25 Nisan 2024 Perşembe / 17 Sevval 1445

Fransa'da solan çiçekler

Mimar Seher Kalender Çetinkaya, Fransa’da yaşayan Türk kadınlarının şehirde kullandıkları kamusal mekânları ve sosyalleşme biçimlerini tespit etmek için Bordeaux, Strasbourg ve Lyon şehirlerinde saha araştırmaları yapıyor. “Türk kadınları şehirden kopuk ve içe kapalı bir hayat sürüyor” diyen Çetinkaya, bu soruna dikkat çekmek için bir resim sergisi bile düzenledi.

HALE KAPLAN ÖZ23 Eylül 2018 Pazar 07:00 - Güncelleme:
Fransa'da solan çiçekler

Kent sosyolojisi alanında çalışmalar yapan akademisyen, mimar Seher Kalender Çetinkaya, Strasbourg Belediyesi şehir politikalarından sorumlu birim başkanının daveti ile gittiği Fransa’da ilginç bir çalışma yürütüyor. Araştırmanın temel hedefi Fransa’da yaşayan Türk kadınlarının sorunlarını tespit etmek. Çetinkaya, kadınların şehirde kullandıkları kamusal mekânları ve sosyalleşme biçimlerini tespit etmek için Bordeaux, Strasbourg ve Lyon şehirlerinde saha araştırmaları yapıyor. “Türk kadınları şehirden kopuk ve içe kapalı bir hayat sürüyor” diyen Çetinkaya bu soruna işaret etmek amacıyla geçtiğimiz hafta “Fransa’nın Solan Çiçekleri” başlığıyla bir resim sergisi düzenledi.  

Araştırmanızda mekân ve sosyalleşme vurgusu öne çıkıyor. Bu tercihinizin sebebi nedir?

Şehir, canlı bir organizma gibi politik, ekonomik, sosyal olaylardan etkilenir, değişip dönüşür ama aynı zamanda orada yaşayan toplumları da dönüştürür. Şehri anlamak için yalnızca fiziksel mekâna bakmak ya da yalnızca ekonomi veya politika üzerinden olup biteni yorumlamak doğru olmayacaktır. Ben bu nedenle mimarlık ve sosyoloji arasında duran bir yerden şehri anlamayı seçtim. Fransa’da yürüttüğüm “Türk Mahalleleri ve Kamusal Alan” çalışmasını da bu perspektifle ele alıyorum. Bu çalışma çerçevesinde seçtiğimiz bazı şehirler var; bunlardan ilki Bordeaux idi. Çalışmaya önce şehirde tanıştığım Türkler ile yaptığım mülakatlar ile başladım. Bu kişiler bazen bir bakkal, bazen bir inşaat işçisi ya da bir dernek yöneticisi oldu. Bu mülakatlar kamusal hayatta asıl sıkıntıyı kadınların yaşadığını anlamama yardımcı oldu. Elbette Avrupa’daki Türk toplumunun genelinin yaşadığı sorunlar var. Ama kadınların yaşadıkları sorunlar daha mühim ve tüm aile yapısını etkiler nitelikteydi. Bu tespitim sonucunda konuyu daraltarak Fransa’da yaşayan Türk kadınlarına yoğunlaştım. Seçtiğimiz şehirlerde anket çalışması ile devam ettik.  

Ne zamandır bu konu üzerine çalışıyorsunuz, ne kadar mesafe kat ettiğinizi düşünüyorsunuz?

Resmi olarak yaklaşık sekiz aydır konu ile ilgili bir çalışma yürütmekteyim. Ancak öncesinde edindiğim tecrübeler beni bu konuya yönlendirdi. Mesela henüz daha mimarlık lisans öğrencisi iken Almanya’ya staj yapmak için gittiğimde yaşadıklarım... Orada birlikte kaldığım ev arkadaşım Almanya’da doğup büyümüş, evlenmiş kocasından şiddet görmüş ayrılmış bir Türk kadınıydı. Onun ayakta kalma mücadelesine, yaşadığı şehirden ve ülkeden kaçıp gitme arzusuna şahit oldum. Sonra geçtiğimiz yıllarda Londra’da yürüttüğüm bir araştırma sırasında tanıştığım Ayşe Teyze. Üç aylık bebeğini Türkiye’de bırakıp Londra’ya tekstil işçisi olarak giden, orada eşini kaybeden, şu anda ne Türkiye’ye dönebilen ne Londra’da mutlu olabilen 70 yaşında bir kadın. Benzer çok hikâye var. Bunların hepsi kalbime işleyen ve “Ne yapılabilir?” sorusunu bana sorduran tecrübeler. Bu yıl yürütülen çalışmanın ortaya çıkmasında tüm bu hikâyelerin etkisi büyüktür.

Türk diasporası kadınlarının yaşam şartları hangi sıkıntılara yol açıyor?

