20 Nisan 2024 Cumartesi / 12 Sevval 1445

Kerbela Muhammedî bir davadır

Müslümanlık geleneğinden kopuş; Ramazan Bayramı’nı ‘şeker’, Kurban Bayramı’nı ‘et’ ile hatırlamaya indirgediği gibi Muharrem Ayı’nı da Aşure’den ibaret hâle getiriyor. Öyleyse muharrem nedir, Kerbela nasıl bir yangındır? Kalem erbabıyla birlikte hatırlayalım...

ZEYNEP TÜRKOĞLU16 Eylül 2018 Pazar 07:00 - Güncelleme:
Kerbela Muhammedî bir davadır

Hafta başı itibarıyla Hicrî takvimin bize söylediği yılbaşı girdi gündemimize. Özellikler sosyal medya akışkanlığında, tebrikleşmeler başladı. Yakınmalar elimizi ayağımızı zincirleyen mazeretlere dönüştüğünden hiç o sapa yola girmeyelim. Ama kabul etmek zorundayız ki, Müslümanlık geleneğinden kopuş kafa karışıklıklarını da beraberinde getiriyor. Tebrikleşmeler kadar, hatta yer yer daha fazla göze çarpan şey, yalan yanlış söylenenler ve onlara yapılan düzeltmeler oldu. Mesela “Hicri takvimin başlangıcı Muharrem’dir, dolayısıyla Hicret’in de yıldönümüdür!” Eh, tabii ki yanlış. İçinde Hicret hadisesinin yer aldığı sene, Müslüman takviminin başlangıç yılıdır ancak, sene başlangıcı Arap geleneğinde Muharrem ayına endeksli olduğundan yılbaşı Muharrem’in biridir. ‘Biliyoruz bunu’ diyor olabilirsiniz. Ancak önceki Cuma namazına iştirak eden beyefendilerden birkaçı bahsetti; Cuma hutbesinde imam efendiler minberden cemaatin hem yeni yılını ardı sıra hicreti kutlamışlar. İkisi bir değil diye hassasiyet gösterip itiraz edenlerin sitemlerini de not düşüp devam edelim biz…

Muharrem’in yeni yılı başlatmasından başka içindeki acısıyla yüreklere serdiği Kerbela susuzluğu var bir de kuşkusuz. Gelenek de bu ateş sözlü edebiyatla, harlanmış. O kaynaktan beslenen güncel yazarlarla buluştuk biz de. Meşreplerine göre bildikleri Ehl-i Beyt’i ve Kerbela’yı dinledik.

 

“HER MUTTAKİ (TAKVA SAHİBİ)

ÂL-İ MUHAMMED’DİR”  Hadis-i Şerif

 

Özdamar ile yıllar evvel 24 TV için yapmış olduğum Okur-Yazar programında konuşmuşuz. Dönüp bakınca, gündelik, suni meseleler pörsüyüp kaybolurken, hakikat parçası olanların canlılığını, eskimezliğini gördüm. Doğrusu insanın içi yıkanıyor özüne baktıkça. Buyurunuz size uçmayan bir söz, kalan bir yazı. Bu ayın havasında okunursa tesiri katlanacak bir kitabını hatırlatalım Mustafa Özdamar’ın; Âl-i Aba-Ehl-i Beyt-Al-i Resul Aleyhisselâm…

