25 Nisan 2024 Perşembe / 17 Sevval 1445

İstanbul’un huzur sığınağı

İstanbulluların şehrin kaosundan kurtulmak için kaçtığı Adalar’ın tarihine doğru kısa bir zaman yolculuğuna çıkıyoruz. Din adamlarına yuva, hastalara şifa, yazarlara ilham kaynağı olan takımadaların geçmişini okuyunca yeşil ve maviye başka bir gözle bakmaya başlayacaksınız…

BÜŞRA UĞRAŞ18 Mart 2018 Pazar 07:00 - Güncelleme:
İstanbul’un huzur sığınağı

İstanbul, kendine ilk görüşte aşık eder insanı. Ancak karmaşası, koşuşturmacası, nazı niyazı hiç bitmez. Onu temelli terk etmek mümkün değildir, gitseniz de kalbinizden atamazsınız zaten! Ama yine de bazen nefes almak ister insan. İşte o zaman atlayıp bir vapura, Adalar’a doğru yola çıkmak gibisi yoktur! Kısacık bir yolculukla şehrin gürültüsünden uzaklaşıverirsiniz bir anda. Huzur, yeşil ve mavi bekler sizi. Bu hafta Catherine Pinguet’in kaleme aldığı Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları arasından çıkan Adalara Çıkmak- İstanbul Açıklarındaki Bir Takımadanın Öyküsü adlı kitap, pek çok yazarın ‘aşk ve dostluk buluşmalarının yeşillikler içindeki huzurlu yuvası’ diye betimlediği Adalar’ın tarihinde ufak bir gezinti yapmamıza vesile oldu. Bu yolculuğa bizimle birlikte çıkmak ister misiniz?

Bugün adaların dördünde (Burgaz, Kınalı, Heybeli, Büyükada) bütün yıl boyunca ikamet ediliyor ve anakarayla ulaşım yıl boyunca haftanın her günü deniz yoluyla sağlanıyor. Buna karşın nispeten daha küçük olan öbür beşi neredeyse tamamen ıssız ya da özel mülkiyete dönüşmüş durumda. Ülkemizde Adalar olarak bilinen Batılıların ise Prens Adaları olarak andığı bu takımadanın tarihi yaygın olarak bilinmiyor. Catherine Pinguet’in yazdığı Adalara Çıkmak adaların sürükleyici tarihini hatırlatıyor. Vaktiyle çok sayıda Ortodoks manastırı barındırması nedeniyle Papaz Adaları veya sahillerinin kırmızı renkli toprağından dolayı Kızıl Adalar olarak bilinen Adalar’la ilgili bilgiler dönemine göre hem niteliksel hem de niceliksel olarak büyük farklılıklar gösteriyor. Çoğunluğu Bizans İmparatorluğu dönemine ait belgelere göre bu ışıltılı adalar veya Avrupalıların deyişiyle “Propontis’in bu mücevherleri’ önceleri sürgün ve işkence yeri olarak nam salmış. İkonoklazm dönemi boyunca kutsal tasvir kültürünün yandaşlarıyla karşıtları çatışırken tarih, takım adalar peş peşe gelip giden imparatorların, imparatoriçelerin, tahtta hak iddia edenlerin, kıyımdan kaçıp manastırlarına sürülen, hatta orada sakatlanan, katledilen din adamlarının son durağı olmuş.

