17 Nisan 2024 Çarşamba / 9 Sevval 1445

İstanbul Film Festivali

Berlin ve Cannes’da övgü almış ödüllü filmler, insan hakları temalı vicdan aklamaya dönük işler, açılış gecesi iktidara inceden göndermeler, boykotlar, ödül töreni sonrası polemikler derken iki haftalık festival maratonu yine bir çırpıda geride kaldı.

GÜLCAN TEZCAN 22 Nisan 2018 Pazar 07:00 - Güncelleme:
İstanbul Film Festivali

Her yıl olduğu gibi geniş yelpazedeki seçkisiyle sinefillere zengin bir program sunan 37. İstanbul Film Festivali’nde bu sene 18 başlık altında 198 film seyirci ile buluştu. Listede geçen yıllara göre iddialı yapımların sayısı çok da fazla değildi. Berlin ve Cannes’da övgü almış ödüllü filmler, insan hakları temalı vicdan aklamaya dönük işler, açılış gecesi iktidara inceden göndermeler, boykotlar, ödül töreni sonrası polemikler derken iki haftalık maraton bir çırpıda geride kaldı. Bilmeyenler için konuyu biraz daha açalım. 

Eskiye oranla düşük dozda olsa da İstanbul Film Festivali’nin açılış töreninde alışık olduğumuz üzere politik taşlama ritüeli yerine getirildi. Onur ödülü vermek üzere sahneye çıkan Atilla Dorsay, İKSV’yi kastederek ‘Politikayla hiçbir ilgisi olmayan bir kurum artık ödül verecek isimleri çağırırken bazı şeyleri düşünmek zorunda kalıyor’ diye konuştu. Aslında Dorsay’ın bu sözleri öteden beri kendince bir politik çizgisi olan İKSV’nin hâlâ belli kalıpların dışına çıkamadığını ele veriyordu. 

Siyasetçilerin toplumun kutuplaştırdığını iddia edenlerin bir festivalin açılış gecesine çağrılacak isimler konusunda çekinceler duyması mahalle baskısının asıl kaynağının birlikteliği tesis etmesi gereken sanat çevreleri olduğunu gösteriyor. 

SESSİZ SEDASIZ İSRAİL BOYKOTU

Onur ödülü alan Perihan Savaş da ‘Onurluyum ve onur ödülümü alıyorum’ şeklinde manidar bir cümle kurarak kendini bu konumlandırmanın bir tarafı olarak gördüğünü ifade etmiş oldu. 

Festival devam ederken İsrail’i boykot örgütü BDS kanalıyla sosyal medyada paylaşılan bir açıklama yeni bir tartışmayı gündeme getirdi. İsrail ürünlerinin boykot edilmesini sağlayarak İsrail’in Filistin üzerindeki baskısıyla mücadele eden Avrupa menşeili bir örgüt olan BDS’nin haberine göre İstanbul Film Festivali’ne davet edilen “Düğün Davetiyesi”nin başrol oyuncusu Mohammad Bakri ve filmin yapımcısı Ossama Bawardi festivalin bu yılki sponsorlarının arasında ARTISRAEL adlı kurum aracılığıyla İsrail Dışişleri Bakanlığı da bulunduğu için Festivali boykot kararı alarak İstanbul’a gelmekten vazgeçtiler. Ancak Filistinli sinemacıların tepkisi festivale katılan diğer sinemacılar arasında bir karşılık bulmadı. İstanbul Kültür Sanat Vakfı ise söz konusu sponsorluğun sadece etkinliklere katılacak yönetmenlerin ulaşım giderlerini karşılamak şeklinde olduğu bilgisini verdi. 

Festivalin bitiminde ise sinema yazarı Kerem Akça’nın ödüllerle ilgili bir yorumu ortalığı karıştırdı. Akça’nın “#istfilmfest18 yarışmasının en zayıf halkası Borç’a verilen ödül, Gökhan Tiryaki’siz bir hiç olduğunu kariyeri boyunca ispatlayan Pelin Esmer’in yeni Pelin Esmer’ler yaratma çabası olarak algılanabilir. İnsani ama sinemasız filmler çeken kadın yönetmenleri cesaretlendirme isteği” şeklindeki twiti üzerine kadın sinemacılar ortak bir açıklama yaparak Akça’nın ayrımcı diline tepki gösterdi. Bu sene de festival böyle geçti...

