18 Nisan 2024 Perşembe / 10 Sevval 1445

Gökay Kalaycıoğlu ile haber bahane

Cumhurbaşkanlığı Danışmanı Mustafa Kamacı, siyasetin yanında sanatçı kimliğiyle de tanınıyor. Referandum Marşı’nın sözlerini yazan Kamacı, “Kahramanım” dediği Recep Tayyip Erdoğan’a çocukluktan başlayan sevgisini ve hayatının bürokrasiyle kesiştiği yılları star Pazar okuyucuları için anlattı.

Gökay Kalaycıoğlu 19 Mart 2017 Pazar 07:00 - Güncelleme:
Gökay Kalaycıoğlu ile haber bahane

Sürüden ayrı insanları sevdiğimi bilirsiniz, elimden geldiği kadarıyla öyle olmaya çalıştığımı da... Millete faydalı işler yapan, üreten ve vatanperverlikten bir an olsun uzaklaşmadan kendi hayatına sahip çıkan ve kendi renkleriyle, kendi gökkuşağının renklerini veren ruhlara ayrı bir hayranlığım var! İşte bu hafta böyle bir karakter ile yollarım kesişti, aynadaki yansımamı görmüşüm gibi bir hissiyat! Hayatı ise hem esprili hem maceralı hem de cesur anekdotları içeriyor. Düşünsenize İmam Hatipli ve İlahiyat mezunu bir genç! O zamanki algıda herkes imam olmasını bekliyor. Ticaret yapıyor, işler yolunda gitmiyor. Askerlik ayrı macera! Geliyor ve 15 gün sonra evleneceğini öğreniyor. Aylarca işsiz kalıyor! KPSS’ye hazırlanırken ve İngilizce eksikliği varken tek bir telefonla hayatı değişiyor! O ses, amca bildiği ve kahraman addettiği Recep Tayyip Erdoğan’ın sesi... Böylece bu genç adam, bir anda bürokrasi ve siyasetin içinde kendini buluyor! Yıllar içinde kendini geliştiriyor ve bugün Cemal Kamacı gibi bir adama yaraşır evlat olarak milletine Cumhurbaşkanlığı Danışmanı olarak devam ediyor. Buyursunlar efendim bu hafta da haber bahane, Mustafa Kamacı ile sohbet ise hakikaten şahane...

Genç bir bürokratsınız, siyaset ve bürokrasi ile iç içesiniz. Yollarınız nasıl kesişti bu dünya ile?

Küçük yaşlardan beri Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan ile irtibatım var. Yıl 1985-1986 o zamanlar ve ben 6-7 yaşındayım düşün ki babam o dönem Refah Partisi Sakarya İl Başkanıydı, Cumhurbaşkanımız da o dönem İstanbul İl Başkanıydı. Babam yabancısı olduğu siyasette hedeflerini belirlerken, siyaseti öğrenirken, siyasi rehber olarak hep Recep Tayyip Erdoğan’ı kılavuz edindi. Babam sürekli Sakarya’ya gelen Tayyip Erdoğan’ın çok desteğini gördü. Hatırlarım beni yanaktan ziyade, alnımdan öpen yegane insan Tayyip Erdoğan oldu.

Bir şekilde elinde büyümüşsünüz diyebiliriz...

Evet. Amca olarak addettiğim insandır. Aradan yıllar geçti, siyasette ilerlediler. Ben büyüdüm. Mitinglerde sunuculuk yapardım, şiirler okurdum. Okuduğum şiirlerde hep Cumhurbaşkanımızın vurgusu ve rengini hissederdi dinleyenler, gurur duyardım. Amcam gibi görmenin dışında, kendisiyle şiirle gelen bir iletişimimiz vardı. Kendimi bildim bileli, 5-6 yaşımdan bu yana Tayyip Erdoğan’ı kahramanım olarak görürüm.

Ya gençlik yılları...

