20 Nisan 2024 Cumartesi / 12 Sevval 1445

Recep’i hesaba katmadılar

Erzincanlı Gündüz Ailesi’nin sekiz evladından biriydi Recep Gündüz. Babasına aldırdığı traktörün borcunu ödemek için İstanbul’a çalışmaya gitti. 15 Temmuz kanlı darbe girişimini haber alır almaz elinde Türk bayrağı ile darbeci katillerin işgal ettiği Boğaziçi Köprüsü’ne koştu. Ailesi için yaşadı. Vatanı için şehit oldu.

ZEYNEP TÜRKOĞLU15 Temmuz 2018 Pazar 07:00 - Güncelleme:
 Recep’i hesaba katmadılar

Darbe görünümlü işgal girişimi ve püskürtülmesi ani ve şiddetli bir ateş gibi yalayıp geçti Türkiye’nin yüzünü o gece. Sabahından itibaren içimizde şükür, akıllarda sorular vardı. Strateji uzmanları, siyasetçiler, gazeteciler, emekli askerler analizlerini sayıp dökmeye başladılar. Şöyle olsaydı, böyle olsaydı diye başlayan cümleleri hem atlatılan tehlikenin büyüklüğünü gösteriyor hem de darbecilerin muhtemel ihmal veya kazaları ile düştükleri hataları gözler önüne seriyordu. Önemli bölümü akılda tutulması gereken mühim tespitlerdi. Fakat o geceden sonraki sekizinci ayda tanıdığım, şehit Recep Gündüz’ün babası Yaşar Gündüz’ün sözleri kadar çarpanını duymadım;

“Ablam, bunu zaten herkes bilir. Ben bir köylü olarak, ben bunu çözüyorsam, bir milletvekili bir başbakan bir Reis-i Cumhur bunu bilmiyor mu? Derin devlet… Derin devlet kim idi benim ablam Türkiye Cumhuriyeti’nde? Derin devlet FETÖ idi. Müslümanlığı aldı sırtına. Derin devlet kurdu. Ama ne yaptı? Orduyu, Emniyeti, öğretmenliği, affedersin tuvaletçiyi de hesaba koydu ama bir neyi koymadı biliyor musun? Bunu da samimi konuşuyorum. Şu köylünün, garibanın oğlunu hesaba koymadı. Benim Recep’imin hesabını, benim Ahmet’imin hesabını… Ama aslanlar çıktı, gitti, kendini verdi. 251 şehidimiz var. 2222 tane de gazimiz var. Bunların hesabını yapamadılar. Biz ne para isteriz ne pul. Ne iş ne daire ne bir şey. Bana Ankara’da yer vermiş, onun olsun, bana oğlumun kanını versin. Türkiye Cumhuriyeti var, arkamızda devletimiz var. Bizim devletimiz arkamızda. Yapacağımız bizim Türkiyemize sahip çıkmak. Başka bir şey yok.” 

RECEP NEDEN İSTANBUL’A GİTMİŞTİ?

Erzincan’ın Tercan kazasının Kurukol Köyü’nde yaşıyordu Gündüz Ailesi. Yaşar ve Emine Gündüz çiftinin sekiz evladından biriydi Recep. 25 yaşındaydı. Saçı kara, kaşı kara, gözü karaydı. Uzun boyunu tarif ederken, “Kalem gibi yaratmıştı Allah benim oğlumu” diyor babası. Genç adam 2013 yılında kardeşiyle biriktirdiği 10 bin lirayı babasına vererek, “Artık bir traktör alalım” diyor. Peşinatı verdikten sonra kalan taksiti biriktirebilmek için gurbete çıkıyor. Veda cümlesi canına dokunuyor insanın;

“Beni iki yıl ölü bilin, borcumuzu bitirip, öyle döneceğim memlekete.”

10 bin 850 liralık birinci taksiti Gölcük’te ikinci taksidi İstanbul’da çalışarak ödüyor. Şehidin babası Yaşar Gündüz kalan taksitlerin durumunu şöyle anlatıyor:

“Devletimiz, milletimiz, bize bir kampanya açmışlardı. Bize yardım ettiler. Onun iki taksitini de oğlum ödedi. Traktörün taksitini de ödeyeceğiz. Şimdi dediğim o ablam, nasip olmadı. Recep motora binmedi. Bu dünya benim olsa ne olur, olmasa ne olur.” 

Dönelim iki yıl önceye...  15 Temmuz 2016

Saat 23.00 suları… 

İstanbul Kartal’da bir bekâr evi. Recep ve ev arkadaşı iş dönüşü belki sıcak bir yaz gününün ardından dinlenerek yorgunluk atmak istiyorlar. Ama gelen haberle gece, günden daha sıcak oluyor. Teröristlerin darbe ve işgal girişimi her yeri ateşe verirken, hızla evden çıkıyor Recep. Üzerinde beyaz tişört, elinde al bayrakla. Ev arkadaşı sesleniyor arkasından, “Recep Ağabey, gitme, vuruyorlarmış”, “Oğlum, Türk askeri onlar. Bizi vurmazlar…” diyor. Şehidin babası Yaşar Gündüz bunları aktarırken, “Ne bilelim, elbiselerine aldanmış oğlum. Türk askeri sanmış, Peygamber ocağından çıkan, sırtına benim Mehmetçiğimin üniformasını giyen teröristleri”diyor.