Ehl-i Beyt konusunu irdelerken akla gelen üç kavram var. Âl-i Abâ, Ehl-i Beyt ve Âl-i Rasul Aleyhisselam. “Allah sizi aklayıp paklamak istiyor” şeklindeki 33. Surenin 33. ayeti geldiği zaman, Efendimiz hırkasının içine Hz. Fatıma’yı , Hz. Ali’yi Hz. Hasan’ı ve Hz. Hüseyin’i alıyor. Ondan sonra “Ya Rabbi benim Ehl-i Beytim bunlardır, bunları akla pakla” gibi bir niyazda bulunuyor. Birkaç sahnede geçiyor böyle şeyler. Kaç kişi var abanın içinde, Habib-i Hüda Hazretleri var, Hz. Fatıma, Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin. Beş kişi. Ondan dolayı da Pençe-i Âl-i Aba diye de anılır. Beşli yani. Ehli Beyt kavramı içine de Hz. Peygamberin ailesi giriyor. Çocukları, hanımları, amcalarından, amca uşaklarından bazıları giriyor. Pençe-i Âli Aba dedik, Ehl-i Beyt dedik, daire daha da genişleyecek. Üçüncü bir daire var ki; Âl-i Resul. O en geniş daire. Başta saydıklarımıza dahil olmak için ya o soydan geleceksin, ya o soydan olanla evlenmek suretiyle muttasıl olacaksın. Peki böyle bir imkan olmamışsa? O daireyi o kadar genişletiyor ki adı güzel kendi güzel Cenab-ı Peygamber. Çevresinde “Biz oradan gelmiyoruz, öyleyse o şana şerefe nasıl ulaşacağız?” diye sorulunca buyuruyorlar ki “Her muttaki Âl-i Muhammed’dir.”  Bu Kütüb-i Sitte’de yer alan bir Hadis-i Şerif’tir. Ulema efendiler sahih miydi değil miydi bunu tartışabilirler. O ilim adamlarının işi. Ama biz bu “Her muttaki Âl-i Muhammed’dir” sözüne yüzde yüz iman ederiz. 

Anlamak başka bir konu ama hiç değilse Ehl-i Beyt’i tanımak için hangi kaynaklara başvurabiliriz? 

Ben bu kitabı yazmadan evvel Ehl-i Beyt’le ilgili araştırmalar yaptım ama okuduğum kitaplar beni sarmadı. İfadeler ayrıştırıcıydı. Ya küttü, ya sivriydi. İki uçtan biriydi. Onlar benim zevkime uymadı. Ben işin fitne boyutuna girmeden, muhabbet faslından bir şeyler ortaya koymayı arzu ediyordum. Bana Gülgûn Uyar’ın Ehl-i Beyt kitabını hediye ettiler. Bu kitabını okuduktan sonra bende  kesinlikle artık bu konuda bir kitap yazma arzusu tomurdu. Tetikleyen o olmuştur. Çünkü Gülgûn’un kitabı akademik çapta kaleme alınmış en detaylı, en doyurucu kitap bana göre. Hem fitneyi kaşımıyor. Hem gelip çattığımız yer; ehl-i sünnet kaynaklarından taranarak, öbür tarafı da ihmal etmeden yapılmış bir çalışma. Emevîler’le Ehl-i Beyt arasında sürtüşmenin yaşandığı yıllarda çok çirkin şeyler olmuş. Olmamış değil. Ama aynı şey enteresandır, onlara dahil olmalarına rağmen Abbasiler döneminde de Ehl-i Beyt sıkıntı çekmiş. Hayatın akışı içinde var. Şimdi hâlâ Emevîler ortadaymış gibi helvası kazanda unutulmuşlar, bir ayrışma sürdürüyorlar. Yahu gerek yok. Emeviler tarihten silinmiş. Hiç kimse de Emevî taraftarı da değil. İsimleri bile kalmamış toplum içerisinde. Tarihte var, onu değiştiremezsiniz. Şimdi halk bu problemi öyle çözmüş ki, insanlar sevdiklerine sevdiklerinin isimlerini vererek yaşatırlar. Dünyanın her noktasında çocukların adı Ali Veli Hasan Hüseyin Fatıma’dır. 

"Emeviler tarihten silinmiş. Ama dünyanın her yerinde çocuklara Ali, Hasan, Hüseyin ve Fatıma ismi veriliyor."

Ali Berktay tarafından 1996’da yazılan ‘Kerbela’ adlı eser İstanbul Şehir Tiyatrolarının 100. yıl oyunu olarak 2015-2016 sezonunda sahnelendi. Galası 10 Muharrem’de yapılan Kerbela, özenli sahnelemesi, oyunculukları ve tarihi gerçekliğe saygılı yaklaşımıyla seyirci tarafından büyük beğeni ile karşılanmıştı. 