İmam Hatip’te okudum, ilahiyatı bitirdim. Derken askerlik zamanı geldi, Trabzon’da başladı askerlik maceram. Sonra beni Ankara’ya gönderdiler. Boksörlük var malum, Ankara bu anlamda sıkıntılı! Trabzon’a geri döndüm. İlahiyat bitirmiştim ve denk geldi. Bir gün Trabzon İl Jandarma Alay Komutanı beni çağırdı. Çok korktum tabii! Meğer kayınvalidesini kaybetmiş. Yasin-i Şerif okumamı istedi, okudum. Çok etkilendi. Askerliğimin 52 günü Yasin-i Şerif okuyarak ve iç posta olarak devam etti. İç posta olan bir diğer arkadaşım da gitar çalardı. Hayranı olduğum Barış Manço’dan mırıldanırdım. Güzel meşk ederek askerliği bitirdim. Askerlikten ayrılırken komutan bana el yapımı kemençe hediye etti, bana istisna bir askeri olduğumu ve beni iyi bir babanın yetiştirdiği evlat olarak gördüğünü söyledi. Tek eleştirisi vardı o da, Recep Tayyip Erdoğan’a olan sevgimdi. Askerliğimi uzatma ya da yakma pahasına dediğim şuydu; “Tayyip Erdoğan gibi bir insanı ileride tarih kitapları altın harflerle yazacak ve bizim çocuklarımız, gelecek jenerasyon da bunu okuyacak! Türkiye’ye de çok faydası olacak!”

Askerden dönünce...

Babam bir anda evlilik tarihini aldım dedi! Şoka girdim. “15 gün sonra Tayyip Amca’nın vakti müsait, o gün evleniyorsun” dedi. Bizde öyledir programlama Beyefendi’ye göre ayarlanır. 6 Haziran 2004’te Sakarya’ya geldi Beyefendi ve nikah şahidim oldu.

Bürokrasi ve siyaset ne zaman girdi hayatınıza?

İletişim alanında ticaret yapıyordum, işler kötü gitti kapattım. Askerden dönmüş ve evlenmiştim. KPSS’ye hazırlanıyordum. Ya bir camide imam olacaktım ya da din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmeni... Sekiz ay işsiz kaldım, eşim çalıştı. Babam destek olabildiği kadar oldu bana. Psikolojim darmadağındı! İş çevrem dağılmış, İngilizcem yok, test çözüyorum evde... Kendimi işe yaramayan bir adam gibi görüyordum. Bir telefonla hayatım değişti! Arayan babamdı, “Koş gel” dedi. Tayyip Erdoğan aramış babamı ve beni sormuş, “Benim emin ve güvenilir bir insana ihtiyacım var. Mustafa’yı alayım yanıma” demiş. Bir saniye bile düşünmeden ‘Evet’ dedim. Sonrasında ise ‘Ben ne işe yarayacağım’ kaygısı oldu. Beyefendi beni Ankara’ya çağırdı ve Dolmabahçe Ofisi’nin sorumluluğunu verdi. Böylece başlamış oldum.

Adaptasyonu nasıl sağladınız?

Kolay olmadı. Hemen aşamadım kendimi. Çağatay Kılıç o zamanlar özel kalem müdür yardımcısıydı ve yurt dışında tahsilini yapmış biri olarak İngilizcesi kusursuzdu. Rahmetli Mustafa Koç ilk ağırladığım misafirdi. Hangi okullardan mezun olduğumu sorduklarında şaşırmışlardı, siyaset bilimi okuduğumu düşünmüşler. Yurdun insanı olduğumu, donanımım zayıf olsa da kendimi geliştiriyor olduğumu anlatmıştım kendilerine.

İMAM HATİPLİLER ERKEN YAŞTA BİLİNÇLENİR

Alaylı biri olarak aslında pek çok gence örnek oldunuz bu anlamda değil mi?

Yıl 2005’di ve o dönemlerde İmam Hatipli ve İlahiyatçı biri olarak bizler hep imam olmaya şartlanmış kişilerdik. Tayyip Erdoğan bu algıyı yıktı. Biz buralarda yetiştik ama her eğitimi aldık. Allah’ın kitabı Kur’an-ı Kerim’i, açıklamasını, mealini, tefsirini de gördük. Fıkıh da gördük, İslam hukuku da okuduk, klasik felsefe de öğrendik. İmam Hatipli erken yaşta olgunluğa erer! Akranları daha farklı şeyler peşindeyken, o dini hassasiyetleriyle yetişir. Erken bilinç sahibi olur.

İngilizce işini nasıl çözdünüz?

