23 Nisan 2024 Salı / 15 Sevval 1445

İstanbul’un ardındaki Roma’yı görebilmek

İstanbul, Devleti Aliyye’nin başkenti olmanın yanında tam 1153 yıl da Doğu Roma İmparatorluğu’nun merkezi durumundaydı. Dikkatle bakan her göz bu şehrin ardındaki Roma’yı görür. Bugüne kalıntıları kalmış onlarca Sarayı var. Sırf bunlar ihya edilse turizme katkısı şüphesiz çok büyük olur.

M. HAKAN KEKEÇ5 Ağustos 2018 Pazar 07:00 - Güncelleme:
İstanbul’un ardındaki Roma’yı görebilmek

Haliç Köprüsü’nden Topkapı istikametine doğru yol alırken yanımdaki arkadaşıma “Şu sol tarafta, tam tepedeki eski büyük yapıyı görüyorsundur… Daha önce fark etmiş miydin, ne olduğunu biliyor musun?” diye sordum. Eski taş yapıya şöyle birkaç saniye dikkatle bakan arkadaşım, şaşkınlıkla “Hayır… Nere ki orası?” diyerek, soruma soruyla yanıt verdi. “Bizans Sarayı Blahernai” dedim. Arkadaşım asıl şaşkınlığı işte o an yaşadı: Bizans Sarayı mı? “Evet…” dedim “Hatta Balat semti ismini bu saraydan alır, Balat; Rumca Palation’dan evrilmedir” şeklinde bir de ek bilgi verdim. Saraya dalıp gitmiş arkadaşımın o an neler düşündüğünden emindim. Ben de bir yerlerden ilk kez bu bilgileri aldığımda, “Sahi ya… Bizans bin seneden fazla bu şehri yönetti. Üstelik büyük bir imparatorluk; sarayı olmayacak da ne olacak?” diye içimden geçirmiştim.

***

İstanbul çok güzel, çok şöyle, çok böyle, pek de tarihi bir şehirdir sözü dilimize neredeyse sakız olmuştur ama ne yazık ki altı boştur. Dikkatli gözle incelerseniz; kaç yıldır bu şehirde yaşıyor olursanız olun, daha önce bakmış olmanıza rağmen aslında çoğu yeri göremediğinizi fark edersiniz. Ben bu duyguyu en bariz şekilde Sultanahmet Meydanı’nın karşısındaki Milion Taşı’nın yanında yaşadım. Taş hakkında bilgiyi Radi Dikici’nin Bizans’ı Anlamak kitabında okumuştum, sonra gidip yerinde gördüm. “Burada böyle bir şey mi vardı ya hu?” diye şaşırdım. Kitapta Million Taşı hakkında bilgi şu şekilde: “İmparator (Konstantin) bir emirname yayınlayarak (baş mimar Leontius’un fikriyle bulunduğu noktaya getirilmiş, MS 328) bu taşın adının Million olduğunu ve bulunduğu noktanın tüm Roma İmparatorluğu için 0 – sıfır noktası olduğunu ilan etti.” Evet… Tüm yollar Roma’ya çıkar. Eğer siz de uğrarsanız Taş’ın yanında yerde yazan ‘temsili’ mesafeleri görebilirsiniz. (Burada bir parantez daha açmam gerekiyor: Aslında Bizans demek hatalıdır. Doğrusu Doğu Roma’dır. Doğu Roma İmparatorluğu’na Bizans ismi yıkıldıktan sonra Almanlar tarafından verilmiştir).

***

Örneklerime devam etmek istiyorum… Üniversite öğrencisiyken Unkapanı’nda otobüsten iner inmez karşımda bir değişik cami görmüştüm. Molla Zeyrek’ti bu. Tabii o an adını bilmiyordum. Aslında ilk defa oradan geçiyor da değildim. Fakat tarihe merakımın yeni yeni yeşerdiği zamanlardı. Bu da Zeyrek’i görebilmemi/dikkat nedeniyle fark edebilmemi sağladı. Dersten sonra oraya gittim. Hayran kalmıştım. Eve döndüğümde araştırdım. Fatih Medreseleri açılmadan önce, buranın Osmanlı’nın İstanbul’daki ilk medresesi olduğunu öğrendim. Daha sonra cami olmuş. Bizans zamanında ise adı Pantokratormuş. İlk olarak Komnenos hanedanlığına gelin olarak gelen Macar Irene’in gördüğü bir rüya üzerine inşa edilmiş.

İstanbul’un fethi sırasına Gennadios adlı bir keşiş 11. Konstantin tarafından (o zaman şehrin dışı sayılan) Pantokrator Manastırı’na sürülmüş. Çünkü Gennadios şehirde Latin (Katolik) görmektense Müslüman görmeyi tercih edenlerden... Pantokrator, Bizans’a karşı Ortodoks direnişinin neredeyse merkezi olmuş. Demek Dük Notaras gibi Gennadios da 1204 istilasını (4. Haçlı Seferi’nde İstanbul yerle bir edilmiştir) zihninin bir tarafında yaşatıyordu... Sultan Mehmed şehre girdiğinde Gennadios’u burada bulmuş. Ona ‘kardeşim’ diye hitap ettiği, hediyeler verdiği, kitap yazdırdığı ve beraber yemek yedikleri biliniyor. En önemlisi, Fatih’in Gennadios’u patrik ilan etmesi. Gennadios’a Havariyyun Kilisesi tahsis ediliyor. Havariyyun Mezarlığı’nda birçok imparator gömülü. Mezarlık şu an Fatih Camii’nin bulunduğu alandaydı. 

***

İstanbul’un her köşesi müstakil olarak ele alınmaya değer… Bunu ilerleyen haftalarda burada/Star Pazar ekinde yazacağız. Geçen haftalarda Bursa’dan, Osman Gazi’nin kırmızı elma’sı St.Elias Manastırı’ndan başladık, daha sonra Edirne’ye de uğrayıp İstanbul’a geleceğiz.

Yazının başında Blahernai Sarayı’ndan bahsettim. Burası 11. yüzyıldan itibaren kullanılıyordu. Öyleyse öncesi de olmalı? Sarayburnu’ndaki Büyük Saray, Çatladıkapı’daki Bukoleon Sarayı, Divanyolu yakınlarındaki Antiokhosve Lausos, Eminönü’ndeki Mangana… Bunlar arasında kısmen Blahernai ayakta. Ama hemen “Hiçbir şeyin de kıymetini bilmiyoruz ki” diye düşünmeyin. Şehir alındığında da buralar harabe haldeydi. Hatta Sultan Mehmed’in Ayasofya üzerinden şehri seyrederken söylediği Farsça beyit biliniyor: Perdedârimîküned der kasr-ı Kayser ankebût / Bûm nevbet mîzened her kubbe-i Efrâsiyâb (Kayser’in kasrında örümcek perdedarlık ediyor, Efrasiyab’ın sarayında ise baykuş nevbet çalıyor).

Geçen hafta Bukoleon’un define avcıları nedeniyle köstebek yuvasına döndüğünü okudum. İyi haber; İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin (İBB) duruma el koyup bu bölgenin açık hava müzesine dönüştürülmesi için çalışmalara başlaması. Aslında, bu yapılar neden aslına uygun inşa edilip turizme kazandırılmıyor, merak ediyorum. Herhalde Bizans olduğu için değildir? Koskoca İspanya, Endülüs mirasıyla her yıl milyonlarca turist çekmiyor mu? İstanbul’un ardındaki Roma ihya edilse, fena olmaz mı?