HÜSEYNÎLER ŞEHİT ZEYNEBÎLER ŞAHİTTİR 

Senarist-Yazar Ahmet Turgut, kitaplarında dini-tarihi olayları, tasavvufî bir bakışla hikâye ediyor. Kerbela vakası Ahmet Turgut kitaplığında üç önemli romanın odağında yer almış. Üçlemenin birinci adımında Aşkın Şehidi adı altında Hz. Hüseyin ve beraberindekilerin şehadeti anlatılmıştı. Serinin devamında Aşkın Elçisi ve Aşkın Secdesi gelmiş, bu kez okur Zeynebî Kerbela’nın ateşine davet edilmişti. Muharrem vesilesiyle, Kerbela’ya, bu romanları hatırlayarak baktık…

Bir Müslüman için Muharrem ayı neden önemli? Kerbela’da kime ne oldu?

Rasulullah (A.S.) Hakk’a yürüdükten sonra hicretin 61. Yılında, Efendimiz’in dünyayı değiştirmesinin üzerinden 50 yıl geçmişti. Malum Kerbela hadisesi vuku buldu. Emevi yönetimi, Ehl-i Beyt’e biat dayatmıştı. Tarih kitaplarına ahlaksızlığıyla, günahkârlığıyla, ille de zulmüyle geçmiş olan Yezid baştaydı. Evlad-ı Rasul böyle birini aklamamak için biat vermedi, direndi. Sonunda da Kerbela Vakası’nı gördük. 72 erkek, şehit edildi. 40’a yakın hanım ki onlar Rasulullah’ın torunlarıdır, zincire vurulup şehir şehir gezdirilmişlerdir. Geleneğimizde erkeklerin Kerbelasına Hüseynî Kerbela, kadınların Kerbelasına “Zeynebî Kerbela” denir. Seyyide Zeynep Yezid’le karşı karşıya geldiğinde “Senin arkanda yüz binlerce asker var ama vallahi yalnızsın. Allah benimle” der. Bu iman kırılmaz. Kerbela’nın bize dönük en önemli ibret vesikalarından biri bu inançlı duruştur. 

Tarihteki Kerbela’yı okuyup bireye dönmek istersek hangi gözle bakacağız? 

Enfüsî okuma diyor buna irfanî geleneğimiz. Yezid kötülüğü, Hz. Hüseyin’i davet ettiği halde arkasını dönen Kûfe halkı çıkarcılığı temsil ediyor. Kötülükle çıkarcılık birleşirse onların karşısında durabilecek temel unsur vicdandır. Birey bunları kendinde sınayabilir. Nefsindeki kötülük ile aklındaki çıkarcılık bir araya geldiğinde vicdana kulak tıkıyorsa, içindeki Kerbela’da safı bellidir. Dilde lanet okuduklarının tarafındadır. Vicdanın sesi yükseliyorsa kendi Kerbelasında Hüseynîliği, Zeynebîliği takip ediyor demektir. Yezid’le kavga edince Hüseynî, Firavun’la karşı karşıya gelince Musa-meşrep, Nemrut’a taş atınca İbrahimî olunmaz. Haklı olacaksın, haklı kalacaksın, haklılığa halel getirecek kimseyi yanında tutmayacaksın. Hüseynîlik sadece zalimle savaşmaya indirgenemeyecek muazzam bir irfandır.

Aşura aşı da yemekten ibaret değil bu durumda...

O aş yemeyi bilen için en büyük hikmet. Hepsi altında ateşin yandığı bir kazanda pişer. İçindeki üzüm üzüm olarak, nohut nohut olarak, buğday buğday olarak kalır. Ama bir araya gelince özgün lezzet verirler. Yani kazan ümmet kazanıdır. İçindekiler, milletler, mezhepler, meşreplerdir. Hepsi kendi özelliğini taşır, ama bir aradaki lezzeti hepsinin ötesinde özgündür. Biz bunu İbn-i Arabi’de vahdette kesret, kesrette vahdet diye okuduk… Bunun, bireyde de, sosyolojide de, siyasette de açılımı vardır. Bu aşın lezzetindeki tatlılık hikmeti ise bir müjdedir. Kur’an-ı Kerim’de Efendimize “Sen ebter –soyu kesilmiş- olmayacaksın” denilmiştir. Kerbela günü ben Müslümanım diyenler O’nu ebter kılmaya kastetti. Ama o badireden biz İmam Zeynel Abidin’in sağ kurtulduğunu biliyoruz. Kerbela Muhammedî bir davadır. “İnne şanieke hüvel ebter”in bayramıdır o yediğin bir kaşık tatlı şey.