2008 yılında Beyefendi Özel Kalem Müdürümüz Hasan Doğan Bey ile üç aylığına İngiltere’ye gönderdi. Bu ani eğitime gönderilişin kendim için olmasa da Hasan Bey için bir şeylere gebe olduğunu hissetmiş ve kendisine de söylemiştim. Hasan Doğan’ın çok güzel bir çalışma sistemi vardır, çalışkan ve fedakardır. Müzik ile ilgili de bana destek olan ve hep kılavuz edindiğim Berat Albayrak da bürokratik açıdan örnek almam gereken kişinin Hasan Doğan olduğunu söyler. Bürokraside ilk göz ağrım Hasan Doğan’dır. Londra’dan döndükten sonra o dönem Özel Kalem olan Hikmet Bulduk görevinden ayrıldı ve tahmin ettiğim gibi oldu. Hasan Doğan Beyefendi’nin özel kalem müdürü oldu.

Babam 1985-1986 senelerinde Refah Partisi Sakarya İl Başkanı’ydı.

O yıllarda yabancısı olduğu siyasette hedeflerini belirlerken, dönemin İstanbul İl Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı rehber olarak görmüştü.

İmam Hatip’te Allah’ın kitabı Kur’an-ı Kerim’i açıklamasını, mealini, tefsirini, fıkıhı da gördük, İslam hukuku da okuduk, klasik felsefe de öğrendik. İmam Hatipli, akranlarına göre erken yaşta olgunluğa erer. 

Çalışma prensibimiz;oku, düşün, uygula ve neticelendir!

Kahramanım dediğiniz kişi Recep Tayyip Erdoğan ile çalışmak nasıl bir sorumluluk yükledi size?Unutamadığınız bir anınız var mı?

O dönemler Yalçın Akdoğan, Nabi Avcı, Egemen Bağış danışmanlarımız arasındaydı. Özel kalem odasına her girip çıktığımda hamama girmiş gibi oluyordum. Vatandaştan gelen her mektubu Beyefendi titizlikle sonuna kadar okur, notlar alır. Bundan çok etkilenmiştim. İmza atar ve bir yere gönderir, bazen cep telefonunu ister ve bizzat vatandaşı arardı. Sağlık konusunda özel bir talimatı vardı bana, bu anlamda gelen her mektubu çözüme kavuşturmaya çalışırdım. Her detayla ilgilenirdi, tek tek ve takibini yapardı! Zamanla ben de detaycı olmaya başladım. Okurdum mektupları en ince detayına kadar ve çözüme kavuştururdum. ‘Oku, düşün, uygula ve neticelendir!’ Bu da başka bir Rabia oldu bende! Bir şeye başlıyorsam, neticelendirmem gerekiyor! Havada kalmayacak. Ben bunu uyguluyorum. Her bir siyasetçi, bürokrat, üzerine düşen sorumluluğu olan herkes bunu yapsa dört başı mamur bir ülke oluruz. Çalışırken zorlandığımda hep Erdoğan’ın gözüyle bakmaya çalışırdım, özellikle Dolmabahçe’de! Çünkü her geldiğinde eksik bir şey mutlaka çıkardı. Zamanla onun gözüyle detaylara bakmaya başladım. Beyefendi’nin mesai kavramı hassasiyetidir, 9-5 mesai yapılacak! Kendisiyle çalışırken detaylara ineceksin, mesaine sahip çıkacak, başladığın işi çözeceksin, disiplinli olacaksın ve görev tanımını iyi bileceksin. Görevin dışına çıkmayacak, herkes işini yapacak. Bir de işgüzarlığı sevmez.

Çocukluğunuzdan beri tanıdığınız Beyefendi ile göz göze geldiğinizde neler hissediyorsunuz?

Müthiş bir sıcaklık hissediyorum. Çok serüven yaşandı, yakinen bilirim. 17-25 Aralık sonrasında kendisini ilk gördüğümde yine kendisine bakarak motive oldum, enerji aldım. Yılmadı. Gezi olaylarında en yakınındaydım. Öyle bir lider feraseti var ki kendisinde, üzüntüsünü de hayal kırıklığını da anlayabiliyorum ama hep hakka dayandığı için vız geliyor yaşananlar. Gözünde müşfik bir eda, bir karizma, imrenilesi bir çalışma azmi ve aşkı görüyorum. Dolmabahçe’de 10 senem geçti, tek kullanmadığı oda vardı o da dinlenme odası! Ne kadar geç vakitlere kadar çalışırsa çalışsın, ertesi gün sabah erkenden yine ofisinde olur.

Bürokrasi ve siyasette genç yaşta kendinizi kabul ettirmeyi bir başarı olarak görüyor musunuz?

