20 Nisan 2024 Cumartesi / 12 Sevval 1445

Mezun vermeyen mektep: Marmara Kıraathanesi

Bugün yeniden ihya edilmek istenen kıraathaneler bir dönemin akademileriydi aslında. Bu mekanlar arasında akıllarda kalan kıraathanelerden biri de kuşkusuz Marmara idi. Saatlerce çay ve kahve eşliğinde kültür, sanat, tarih ve politika muhabbetlerinin yapıldığı dönemin önemli yazar, gazeteci ve akademisyenleri ile kalburüstü aydınlarının bir araya geldiği Marmara Kıraathanesi, sohbet kültürünün sürdürüldüğü güzide bir ilim eviydi.

MERVE YILMAZ ORUÇ30 Eylül 2018 Pazar 07:00 - Güncelleme:
Mezun vermeyen mektep: Marmara Kıraathanesi

Beyazıt Meydanı İstanbul’un en eski yerleşim yerlerinden biri. Bugün oteller, pasajlar, restoranlar ile dolu olan Beyazıt, bir zamanlar kültürün ve sanatın kalbiydi. İstanbul Üniversitesi, Sahaflar Çarşısı, Beyazıt Kütüphanesi, yayınevleri ve kıraathaneleri ile dikkat çeken semt, profesörler ve kalburüstü aydınların uğrak yeriydi. Günümüzde halen bir kaç kültür-sanat mekanı olsa da o eski atmosferi yakalamak mümkün değil. Gazeteci, yazar, üniversite hocaları ve şairlerin sık sık ziyaret ettikleri kıraathaneler bu kişilerin bir araya gelip sohbetler ettiği kimi zaman tarih kimi zaman edebiyat kimi zamanda ülke olayları ile tarih konuştukları yerler bölgenin sembolüydü. Çoğu aydın da bu bölgede ikamet ederdi. Bu kıraathaneler içerisinde kuşkusuz öne çıkan ve mekanı bir akademiye çeviren yerlerden biri Marmara Kıraathanesi. Marmara’dan önce bu geleneğin Küllük ve Acemin Kahvesi’nde başladığını söyleyen Emin Işık, Marmara Kıraathanesi’nin bu kahvehane geleneğinin son temsilcisi olduğunu söylüyor. Bu kıraathanelere sadece aydınlar değil öğrenmeye istekli sosyal statüsü ne olursa olsun herkes gelebiliyordu. Bugüne baktığımızda ise kıraathaneler genelde insanların oyun oynamak için gittikleri bir yer haline geldi. Kıraathane’nin kelime anlamı okuma evi. Bu işlevini bir süredir yitiren mekanlar aslına dönmeye başladı. Geçtiğimiz Haziran ayında Başkanlık seçimleri sırasında Hatay’da konuşan Başkan Recep Tayyip Erdoğan Millet Kıraathaneleri kuracaklarını içerisinde kitaplarla dayalı döşeli kütüphane olacağını ve gelen misafirlere ücretsiz olarak kek, çay ve kahve ikram edileceği müjdesini vermişti. İnsanların hem okuyup hem sohbet edeceği, birbirileri arasında fikir alışverişinde bulunacağı yeni eğitim ve öğretim mekanları ülkemizin kültür refahı için kuşkusuz fayda sağlayacaktır. 

Marmara Kıraathanesi’nden bu kadar bahsetmişken o döneme şahitlik eden Prof. Dr. Abdullah Uçman, İlahiyat Profesörü-yazar Emin Işık ve yazar Üstün İnanç’tan o yılları dinledik. 

Cem Sökmen’in kaleme aldığı ve İBB ile Kültür A.Ş.’nin katkılarıyla çıkan Marmara Kıraathanesi Beyazıt’ta Bir Hayat Sahnesi kitabı 1950’li yıllardan 1980’li yıllara ışık tutan önemli bir yapıt. 