Aynı saatlerde Kurukol Köyü’ndeki Gündüz Ailesi çaya gelen misafirleri yolcu etmiş, yatmaya hazırlanıyor. Derken İstanbul’dan bir telefon geliyor. Arayan Recep. Annesine “Darbe oldu, kardeşlerim Bilal ile Arif’i içeri al, babamın da bir yere gitmesine izin verme” diyor. Bu sırada kendisi Boğaziçi Köprüsü’ne yürümeye devam ediyor…

O GECE HASTANELER YARALI FİDANI KABUL ETMEDİ

Darbe girişimini öğrenince sokağa fırlayan Recep’i yetiştiren baba elbette durmuyor. Evden sokağa çıkıp köylülerine haber veriyor. Erkekler beraberce ilçeye, Tercan merkezine gidiyorlar. Tercan’da da halk sokağa dökülmüş, işgalcilere “Vatanın sahibi benim” diye haykırıyor. İstanbul’la telefon konuşmaları akraba ve eş dost üzerinden devam ediyor. Çünkü artık Recep’in telefonunda mekanik ve tatsız bir ses var; aradığınız kişiye ulaşılamıyor…

Üstünde yalın kat beyaz tişört, elinde albayrakla Recep köprüde… Gitme diyen var, dinleyen yok. Askerimiz bizi vurmaz diye biliyor. Karşısındakinin terörist olduğunu bilmiyor. Bacağından vuruyorlar. Sırt üstü düşüyor, bayrağı düşürmüyor Recep. Hastaneye yetiştirmeye çalışıyorlar. Birine varıyorlar. Kabul edilmiyor. İkincisinde yine ret. Üçüncü hastaneye giderken, yolda emaneti sahibine bırakıyor Recep’in yorgun bedeni. Fidan Recep, Şehit Recep oluyor. 

16 Temmuz sabahı, İstanbul…

Tercan’dan tuttukları minibüsle İstanbul’a gelen Yaşar ve Emine Gündüz yakınlarından net bilgi alamıyor. Adli tıbbın önünde sözle anlatılamayacak ağırlıkta geçiyor saatler. Sonunda baba Yaşar Gündüz görevlilerden yardım istiyor, oğlunu bulabilmek için. Ancak görevli çok sayıda şehit naşının içinden onun cenazesini bulmalarının mümkün olmadığını söylüyor. Yaşar Gündüz “Ben bulurum” diyerek giriyor içeri, tek tek torbaların içindekilere bakıyor. Yatanlardan birinin uzun boyu dikkatini çekiyor yorgun babanın. “Eğilip fermuarını çektim, Recep’imin sürmeli gözlerinin biri açıktı…”

ŞEHİDİN ANNESİ EMİNE GÜNDÜZ

Anneler büyütür, besler, vatana kurban eyler

“Çok neşeliydi. Eve geldiğinde neşesiyle düğün bayram olurdu. Nereye gitse öyleydi. Aman diyenin amanını kesmezdi, öyle merhametliydi. Rabbim kendi için yarattı yavrumu. Ondan sonra da aldı yanına. Allah’tan gelene de hesapsız şükürler olsun...” Emine Hanım’la konuşmak öyle zor ki. Hiçbir ricamı kırmıyor, misafir ederken utandıracak kadar ihtiram gösteriyor. Korka korka istedim Recep’in resimlerini, mahrem alanını çiğnemekten ürke ürke. “Sen uzaktan geldin, hayır diyemem” diye çıkarıyor albümü, başlıyor anlatmaya: “Bizim Mercan’da piknik yerleri var. Bindik gittik. ‘Anne ben fotoğraf çekileyim hep hatıra olsun’ dedi. ‘Niye öyle diyorsun’ dediğimde “Allah nasip ederse şehit olacağım’ dedi. Hakikaten de yavruma ayan olmuş. Allah’ım mekanlarını cennet etsin. Bütün şehitler benim yavrularım.” 

ŞEHİDİN KIZ KARDEŞİ KADER GÜNDÜZ 

“Yapraklar zikrediyor gel dinleyelim”

Şehit Recep’in üç kız kardeşi evli. Kader henüz bekâr. Ciddi, vakur, ölçülü. Tertemiz konuşmasıyla anlatıyor ağabeyini. Aklında birlikte geçirdikleri son bayram var. Ağabeyinin şehit olmasından tam on gün öncesi... “Camdan dışarı bakarak ‘Yer gök Allah diye zikrediyor. Ağacın yaprakları Allah diye zikrediyor, gel beraber dinleyelim’ dedi. Gülerek, ‘Doğru diyorsun da onu Allah dostları bilebilir. Biz nasıl duyabileceğiz ki’ dedim. ‘Ben biliyorum, duyuyorum’ dedi. Anlamadım o an ne demek istediğini. Zaten son günlerde baya bir değişmişti. Bir mutluluk vardı. Zaten neşeli biriydi. Ama o an ayrı bir şeydi. Sürekli gülüyordu. Hatta kuzenim demişti ki ‘Recep’te bir değişiklik var.’ O gün zaten son bayramımızdı ağabeyimle.”

BUZLARIMIZ DAHA YENİ ÇÖZÜLÜYOR

Şehidin babası Yaşar Gündüz derdini dökerken nemli gözlerindeki bulutu aralıyor bir an. “Bizim buzlarımız yeni çözülüyor, gözlerimiz yeni açılıyor, şimdi fark ediyoruz bazı şeyleri ablacığım” diyor. “Bizim oğlumuzu o hainlerin kurşunları öldürmedi, iman ettik, takdiri İlahi’dir, ben gururlu bir babayım” diye anlatıyor halini. Fakat aklında sorular var. Kimler kabul etmedi o gece yaralı Recep’i hastaneye? Bu vebal kimin? Bunun ortaya çıkarılması için seferber olmaya hazır.