 Ben 25 yaşımda girdim bu bünyeye! Erdoğan şimdi gençlerde alt yaşı 18’e indirme çalışmalarına başlayınca, laf ediyorlar. Oysa kendisi de o yaşlarda gençlik kollarında görev yapıyordu ve bize de aynı ufku veriyor. Genç kadromuz var. Hasan Doğan da 39 yaşında! On sene geriye sar, ilk zamanlar 29 yaşlarındaydı... Bir tane hocam vardı derdi ki “Gençler sizden tecrübelerinizi alır siz de onlardan gençlik iksiri alırsınız, karşılıklıdır.”

MÜZİĞE KARŞI DOĞAL BİR YETENEĞİM VAR! MAKAMLI OKUYABİLİYORUM

Bir yanınız siyaset ve bürokrasi ile iç içe...

Diğer yanınız ise müzik ile! 

Bir İbrahim Kalın’ın müzik bilgisi ve altyapısının yanında ben bir hiçim. Onunla sohbet ettiğim zaman bunu görüyorum, içimizde entellektüel birikimi çok yüksek biridir. İbrahim Bey ilktir ve müzikle hep iç içedir. İki sene önce tasavvuf musikisi ‘Dem Bu Dem’  isimli demo albümü çıkardığımda ilgiyle inceledi ve destekledi.

İkinci çalışmanız ise ‘Kehkeşan’ değil mi?

Evet! Geçen sene haziran ayında çıktı. Albümü yaparken eserleri özenle seçtik. ‘Dua’ ile, ‘Minareleri sen ezansız bırakma Allah’ım’ dedik. ‘A’ Is For Allah’, Yusuf İslam’ın 20 sene önce enstrümansız yaptığı parçaydı. Enstrümanlı yaptık. Cem Karaca’nın, ‘Allah Yar’ı bize eşlik etti. ‘Eni Ente Hurrun’ un yeri bende çok ayrıdır, Mursi’nin hapse girdiği zamanlara atıfta bulunur. Seyyid Kutub’u, yaralı coğrafyaları, fikrinden, düşüncesinden sebep hapis yatanları, Mursi’yi hatırlatır bana. Kardeşim sen özgürsün der; Sen Allah’a bağlandığın zaman sana kölelerin tuzağı ne yapabilir ki!

Müzik kültürünüzü nasıl özetlersiniz? 

79 yılında doğdum ve kendimi bildim bileli müzik hayatımda. İlahi, ezgi, marş, popüler ayırım yapmadan hepsini dinlerim. Barış Manço aşığıyım o da ayrı! Çağdaş bir halk ozanı olarak her şarkısında topluma ayrı bir mesaj vermiş. Yakın geçmişte Doğukan Manço ile tanışınca hayranlığım bir kez daha arttı. Müziğin evrenselliğine inanıyorum.

Bürokrasi ve siyasette olduğu gibi müzikte de alaylısınız yani... 

Evet alaylıyım ve dediğin gibi doğal yetenek. İmam Hatip ve İlahiyat dönemlerimde Kur’an-ı Kerim ile iştigal etmem bir gırtlak yapısını oluşturdu bende, makamlı okuyabiliyorum. Ezanların, Kur’an - ı Kerim’in hep makamları vardır.  Örneğin Beyefendi’nin okuduğu Kur’an tilavetinde acemaşiran, rast, nihavend ve uşak makamları dikkatinizi çeker.

MARŞIN SÖZLERİNİ BİR GECEDE YAZDIM 

Sizin iştirak ettiğiniz makam hangisi?

Kendime göre bir üslubum var. Daha çok Mısır okuyucularını, Abdül Basit Abdul Samet’i dinlerim. Kur’an-ı Kerim Mısır’da okunmuş, İstanbul’da yazılmış ve Mekke’de inmiş, nazil olmuştur. O yüzden nağmeleri hep Mısır’dan alırım. 

Yusuf İslam’ı nasıl buluyorsunuz? Hayranlık Barış Manço’ya ama tarzınızda ya da içinizde bir Yusuf İslam hayranlığı seziyorum... Yanılıyor muyum?