AVRUPALILAR SIHHATİ ADALARDA ARADI

Pinguet’in düştüğü notlara göre Osmanlı egemenliğinde böyle bir şey yaşanmadı; o sırada adada yaşayanlar balıkçılıkla, bağcılıkla ve ufak arazisini ekip biçerek geçinen mütevazi Rum aileleriyle Ortodoks papazlarından ibaretti. 16. ve 18. yüzyıllar arasında kalan döneme ait ise kısıtlı bilgi var. Bunun nedeni olarak da adalara ulaşımın o dönem son derece zor olması gösteriliyor. O zamanlar adalara kayıkla en az dört saatte, yedi sekiz kürekçili hafif teknelerle yolculuk ediliyormuş. Lodos veya karayel fırtınası tehditleri de cabası. Manastırlar dışında da ziyaretçilerin kalabileceği hiçbir yer öngörülmemiş. Ayrıca anlatılanlara göre de o dönem korsanlar Marmara Denizi’ni kasıp kavuruyor, anakaradan sık sık gelen haydutlar ve sarhoşlar da Adalar’ın huzurunu kaçırıyorlardı. Bu nedenle Adalar’a giden Avrupalılar, ziyaretlerini kısa keserlermiş. Diplomat Ogier Ghiselin de Busbecq hariç. O, vebadan kaçtığı için uzun süre adalarda konaklamış. Salgınlar çıktığı dönemlerde Hıristiyanlar, havasının güzelliği ve iklimin yumuşaklığıyla bilinen Adalar’a sığınmış, bazıları da sırf tedavi olmak için buraya gelmiş. Kitaba göre Türkiye’de ilk sanatoryumların Adalar’da kurulması da tesadüf değil. 

BUHARLI GEMİ ADA PROFİLİNİ DEĞİŞTİRDİ

19. yüzyıl ortasından itibaren ilk buharlı gemilerin gelişiyle birlikte Adalar’la ilgili anlatıların çoğaldığı gözleniyor. Başta en büyükleri Büyükada olmak üzere tüm takımada zengin Ermeni, Rum ve levanterlerin muhteşem yazlık köşkler yaptırdıkları, gözde bir gezinti ve sayfiye mekanına dönüşüyor. Zengin seyahatname külliyatı artık Adalar’daki sosyete yaşamı, kadınların şıklığı ve güzelliği, eşek sırtında çıkılan gezintiler, denize girme ve başka birtakım eğlenceler üzerine yazılmaya başlanıyor. Murray, Baedeker, Joanne gibi dönemin önemli turizm rehberleri, tıpkı bugünküler gibi, İstanbul’u ziyaret edenlere önemli tarihi yerleri gördükten sonra Adalar’da bir gün geçirmelerini tavsiye ediyordu. 

Adalar, Bizans İmparatorluğu döneminde sürgün ve işkence yeri olarak nam salmış.

TROÇKİ HUZURU BULDU

1920’de asker veya sivil on binlerce Beyaz Rus İstanbul’a iltica ettiğinde önemli bir kısmı Adalar’da barınmıştı. Kırım Savaşı’nda Fransız askerlerin Osmanlı başkenti açıklarında karantina altına alınmaları gibi, bu defa da Adalar, hem insani hem de sıhhi kaygılara cevap vermiş, grip, tifüs, kolera gibi hastalıkların salgına dönüşmemesi için kullanılmıştı. Manastırlar konaklama yerine dönüşmüş ve Bolşevik güçlerinin ilerleyişinden kaçan General Wrangel’in adamları da konaklara doluşmuştu. Adanın Bizans’ın üst düzey ileri gelenlerinden beri sürgünde gördüğü en ünlü sima ise Kızıl Ordu’nun kurucusu Lev Troçki oldu. Troçki 1929’da Büyükada’ya konuk olmuştu. Üç buçuk yılını geçirdiği Büyükada’da sonradan kendi isteğiyle gelip Adalar’a yerleşen çok sayıda yazar gibi sükunet ve inziva duygusunu bulduğunu söylüyordu. Troçki sayısız makale ve mektubun yanı sıra, Rus Devriminin Tarihi’ni ve Hayatım’ı da burada yazdı. 

EDEBİYATIN İLHAM KAYNAĞI

Adalar, Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde şairler tarafından sıklıkla aşk ve dostluk buluşmalarının yeşillikler içindeki huzurlu yuvası diye betimlendi. Edebiyatımızı taradığımızda yazarların adalar ve ada sakinleriyle ilişkilerinden ilham aldıklarını görüyoruz. Bu yazarlar arasında, kimi öyküsü belge değeri taşıyan Hüseyin Rahmi Gürpınar, hicivli fıkra yazılarıyla bilinen gazeteci Ahmet Rasim ve hepsinden öte Türk edebiyatında daha önce yapılmamış olanı yaparak balıkçılık veya küçük esnaflık yapan adalı Rumları öykülerinde merkezi konuma oturtan  ve Adalar’la özdeşleşen Sait Faik Abasıyanık sayılabilir.