büyütür ve senin gözüne sokar. Hepimiz sokaklardan gelip geçeriz ama Kaldırımlar şiirini yazan Necip Fazıl’dır. ‘Ellerim ceplerimde bir türkü tutturmuşum’ diyen Barış Manço bize kendi sokağını tarif eder. Nazım Hikmet tutar karısına öyle bir mektup yazar ki saçının telinden bahseder; kokusu gelir burnuna. Sanatçı böyledir. Edip Cansever, Turgut Uyar, Sezai Karakoç başka bir şey söyler. Bu adamlar edebiyatçı ve büyük şairler. Kelimeleri duygu aracı olarak kullanırlar. Bu yüzden toplumun göz bebeğidir hepsi. Milletimiz de kadirşinastır. Gerçek sanatçıya kayda değer bir kitle saygı duyar. Bilir ki kendisine güzel şeyler sunacak; ona iyi bakması lâzım. Siz o insanların değerlerine kafasındaki yaşmağa, ayağındaki çarığa kıymet verin oturur size kendi elleriyle çarık diker. Tersi olduğunda da milletin değerlerine küfür ettiği için unutulur, kahir ekseriyetin gönlünden silinirsiniz. Ama vefat edip giden ve sonra daha da büyüyen insanlarımız var Kemal Sunal gibi Barış Manço gibi. Sanatçı ille muhalif olacaksa ölüme muhaliftir ve kalıcı şeyler bırakmalıdır tıpkı bu saydığımız isimler gibi.