İçinde güzel anlam barındıran bana mesajı olan her müziği her tarzı seviyorum. Yusuf İslam’ın İslam’ı seçmesinden bu zamana geçirdiği evrim çok büyük. Enstrümana karşı çıkan Yusuf İslam şu an gitarıyla ulvi mesajlarını daha büyük kitlelere ulaştırıyor. Kalıcı eser bırakmak istek ve arzusu hep vardı içimde. Güzel sada bırakabilecek evsafta güzel sözleri olan güzel müzikler yapmak tek derdim. Bir yandan da alaylı dedik ya onu yok etme girişimlerim var. Oğluma keman dersi aldırıyorum. Ben ise gitar derslerinin yanı sıra şan ve makam dersi alıyorum.

Önümüzde bir referandum var ve 16 Nisan’ın hummalı çalışmalarına siz de bir katkıda bulunmak adına bir marş yazdınız, detaylarda neler var?

‘Evet Türkiyem’ isimli bir marş yazdım. Bir gecede kaleme aldım. Müzik piyasasında olacaksın, işini güzel yapacaksın, ehliyetli olacaksın, farklı olacaksın, farkını göstereceksin ama bu alemde de düzgün ilkeli durmaya azami gayret edeceksin. Bu ilkeler ışığında yaşayan, prensipli ve İmam Hatipli bir aranjör Sinan Kayabaşı da karşıma mesai arkadaşım ve hocam Necati Sancaktutan sayesinde çıktı. Gerçekten kendime bir yol arkadaşlığı, dostluk edindim öyle de gidiyoruz. Güzel bir şey yapmamız lazım, coşkulu ve neden ‘evet’ dediğimizi anlatmamız lazım dedik. Rahmetli Erol Ağabey’in kardeşi Cevat Olçok’a da danıştım... O da destekçi oldu ve güzel bir çalışma yapmamı istedi. Sinan bir akşam bestesini yaptı ve bana gönderdi. Kulağıma kulaklığımı taktım ve melodiyi dinlemeye başladım. Neden ‘evet’ diyoruz sorusuna cevap veren 18 maddeyi düşündüm ve bir gecede sözleri yazdım. Ertesi sabah Sinan’a gönderdiğimde müthiş bir mutluluk duyuyordum. ‘Hainlere zalimlere kalmaz bu dünya, hür yaşadık hür yaşarız duysun tüm dünya’ sözleriyle de en yakın tanıdıklarım Erol Olçok’ların, İlhan Varank’ların diğer şühedanın ve gözünü kırpmadan şehitliğe koşan gazi ünvanıyla aramızda olan tüm vatan sevdalısı insanların fedakarlıkları geldi aklıma.Onlar tıpkı ceddimiz gibi hür yaşadılar ve hürriyetleri uğruna şehit oldular! Ayrıca gelecek Türkiye’yi hayal ettiğim zaman, o göreceğim mutlu mesut çocuklarım için bırakabileceğim bir miras olarak düşündüm bu parçayı ve öyle yazdım.

Cumhurbaşkanımız dinlediğinde ilk yorumu ne oldu?

Katı ve acımasız eleştirileri ile motivasyonumu sağlayan mesai arkadaşım dostum Mustafa Varank sağ olsun dinletti. Kendisinin de kulağı çok iyidir ve 7-24 beyefendiyle birlikte olması ve hiyerarşi itibariyle uygun olan buydu. En sevindiğim nadide anlardan bir tanesiydi Varank’ın “ Tamamdır. Beyefendi beğendi mitinglerde çalacağız. Ben talimatı arkadaşlara verdim! “ sözleri.

Başka çalışmalarınız var mı?

Beyefendi için yazdığım bir parça daha var onu inşallah ileride, yeni sistem hayata geçtiğinde kullanacağız. Bizzat kendisi söylemiş. Kendileri o kadar ince ve naif bir insan ki içerisinde Tayyip Erdoğan’ı barındıran bir parçayı bu süreçte kabul etmedi. Çünkü bu bir halk oylaması ve millet için, devletin bekası ve aydınlık yarınları için! Tayyip Erdoğan’ın şahsına değil... Bu sebeple içinde Recep Tayyip Erdoğan’ın geçtiği herhangi bir parçanın şimdilik gereği yok demiş.

KAMACI’NIN EROL OLÇOK ANISINA KALEME ALDIĞI YAZI

AK Parti ve dolayısıyla tüm Türkiye Erol Ağabeyi’siz ilk kampanyasını yapıyor! Düşünün bir kampanya olacak ve onun bilgisine becerisine danışılmayacak, mümkün mü?