Kadınlar hayatlarına şehir merkezinden uzak mahallelerde devam etmekte. Neredeyse Fransız toplumuyla bir araya hiç gelmiyorlar diyebiliriz. Kendi tabirleri ile bir sarayda ama bir kafesin içinde yaşıyorlar. Birçok kadın evde, içe dönük bir hayat sürdürüyor. Fransız toplumu Türk kadınlarına sosyal hayatta kucak açmış değil. Türk toplumu da kendi kültürünü muhafaza niyetiyle özellikle gençlere ve kadınlara daha korumacı bir tavır sergiliyor. Ancak erkekler ve çocuklar kadınlara göre şehre daha entegre. Okullarında Fransız kültürü ile tanışan gençler, şehre ve hayata katılmak istiyorlar. Ancak evde baskı ile karşılaşıyorlar. Bu durum aile içinde iletişim problemlerine ve çatışmalara neden oluyor. Genç erkekler başkaldırıyor, bazıları aile içi çatışmalardan kaynaklı uyuşturucu gibi kötü alışkanlıklara yönelebiliyor, kadınlar ve kızlar ise içlerine kapalı hayata razı oluyorlar.  

Çözüm odaklı geliştirdiğiniz projeden biraz bahseder misiniz? Bir de tabii kadınların bu projedeki rolü ne olacak?

Tasavvur ettiğimiz ve çeşitli makamlara önerdiğimiz projede amacımız kadınlara bir şey öğretmek değil. Ya da onlara edilgen bir tavırla yaklaşmıyoruz. Kadınlar zaten zengin Türk kültürü ile yetişmiş durumdalar. Hayatın ve kendilerinin çok farkındalar. Türk kadınlarının sahip olduğu bu zengin kültür, Fransız toplumu için de önemli bir değer. Biz kadınların sahip oldukları yetenekleri şehrin geri kalanıyla paylaşabilecekleri platformlar oluşturulmasını öneriyoruz. Böylece hem kadınlar şehir hayatına katılacak hem Türk kültürü görünür ve tanınır hale gelecek. Bu entegrasyon sorununu tartışan Avrupa toplumu için de bir çözüm önerisi. Aynı zamanda kendi kültürümüzü yaşatamadığımızı ve başkalarına anlatamadığımızı düşünen bizler için de bir çözüm önerisi. Kültürün pamuklara sarılarak, koruyup kollanarak sürdürülebileceğine inanmıyorum. Değerlerimiz, yaşadığımız ve başkalarıyla paylaştığımız ölçüde var olacak ve yayılacak.  

Yabancı çocukların özgüveni törpüleniyor

Kadınlar ile yaptığınız mülakatlarda sizi en çok hangi hikayeler etkiledi?

Bir seferinde farklı düşünce gruplarının temsilciliğini yapan kadınlar ile görüşmek istemiştim. İki derneğe ait kadın kolları başkanı. Nerede buluşacağız diye sorduğumda bana mahallede hep birlikte vakit geçirebildikleri bir kuaförden bahsettiler. Konu kamusal mekân ve kadın olunca kuaför kaçınılmaz olarak gündemimize girdi ve orada buluştuk. O sohbette Türkiye’de bir ilçeden Bordeaux’ya gelin olarak gelen bir kadın; kayınvalide, kayınpeder, eltiler ve diğer kardeşlerle tam 13 yıl birlikte yaşadığını anlattı. Büyükler kadınları korumak niyetiyle uzun süre genç kadınların dışarıya çıkmalarını yasaklamış. En fazla gidebildikleri mesafe mahalledeki bakkalmış... Şimdi evlatlarının aynı şeyleri yaşamamaları tek arzuları. O yüzden çocuklarının iyi eğitim almalarını istiyorlar. Ancak çocuklar Fransız okullarında akranları ile eşit şartlara sahip değiller. Okullarda yabancı çocukların özgüvenlerinin kasıtlı olarak törpülendiğini söylüyorlar.  

Son yıllarda Fransız basınının yaklaşımından da çok şikâyetçiler. Türkiye’de olanların abartılarak yansıtıldığını düşünüyorlar. Bir tanesi uzun yıllardır arkadaşlık yaptığı Fransız bir komşusunun bu tip haberlerin basında çok yoğun yer aldığı sıralarda bir gün “Sen Erdoğan’ı seviyor musun?” diye sormuş. Komşusuna “Evet” diye karşılık veren kadın o günden bu yana komşusunun ona selam dahi vermediğini söylüyor.

TOPRAĞA TUTUNAMAMAK

Mimar Seher Kalender Çetinkaya, “Fransa’nın pastoral zenginliğine kayıtsız kalamadım ve amatör bir ruhla bu güzellikleri resmetmeye başladım” diyor ve doğanın bizlere sunduğu güzellikleri resmederken bu güzelliklerden mahrum, yaşadıkları mahallelerden, bazen evlerden dışarıya çıkmadan kapalı bir hayat sürdürmek zorunda kalan, şehrin dışına itilen Türk kadınlarını da tuvaline aktardığını söylüyor. Resimlerde solmuş, toprağına tutunamamış, diğerlerinden ayrık duran tüm çiçekler Fransa’da solup giden Türk kadınlarını yansıtıyor. Türk kadınlarının yaşadıkları sorunların yalnızca Fransa’ya özgü olmadığı belirten araştırmacı, Avrupa’da yaşayan Türk kadınlarının sosyal hayata entegrasyonu için proje geliştirdiklerini ve projeyi hayata geçirmek için Fransız ve Türk devlet kurumlarıyla görüşmeye başladıklarını dile getiriyor.