24 Nisan 2024 Çarşamba / 16 Sevval 1445

Selçuklu’nun şifreleri

Biz tarihe susamışlığın verdiği hararetle bir süredir Osmanlı tarihine merak salmış, ne bulursak okuyarak nice zamandır kendini hissettiren eksikliklerimizi gidermeye çalışıyoruz. Aklımıza ve kalbimize düşen bir devlet daha var; Selçuklular. Onları da merak ediyoruz. Hem de çok.

EBRU TAŞDÖĞEN 26 Mart 2017 Pazar 07:00 - Güncelleme:
Selçuklu’nun şifreleri

Tarihte Türk Devletleri İ̇slamiyet ö̈ncesi ve sonrası olarak ikiye ayrılıyordu. Asya Hun, Göktü̈rk, Uygurlar ve Orta Asya devletleri ile İslamiyet sonrası kurulan Karahanlılar, Gazneliler, Sâmânoğulları, Tolunoğ̆ulları, İhşîdîler gibi devletler akla geliyordu. Onların aralarında bir de Selç̧uklular vardı ki diğ̆erlerinden çok ayrıydı.  Türk-İslam varlığ̆ını Anadolu’ya taşıyan topluluktu onlar. Askeri güç̧leri, teşkilatç̧ılıkları diğ̆erleri ile aynı üstünlükteydi ama farklılıkları da çoktu. Sünnî İslam’ı himayeleri, bugü̈nkü̈ İran topraklarını merkez edinip o coğrafyanın tüm fitneleri ile amansız mücadeleleri, ilk kez devlet destekli eğ̆itim faaliyetine imza atış̧ları...

Selçuklular’ın bir gözleri Orta Asya’dayken diğeri hep Diyâr-ı Rûm’da (Anadolu) olmuştu. İ̇lme verdikleri önem, harcamalarından belliydi. Ordularına yaptıkları yatırımdan fazlasını, okula, öğrenciye ve kitaba yapıyorlardı. İmam Gazali’ler, Ömer Hayyam’lar döneminin büyükleriydi. Alparslan ve Melikşahlar Sultanları, Nizamülmükler vezirleri, Artuk, Eksük, Karatekin, Süleyman Şah, Saltuk, Çubuk Bey ve niceleri, kendilerini bu kutsal davalarına adamış Alperenleriydi.

TÜRKLERİN İSLAMİYETLE TANIŞMASI

Tü̈rklerin tarih boyunca bu dinin hamiliğini ü̈stlenme misyonları tam olarak kavranamaz. Orta Asya Türklüğü̈nün İ̇slamiyet ile tanış̧ması son derece sığ̆ bir üslupla, asıl detaylar atlanarak anlatılır. İslamiyet’in Emeviler döneminde Ö̈n Asya’ya girdiği, Emevilerin Arapç̧ı politikaları gibi nedenlerle Türkler arasında kabul gö̈rmediğ̆i, ardından Abbasi Devleti’nin hoşgörülü politikaları sebebi ile Türklerin İslamiyet’e girdikleri anlatılır. Gerçek başkadır. Emevilerin katı tutumları, ben merkezli siyasetleri öyle bir hadiseyi tetikleyecektir ki, Türklerin İslamiyet’teki rolü ve İslamiyet’i algılama ve yaşama anlayış̧ları bu hadiseler neticesinde ortaya çıkacaktır.

Yıllardır ülkemizde yazılan bazı kitaplarda, tiyatrolarda,karikatürlerde ve filmlerde Orta Asya Türklü̈ğünün ladini bir profilde olduğu gösterilir. Çirkin, sakallı, entarili bir Arap, yanında kurdu olan Türk’e diz çöktürmüş, eğ̆ri bir kılıç ile zorla Müslüman yapmaktadır. 

Zihinlerdeki bu sahneler günümüzün orta yaş kesimi insanlarının aklındadır. Bu gösterilenlerin aksine Tü̈rkler hiç̧bir zaman İslamiyet’e zorla girmemişlerdir. Çünkü̈ Araplar hiçbir zaman Orta Asya’ya hâkim bir güç olarak gelememişlerdir. Ön Asya’ya kadar ilerlemiş Çin ile çıkar çatışması yaş̧anınca meşhur Talas Savaş̧ı meydana gelmiş̧, Türkler de Müslümanların tarafını tutmuş ve Çin mağlup edilmiş̧tir. Ancak bu galibiyet sonrasında bile Abbasi sınırları Orta Asya’ya kaymamış̧tır. Kendi topraklarında özgü̈r yaş̧ayan Tü̈rklerin İslamiyet’e girişinde bir zorlama söz konusu değildir.

ORTA ASYA VE TÜRK ALİMİ

İmam Buhari’nin Sahih-i Buhari’sinden sonra aklımıza gelen İslamiyet’in diğer asli kaynakları. Tirmizi! İmam Tirmizi, Özbekistan’ın Tirmiz ş̧ehrinde doğmuş bir Tü̈rk alimidir. Devam edelim; Sahih-i Müslim’in yazarı İmam Müslim Horasanlı bir İ̇slam alimidir. Bu büyük muhaddis İmam Buhari ile birlikte İmameyn olarak anılacak kadar hadislere vâkıf bir zattır. Vefatında Nişabur’a defnedilmiştir, vefat tarihi Hicri 261’dir. Hz. Muhammed’in vefatından sadece iki asır sonra O’nun sözlerini herkesten, O’nun hemşerilerinden daha iyi bilen bu Orta Asya kökenli insanlar nereden çıkmıştır? Onları kim yetiştirmiştir? Bu iş neden ve nasıl Türklere nasip olmuştur? 