Öyle güzel analizleri vardı ki gözlemleri etütleri... İnsan sohbetinden mizah anlayışından latifesinden öyle keyif öyle verim alırdı ki... Ağzı açık onu dinleyen nice insanlar bilirim. Taklit yeteneği müthişti. Zaten iyi bir gözlemci olması onu işinde başarılı kılıyordu. Nice insanlar ondan destek aldı bir tebessümü bile bazen karşısındaki insana keyif vermeye yetiyordu. Gülüşü içtendi. Yapmacık hiçbir şeyi yoktu. Mertti. Dolmabahçe ofise her gelişinde gözlemlediğim Erol Ağabey. Ondaki yürüyüş, bakış, tarz, mimikler ve konuşma bana ecdadımı hatırlatırdı. Kendinden emin, kararlı, vakur. Bir bakış, bir duruş. Karizma tanımlaması dahi az gelirdi onu tarife. Belki cüsse olarak ecdadımdan farklıydı ama Erol Ağabey’in ufak tefek oluşu dahi ecdada benziyor fikrimden beni alıkoyamadı. Ve 15 Temmuz’da kalıbını bastı mangal gibi yüreğiyle. Reisime hayranlığına sevgisine matuf ismini verdiğine hiç şüphesiz emin olduğum canı kanı Tayyip Erdoğan’ı ile birlikte. Türkiye de 248 insanımız canımız ebediyete irtihal etti. Baba oğul ise bir ilkti. Bize olacak olsun ama önce evlatlarımızı esirgerdik değil mi? Ama namussuzun tüfeğinden çıkan kurşun evlat mı dinledi? 

Aynı anda şehadetleri ile bitmeyecek hesaplaşmamız başladı. Vatan için canını feda eden bir baba ve oğul bize daha bir hüzün getirdi evet. Diller lal oldu bir müddet. Zalimlere lanet okundu. Kahhar ismiyle dualar mırıldandı dudaklardan. Cenazesinde göğe yükselen dualar tek yumak olmuş yürekler vardı. Reisim yutkundu hemen önümde. Sesi kesildi konuşurken ona bu yürek acısı yaşatana dar etmeyecek miydik bu arzı!

Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın gömelim gel seni tarihe desem sığmazsın! Hercümerc ettiğin edvarada yetmez o kitap seni ancak ebediyetler eder istiap! Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer. Akif’imin dizeleri bu kadar mı anlamlı gelirdi. Onun yaşadığı hissi 248 can ile yaşatan Allah’ım hem de bu çağda. Büyük bir millet olduğumuz bilincini bize verdiler. Bizlerin arasından belki çekildiler ama ruhları ile ülkemize dinamizm veriyorlar.

Bugün Türkiye büyük bir sistem değişiminin eşiğinde. 15 Temmuz olmasaydı bu toplumsal ittifak olabilir miydi? Sözlerimin başında ifade ettiğim Erol Ağabey’siz kampanya sözümü utanarak geri alıyorum dostlar! Bu kampanya yine onun eseri! Anlamadınız mı hala? Meydanlara inen başkomutanımız başta olmak üzere her bir ferdimiz şehidimiz Erol Ağabey’in toprağa düştüğü nedenleri bu ülkenin yakasından silip atmak ve bir daha asla bu yüce millete ayar verme hesabına bile girilemeyeceğinin bilinciyle can-ı gönülden EVET diyecek.

Şuur illa Müslüman’ın takva olanına kullanılan bir söz değildir. Şuur vatanı için her şeyi göze alan bir bireyin gözünü kırpmadan toprağa düşmesidir.

Kahramanlar Ömer Halis Demir’ler, İlhan Varank’lar ve 248 şehidiyle istikbalimize daha net bakabilmektir. Erol Ağabeyim hiç şüphesiz senin kampanyanı yürüttüğün bu halk oylamasına biz EVET diyeceğiz.

Seni ebedi diyara, adn cennetlerine kavuşmana neden olanlara aslında kızmıyoruz! Sen mabuduna kavuştun. Hür yaşadın hür öldün! Biz bizi dünyada sürgüne mahkum edeceklere bizi tutsak etmek isteyenlere istikbal mücadelesi veriyoruz. Ötelerden bize verdiğin ruha layık olacağız ey Erol Ağabeyim. Tayyip’im adın ne şanlı ne büyük! Tıpkı babanın ilham aldığı insan gibi. Evvelallah sırtımız yere gelmeyecek. Biz sizi unutmadık ve daim hatırlayacağız. Sizler de bizi unutmayın. Esselamualeykeyaa ehli şuheda...