NE İZLEDİM NE GÖRDÜM

Festival boyunca izleyebildiğim filmler içinde Asghar Yousefinejad’ın Ev ve Mouly Surya’nın yönettiği Katil Marlina kaydadeğer yabancı yapımlardı. Özellikle Katil Marlina, tam da kadın cinayetlerinin vaka-i adiyeden sayıldığı bir dünyada kendi adaletini sağlayan bir kadının hikayesi olarak akılda kaldı. Yerli yapımlar arasında merakla beklediğim filmlerden biri Mehmet Güreli’nin Salah Birsel’in aynı adlı romanından uyarladığı Dört Köşeli Üçgen idi. ‘Kendini iflah olmaz bir gözlemci’ olarak tanımlayan kahramanın hesapsız kitapsız, gördüğü ve tespit ettiği doğruları söylemesi ‘duruma göre davranma’ yetisi gelişmiş sıradan insanlar için oldukça rahatsız edici. Siyah beyaz çekilen ve ana kahraman ‘gözlemci’nin sürekli seyirciyle göz teması halinde olduğu film, alışılageldik anlatıların dışında bir yaklaşıma sahip. Dört Köşeli Üçgen’in senaryosunu uyarlayan Görkem Yeltan’ın Bağcık’ı da festivalde dikkat çeken yerli yapımlardan bir diğeriydi. Aile yapısını olumsuzlayan filmlerin ciddi bir yekûn oluşturmaya başladığı bir dönemde aileye ‘değer’ atfeden, bir arada olmanın güzelliğine vurgu yapan film, pozitif yaklaşımıyla da karamsar, kasvetli, bunalımdan beslenen festival filmlerinin aksine aydınlık, temiz pak bir atmosferde insan olmak ve sevmekle ilgili naif bir hikâye anlatıyor. 

Abdurrahman Öner’in Aydede, Şükrü Alaçam’ın Locman ve Bekir Bülbül’ün Benim Küçük Sözlerim adlı filmleri ise köy ve taşrada geçen, 1980’ler ve 1990’lara ait çocukluk hallerinin çokça yansıdığı, misket oynayan, gazoz kapağı biriktiren, bisikletli, haylazlık peşinde koşan oğlanların beyazperdeden göz kırptığı yapımlar. Üçünün de pek çok ortak yanı var. Ama en güzeli çoktandır sinemada eksikliğini duyduğumuz sahici, bu toprakların anlatıları oluşları. Özellikle Benim Küçük Sözlerim, Bediüzzaman’dan hareketle yapılan sinema filmleri içinde sinema duygusu en güçlü, anlatımı en derinlikli olanı… 

Festivale katılan İsrailli yönetmenlerden Rina Castelnuovo’nun da hazır bulunduğu gösterimde izlediğim Muhi ise tam bir ajitasyon ve propaganda filmi idi. Gazze’de boykot başladığı dönemde dünyaya gelen, dolaşım bozukluğu olduğu için tedavi edilmesi gereken bir çocuğun ambargo yüzünden hayatını İsrail’deki bir hastanede devam ettirmek zorunda kalışını konu alıyor film. Boykot yüzünden zamanında müdahale edilmediği için ölümden dönen Muhi’nin kolları ve bacakları kesilir, protezlerle yaşaması gerekir. Gerçek bir hikayeye dayanan filmde, Muhi’nin başına gelenlerin sorumlusu olan ambargodan hiç söz edilmezken, Filistin tarafından İsrail’e geçişte yaşanan sorunlar sanki sadece Hamas ve el Fetih’ten kaynaklı gibi yansıtılıyor. Gösterim sonrası yönetmene yönelttiğim ‘Ambargo olmasaydı Muhi yine aynı sorunları yaşar mıydı’ şeklindeki soruma ise cevap alamadım. Castelnuovo bir başka seyircinin sorusu üzerine de Filistinli yönetmenlerin boykotundan haberdar olmadığını söyledi.