Hz. Osman’ın oğlu Hz. Süleyman’ın Madagaskar Adası’nda ne aradığını, Sad bin Ebu Vakkas Hz.’nin Çin’de, Halid bin Velid Hz.’nin oğlu Hz. Süleyman’ın Diyarbakır’da niye bulunduğunu. Adanmış bir nesildi onlar, yaşatmak için yaşama arzusundaydılar ve İslam’ı bütün dünyaya duyurmak gibi yüce bir gayeleri vardı. Yıllar önce söylenen söze göre; “Türkler İslamiyet’i, bir annenin göğsünden bebeğin süt emmesi gibi direkt ve katkısız olarak öğrenmiş bir toplumdur.”

Emeviler dönemi zulüm hareketlerinde sahabe küstürülmüş ve göç ettikleri bu yeni coğrafyada yaşayan Türkleri, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in yaşadığı İslamiyet ile tanıştırmışlardır. 

Sünni İslam, Peygamber Efendimiz’in sünneti üzere yaşanan İslamiyet demektir. Onun gibi oturmak, onun gibi kalkmak, namazı, sosyal yaşantıdaki tavır ve davranışları O’nun gibi yerine getirmeye çalışmak. İşte Türklerin Müslümanlığı! Abdülhakim Gücdivani ve Şah-ı Nakşibendiler Abdülkadir Geylani ve Ahmed Yeseviler hep bu topraklardan neşet etmiştir. Anadolu’ya gelmiş ve bu topraklara yerleşmiş olan Bahaüddin Veled Hz. ve Mevlanalar, Emir Sultan ve Akbaba Sultanlar, adını burada zikredemeyeceğimiz kadar çok gönül sultanı hep o toprakların birer meyvesi olarak Anadolu’yu derlemiş ve toplamışlardır. İşte bu sır bilinmezse bizim Müslümanlığımız anlaşılamaz, Türklerin tarih boyunca bu dinin hamiliğini üstlenme misyonları tam olarak kavranamaz.

Türkler İslamiyet’e zorla girmemişlerdir. Çünkü Araplar hiçbir zaman Orta Asya’ya hâkim bir güç olarak gelememişlerdir. Talas Savaşı galibiyeti sonrasında bile Abbasi sınırları Orta Asya’ya kaymamıştır.

Anadolu’dan Hindistan’a, Gazali’den Hayyam’a

Nasıl ki Osmanlılarda Fatih Sultan Mehmet’in kurduğu kalıcı ve sağlam sistem üzerindeparlak bir Yavuz ve Kanuni dönemi yaşanmıştır, Melikşah dönemi de bu tarz bir ayrıcalığa sahiptir. Fatih geniş bir coğrafyaya seferler yapmış devletin önünü açmıştır. Ordusunu güçlendirmiş, sistemli bir hale getirmiştir.

Müthiş yatırımlara imza atmış, insanlığa ilim dağıtmışlardır.Topkapı Sarayı gibi dünya saray mimarisinin en zirve atmış ayrıca dünyanın şahit olmadığı bir saray teşkilatı kurmuştur. Enderun denilen Siyasal Bilimler Akademisi’ni İstanbul’da yerleştirerek yüzyılların büyüklerini yetiştirecek merkezi Osmanlı’ya kazandırmıştır. Fethettiği ülkelerin en zeki çocuklarını ve o toprakların eski liderlerinin çocuklarını İstanbul’da itina ile okutacak, geleceğin Osmanlı paşaları haline gelmelerini sağlayacaktır. (Mesih, Murat Paşa, Hersekzade, Dukakinzade)

Fatih döneminde olduğu gibi Sultan Alparslan da oğlu Melikşah’a oturmuş bir Selçuklu Devleti teslim edecektir. Ordu yeni bir sistemle güçlendirilmişti. Selçuklu’nun başını ağrıtacak büyük güçler kontrol altına alınmış bulunmaktaydı. 

Devir ilim ve sanatta zirveleri kovalamaktaydı. İmam Gazali’den Ömer Hayyam’a, Beyhaki’den Zemahşeri’ye, Cürcani’den Nizami’ye nice ilim ve sanat adamı başta Nizamiye medreseleri olmak üzere nice ilim ortamında cirit atmaktaydılar. Özellikle Nizamiye medreseleri asrın eğitim anlayışına yeni bir soluk getirmiş, Selçuklu’nun Sünni İslam politikasını ilimle bayraklaştıran dünyanın en prestijli üniversiteleri olarak nam salmıştı. Alparslan ile birlikte Anadolu, Ortadoğu, Arap Yarımadası, Orta Asya itaat etmiş bir vaziyette Melikşah’ın fütuhat hareketlerini beklemekteydi. Kurulmuş olan bu güçlü sistemi, daha da büyümeye müsait bu toprakları, iyi yetişmiş bir genç çok daha ileri seviyelere götürebilirdi. Melikşah, bunu yanındaki Nizamülmülk gibi önemli devlet adamlarıyla yapacaktı. Türk tarihinde yaygın olarak kullandığımız ‘Türkmen’ tabirinin Oğuzlar’la bir ilgisi var mıydı? Kronik Yayınları’ndan Cansu Canan ve Talha Uğurel’in kaleminde çıkan Selçuklu’nun Şifreleri’nde...