Sol baştan; Şoför Kamil, Celal Er, Hazim Yivlik, Köse Zeki, Yumuşhan Günay 

PROF. DR. ABDULLAH UÇMAN: ÖZÜMÜZDE SÖZLÜ KÜLTÜR VAR 

Bizim geleneksel kültürümüz şifahi bir kültürdür. Biz nedense yazmayı değil, konuşmayı seven bir milletiz. Sözlü kültürün mekânları da eskiden tekkeler, dergâhlar ve kahvehanelerdi. Tanzimat’tan sonraki yıllarda Beyazıt’ta Sarafim Kıraathanesi, mütareke yıllarında da Nuruosmaniye’deki İkbal Kıraathanesi aynı şekilde devrin aydınlarının buluşma yeriydi. Marmara Kıraathanesi’nden önce Beyazıt Meydanı’nda Küllük diye bir mekân vardı. Küllük’ün yıkılmasının ardından buraya gidenler Marmara Kıraathanesi’ne devam ettiler. Marmara’nın orkestra şefi rahmetli tarihçi Ziya Nur Aksun idi. Hemen yanı başında rahmetli Erol Güngör, Prof. Nuri Karahöyüklü olurdu. Bunlardan başka Ali İhsan Yurd, Sahaflar Şeyhi Muzaffer Ozak, Mehmet Şevket Eygi, arada bir görünen Abdullah Öztemiz Hacıtahiroğlu, Mehmet Genç, Filozof Cemal, Hilmi Oflaz, Das Mehmet, Mehmed Çavuşoğlu, Yurdakul Dağoğlu, Ahmet Nuri Yüksel, Ahmet İyioldu, Erdinç Beylem, M. Niyazi Özdemir ve Mustafa Miyasoğlu Marmara  Kıraathanesi’nin konuklarındandı. Genellikle akşam ezanından sonra Ziya Bey’in kıraathaneye gelip yerini almasıyla yavaş yavaş etrafındaki halka genişlerdi. Ben de 70’li yıllarda fakülteden mezun olduktan sonra buraya gitmeye başladım. Bizim gibi çömezler bir kenara ilişir, uzaktan da olsa Ziya Bey’i pür-dikkat dinlerdik. Marmara cemaati ile 1972 yılının Eylül ayında, Osmanlı Devleti’nin kuruluşu dolayısıyla Söğüt’te yapılan geziye gittim. Sohbet, musiki ve samimi bir dostluk havası içinde bu gezilerin bende bıraktığı etkiyi hâlâ unutamıyorum. Bir dönem kıraathanenin sahibi değişti ve yavaş yavaş dağılma süreci başladı. Müdavimler, bir süre Çemberlitaş’ta Milliyetçiler Derneği’nin köşedeki küçücük odasında, bir süre de Ziya Bey’in Karaköy’deki matbaasında sohbetleri sürdürdü. Daha sonrada tamamen dağıldı. Beyazıt’ta Beyazsaray’da Enderun Kitapevi’nde de bu tür sohbetler yapılıyordu. Burada koro şefi rahmetli Ali İhsan Yurd hoca idi. Ramazan aylarında Cumartesi günleri dükkânın önünde iftar sofraları kurulur; İsmail Bey geleneğe uyarak iftara gelenlere diş kirası verirdi. Geçtiğimiz iki yıl öncesine kadar Cağaloğlu’nda Çatalçeşme Sokağı’nda Mehmet Varış’ın Kitabevi’nde bu gelenek devam etti. Bizde maalesef kurumlaşma olmuyor; Marmara Ziya Bey ile, Enderun İsmail Bey ile kaimdi; onlarla beraber bu mekânlar tarihe karıştı. Hayat değişti kıraathanelerin yerini kafeler aldı. Millet Kıraathaneleri tekrar canlandırmak güzel olur. Ancak önceden ayrıntılı bir hazırlık yapmak gerekir. Yukarıda sözünü ettiğim mekânların bir ruhu vardı; yani bu tür mekânlarda sadece masa, sandalye, gazete, kitap, bilgisayar bulundurmakla o ruhu veremezsiniz. Hasbî olarak, herhangi bir karşılık beklemeden bir ruh verilebilirse, mekânların faydalı olacağına, yeni nesillerin buralardan feyz alabileceğine inanıyorum.

Marmaratörlerin gelenekselleşen Söğüt gezilerinden bir kare. Ziya Nur Aksun’un başlattığı her Eylül ayında gerçekleşen gezilerde Osmanlı Devleti’nin kurulduğu yerler ziyaret edilir ve sohbetler yapılırdı.

