20 Nisan 2024 Cumartesi / 12 Sevval 1445

Neden öfkeliyiz?

“Genel olarak duygularımızı iyi ifade edebilen, açık sözlü ve uzlaşmacı bireyler olmak yerine kızdığımız şeyleri içimize atmayı ve kin tutmayı tercih ediyoruz. Oysa bu sağlıklı bir tavır değil. Bana göre herkes, tüm hoşgörüsü ile kendisini rahatsız eden konuları uygun zamanlarda karşısındaki ile paylaşarak bir orta nokta bulmayı alışkanlık haline getirmeli.”

ALİ DEMİRTAŞ19 Ağustos 2018 Pazar 07:00 - Güncelleme:
Neden öfkeliyiz?

Hormonlar, hastalıklar, geçim sıkıntısı, iş hayatında çatışan menfaatler, zaman baskısı, trafik stresi, farklı siyasal görüşler, park etme meselesi, “Eşime baktın” suçlaması ya da borçlu-alacaklı kavgası… Günlük yaşamımızda bizleri öfkeye sürükleyecek sayısız sebeple bir arada yaşıyoruz. Şüphesiz ki, her sağlıklı insan zaman zaman bazı kişi ya da olaylara sinirleniyor ve bir şekilde öfkesini çevresindeki kişilere göstermek istiyor. Peki, öfkenin beyindeki oluşumu nasıl? Kızgınlığı kontrol etmek mümkün mü? Sinirlendiğimizde bedenimizde nasıl değişimler gerçekleşiyor? Bütün bu soruların yanıtını, REEM Nöropsikiyatri Kliniklerinin Kurucusu ve Yöneticisi olan Uzman Nörolog Dr. Mehmet Yavuz anlattı.

Öfke, kızgınlık gibi duyguların doğru kullanıldığında kişiye kendisine göre ilişkiler ve yaşam biçimi kurabilmesi açısından faydalı olabileceğini söyleyen Uzman Dr. Mehmet Yavuz, “Öfkesini hiç kontrol edemeyen bir kişi günlük hayatında istemediği bedeller ödemek zorunda kalabilir. Bunun tersi olarak öfkesini sürekli bastıran kişi de içsel kızgınlığını biriktirecek, ihtiyaç duyduğu huzurlu ve neşeli yaşamı kuramayacaktır. Ayrıca bastırılan öfke, uzun dönemde psikosomatik hastalıklara sebebiyet vereceğinden amacımız öfkeyi bastırmak değil, duygularımızı yönetmeyi öğrenmek olmalıdır.” dedi.  

ÖFKENİN KORKU VE ŞİDDET İLE İLİŞKİSİ 

Uzman Dr. Mehmet Yavuz’a göre çoğunlukla öfkenin arkasında korku var. Korku, önce öfkeyi sonra şiddeti tetikliyor. Korku ne kadar derin olursa, öfke ve şiddet de o denli ağır oluyor. Kişi korkusuna sebep olan şeye, kendisini kötü hissettirdiği için öfke duyuyor. Bu nedenle öfkelenmek, çoğu kez psikolojik kimi zaman da fiziksel şiddetle sonuçlanıyor. Yavuz, bu noktada ilk düşünülmesi gereken şeyin korku ile aklımıza gelen olumsuz senaryoları gerçek hayatta pek fazla yaşamadığımız gerçeğinin olması gerektiğini söylüyor ve ekliyor: “Patronunuz yeni eleman aradığına dair iş ilanları vermeye başladığında, ilk aklınıza gelen, işten çıkartılacağınız olmamalıdır. Çoğu zaman aşırı korkularla yanlış alarm verip hem kendimizi üzeriz hem de başkalarına hayatı zindan ederiz.” 

Öfke, korku, heyecan, stres durumlarında sempatik sistemin faaliyete geçtiğini söyleyen Yavuz, beynimizin genel itibariyle bir tehdit ya da tehlike algıladığında bir yandan bunun psikolojik boyutu olarak korku hissi oluştuğunu, diğer yandan amigdala ve hipotalamus aracılığı ile sempatik sistemin aktive edildiğini belirtiyor. Ve sonuç olarak kalp atışları ve soluk alışverişin hızlandığına dikkat çeken Yavuz, bu süreçte bronşların genişlediğini, gözbebeklerin büyüdüğünü, terlemenin arttığını ve kan şekerinin yükseldiğini söylüyor. Ayrıca kılcal damarların daraldığını, kan basıncının yükseldiğini belirten Yavuz, öfke nedeniyle sempatik sistemin aşırı aktive olmasının, kanın pıhtılaşma düzeyini de yükselteceğini ifade ediyor. Dolayısıyla zaman zaman halk arasında, “Öfkelenince felç indi” ya da “Üzüntüsünden kalp krizi geçirdi” diye anlatılan bu tip olaylar aşırı öfke, korku, üzüntü ve stres esnasında beyin damarlarında veya koroner damarlarda gelişen pıhtılaşma eğilimi nedeniyle gerçekleşiyor. 

PSİKOPATLAR VE MAO ENZİMİ 

Psikopatlar ve anti sosyal kişilik bozukluğu olanların da çok çabuk öfkelenip şiddet eğilimine girebildiklerini söyleyen Dr. Yavuz, psikopatların aile özelliklerine bakıldığında, çoğunun ebeveynsiz büyüdüğüne dikkat çekiyor ve ekliyor: “Yalnız büyümenin yanında sigara içen ve şeker hastası annelere sahip olmak da belirgin bir özelliktir. Bu kişilerin beyinlerinde, monoamineoxidase (MAO) isimli enzim, normal insanlara göre daha az salgılanır. Bu enzimin azlığı, bireylerin yetişkinlik dönemlerinde asosyal ve saldırgan özellikler göstermelerine neden olur. Elbette genetik miras ve travmatik çocukluk öyküsü de bunda rol oynar.”