İLAHİYAT PROFESÖRÜ VE YAZAR EMİN IŞIK: ANLATILANLAR DERS GİBİYDİ

Marmara Kıraathanesi’nden önce Küllük ve Acemin Kahvesi vardı. Marmara Kıraathanesi bu kahvehane geleneğinin son temsilcisidir. Marmara’nın  ön tarafı sohbet için ayrılmıştı. 5-6 basamak merdiven çıkarak kıraathaneye girilirdi. Masalarda hemen hemen herkesin oturduğu yer belliydi. Sağdaki en dipte kalan masada Prof. Nuri Karahöyüklü otururdu. Matematik profesörü olmasına rağmen tarihi mevzuları konuşurdu. İsmail Ragıp’ın masasında siyaset konuşulurdu. Onun yanındaki masaya Ziya Nur Aksun otururdu.  Burada Osmanlı tarihi konuşulurdu. Kapıya en yakın olan soldaki masada ise edebiyat konuşuluyordu. Gemlikten her cumartesi günü Abdullah Aytemiz gelirdi. Kendisi doktordu ama edebiyata meraklı biriydi. Kıraathane’nin müdavimlerinden biri de kitap hastası Filozof Cemal’di. Yine Şeyh Muzaffer Ozak vardı. Eskiden Beyazıt Camii’nde müezzinlik yapmış hakiki bir sahaftı. Kahveye yatsı namazından sonra gelir öncelikle fıkralar anlatır, taklitler yapar sonra dini konulara girerdi. Burada konuşulanlar bir ders gibiydi. Kültür bakımında nadide bir yerdi. Bugün ise kahvehane kültürü farklılaştı. Beyazıt’taki o kültür bölgesinin yerini de iş yerleri ve oteller aldı. Televizyonun ortaya çıkması ile sohbet kültürü bozuldu. Bugün eski kıraathaneleri yaşatmak mümkün değil. Çünkü o nesil yok artık. Herkes kendisine yeterim sanıyor. Bugünlerde Millet Kıraathaneleri’nin yeniden açılması gündemde. Gerçekten bir şeyler öğrenmek için buralara gelenler olursa yararlı olabilir.

YAZAR ÜSTÜN İNANÇ: KAPISI HERKESE AÇIKTI

Marmara büyük bir kıraathaneydi. Edebiyat, kültür, sanat, politika, tarih her şey konuşulurdu. Müdavimleri arasında; Bakırköy Akıl Hastanesi kurucularından Dr. İzzetin Şadan, Güngör Taşel, Ziya Nur Aksun, yüksek matematik hocası Prof. Dr. Nuri Karahöyüklü, Prof. Dr. Saip Atademir, Şeyh Muzaffer Ozak vardı. Necip Fazıl Kısakürek de gelirdi. Birde Marmaratörler vardı. Marmaratör tabirinin ortaya çıkışı da ilginçti. O dönemde Millet Meclisi’nin üstünde bir senato vardı. Bu senatodan da kıraathaneye gelenler olurdu. Bir gün Marmara’nın müdavimlerinden Reşat Şen kıraathaneye gelirken yolda bir senatör ile karşılaşıyor, konuşarak kıraathaneye doğru yürürlerken  bir konuda tartışmaya başlamışlar. Senatör Reşat Bey’e cevap veremeyince sinirlenip, “Bugüne bugün ben bir senatörüm” demiş buna karşılık Reşat Şen’de gayet sakin bir şekilde “Bende Marmaratörüm” diyor. O günden sonra ağızlara yerleşiyor bu tabir. Her kesimden insanı burada görmek mümkündü. Mesela Abidin Nesimi vardı. O karşıt görüşteydi. Marmara’ya satranç oynamaya gelir sonra sohbet lobisine uğrar Ziya Nur Aksun ile muhabbet ederdi. Herkes birbirini sever sayar ve sahip çıkardı. Bir gün benim Konya’dan arkadaşlarım geldi. Çaylar, kahveler içildi. Ama ben öğrenciyim cebimde param yok nasıl ödeyeceğimi bilmiyorum. Garson yanına gidince bana “Sizin hesap Ziya Nur Hoca tarafından ödendi” dedi. Çok mahcup oldum ama sevindim. Burası adı konmamış bir çeşit akademi gibiydi. Daha sonra başka adlarla kıraathaneler yeniden kuruldu ancak Marmara’nın tadı hiçbirinde olmadı.