Peki, MAO enzimi bunu nasıl başarıyor derseniz? Dr. Mehmet Yavuz bu durumu şöyle açıklıyor: “Normalde sinirlendiğimizde MAO enzimi, içimizdeki öfkeyi baskılar. Psikopat kişilerde enzim az salgılandığı için bu kişilerin sinirlendiğinde öfkelerini kontrol edemeyip saldırganlaştıklarına şahit oluruz. Ayrıca bu öfkenin sonuçlarıyla ilgili kaygı ve korku da yaşanmaz. Yine enzimin gereğinden az salgılanması nedeniyle bu insanlardaki sinir geçmek bilmez. Öyle ki son yıllarda nöro hukuk disiplini, böyle kişilerin suçlu mu yoksa hasta olarak mı ele alınması gerektiği üzerine kafa yormaktadır. Dolayısıyla bazı insanların kolayca soğukkanlılığını kaybetmesi, bilinç-bilinçaltı çatışmalarından, limbik sistemin ve amigdalanın çok labil yani değişken oluşundan, genetik bazı faktörlerden, yaşam aktivitelerinin gereğinden fazla inişli çıkışlı oluşundan, kişinin gelişen ve değişen şartlara adaptasyon zorluğundan ve kişinin yüzleşmekten korktuğu derin travma izlerinden kaçınması nedeniyle olabilir.”

ÖFKE YATIŞTIRILABİLİR Mİ?

Kaygılar ve öfke, mantıklı düşünce akışını bozarken kişinin içindeki engellenme hissini de büyütüyor. Yavuz, bu noktada kişinin duygularını yönetebilmesi ve öfkeyi bastırabilmesi için öncelikle bir farkındalık, sakin bir içgörü geliştirmesi gerektiğine dikkat çekiyor. “Gündelik yaşam, mantığı yüceltse de kişinin hayatından tatmin olması ve mutluluğu, duygularıyla bağlantı kurabilmesiyle yakından ilişkilidir.” diyen Yavuz, öfkeyi yatıştırabilmek için kullanılan en basit ve kolay tekniğin, ortamdan uzaklaşmak ve olayın içinden çıkmak olduğunu savunuyor. Bunun, anlık öfkelerde işe yaradığını söyleyen Yavuz, “Ancak bir kişi olur olmaz her şeye öfkeleniyorsa, bir diğer ifade ile bireyin öfke eşiği düşük ise, o kişiye spor yapmasını, dövüş sanatları ile ilgilenmesini tavsiye edebilirim. Kişi, içindeki anlamsız şiddet duygusunu spora yansıtarak rahatlayacaktır.” diyor.

NEFESİNİ TUT VE İÇİNDEN SAY

Nefes tekniklerini öğrenip uygulamak da öfkeyi kontrol edebilmek açısından oldukça önemli. Kişi kendini denetlemekte güçlük çektiği bir anda, derin derin nefes alıp nefesini içinde tutarak sayı saymaya başladığında bu durum zihin için öfkeyi durduracak bir kontrol paneli gibi işlev görüyor. Dr. Yavuz bu durumu şöyle açıklıyor: “Derin acı ve şiddete sebep olabilecek dozda yüksek öfke tablosunda amaç, önce kişinin kendini kaptırdığı düşünme biçimini durdurmaktır. Öfkesini kontrol etmekte zorluk çeken kişiler, psikolojide yer verilen hatalı düşünme modellerini ve nefes tekniklerini öğrendiklerinde son derece hızlı şekilde olumlu dönüşümler yaşayabilirler.”

RAHATSIZLIKLARIMIZI DİLLENDİRMELİYİZ

“Genel olarak duygularımızı iyi ifade edebilen, açık sözlü ve uzlaşmacı bireyler olmak yerine kızdığımız şeyleri içimize atmayı ve kin tutmayı tercih ediyoruz. Oysa bu sağlıklı bir tavır değil. Bana göre herkes, tüm hoşgörüsü ile kendisini rahatsız eden konuları uygun zamanlarda karşısındaki ile paylaşarak bir orta nokta bulmayı alışkanlık haline getirmeli.  Küçük sorunlarda bile yüz yüze gelip konuşamayan insanlar, birden bire büyüyüp dağ haline gelmiş sorunlarla karşılaşınca çözmek kolay olmuyor ve çatışma ortaya çıkıyor. Benim öfke konusunda kişisel gözlemim, Türk halkının normalde toleranslı olduğu; ne zaman ki işin içine evliliği, çocuğu, kutsal değerleri gibi önemli konular girerse o zaman kontrolsüz davrandığı yönünde. Ancak öfkesini nasıl kullanacağını bilmeyen pek çok bireyden oluşan toplumlarda, hele ki alkol, madde bağımlılığı, aşırı sıcaklar gibi ek tetikleyiciler de işin içine girerse, kimin nerede ne yapacağını kestirmek oldukça zor. Bunun için kadınlara, çocuklara ve hayvanlara yönelik şiddet olan durumlarda ekstra dikkatli davranmalı ve insanları yargılamak yerine nasıl davranılacağı ile ilgili seçenek göstermeliyiz. Pek çok kişi, kötü insan olduğundan değil, öfkenin kontrol edilebilecek bir güdü olduğunu bilmediğinden şiddete yöneliyor.”