20 Nisan 2024 Cumartesi / 12 Sevval 1445

Yıldırım: Yazdıklarımı çekmecede kilitlemiyorum

Yazar Nermin Yıldırım, ölmek üzere olan bir kadının hayatını ‘Dokunmadan’ isimli romanına taşıdı. Kitapta her kadının kendisinden bir şeyler bulabileceğini söyleyen Yıldırım ile edebiyat yolculuğuna çıktık. Kalemi eline aldığı ilk andan itibaren duygularını kağıda döktüğünü anlatan Yıldırım “Geçmişte kendim için yazıyordum. Şimdi duygularımı kilitlediğim çekmecemden çıkarttım, okuyucuyla paylaşıyorum” diyor.

GİZEM TÜMBAY KOÇAK 23 Nisan 2017 Pazar 07:00 - Güncelleme:
Yıldırım: Yazdıklarımı çekmecede kilitlemiyorum

Nermin Yıldırım ‘Unutma Dersleri’, ‘Saklı Bahçeler Haritası’, ‘Rüyalar Anlatılmaz’ ve ‘Unutma Beni Apartman’ından sonra ‘Dokunmadan’ kitabı ile hayatımıza bir kez daha dokundu. Altı yılda beş kitap çıkaran Yıldırım, son romanında ölmek üzere olan bir kadının hayata ve insanlara dokunmadan yaşadıklarını anlatıyor. Hüznün içinde mizah kırıntılarını da okuduğumuz ve her kadının kendinden izler bulacağı ‘Dokunmadan’ı yazarından dinledik.

‘Dokunmadan’ hayırlı olsun. Kitabın hikayesi nasıl çıktı?

Önce, ilk günahını telafi etmek için yollara düşen genç bir kadının hikâyesini yazma fikri düştü aklıma. Fikri bulur bulmaz çok sevdim ama uzun süre kurgusunu yaptım. Fikir gelişmeye açık mı, o ilk anki heyecan zamanla azalır mı diye bekledim. Zaman geçtikçe güçlendi ve gelişti roman, heyecanım da azalacağına arttı. Derken bir yazar evi programı için Çin’in Şanghay kentine gittiğimde, orada yazmaya başladım ‘Dokunmadan’ı. 

Kitap, ‘Adalet’ karakteri ile buluşturuyor bizleri. Nasıl biri?

29 yaşında genç bir kadın. Hayattaki en baskın duygusu suçluluk. Varoluşsal hakikati, kaynağı meçhul, derin bir suçluluk duygusuna dayanıyor. İyi kalpli, vicdanlı, başkaları için üzülmeyi bilen biri. Ama üzülmekten fazlasını yapabileceğine inancı yok. Zamanla o suçluluk duygusunun tam da bundan kaynaklandığını anlayacak. O galiz duygunun yaptıklarından değil, aksine yapmadıklarından kaynaklandığını...

Karakterin size benzeyen yanları var mı ya da çevrenizden birisine?

Elbette var. Muhtemelen size benzeyen yanları da vardır. Zira Adalet çağımızın vebasını taşıyor. Sebebi meçhul suçluluk hissi! Hangimiz dünyanın gidişatı, çevremizde olup bitenler karşısında suçlu hissetmiyoruz kendimizi. Sokakta çıplak ayaklı mülteci çocukların önünden geçerken, gazetelerde cinayet, katliam, tecavüz haberleri okurken... Bunlar yaşanırken hayatta olduğumuzu ve bir şey yapmadığımızı bilmek ağırlaştırıyor ama. Tıpkı Adalet gibi. 

BAZEN GÜLDÜRECEK BAZEN İÇİMİZİ SIZLATACAK 

Mahsun’u bulmak için çıktığı yolda Adalet’i neler bekliyor? 

Adalet bu yolculukta, yaşadığı ülkeyle de, kendisiyle de, arkadaşlıkla da, aşkla da baştan tanışacak. Şehirler gezecek, hikâyeler dinleyecek, yalanlar ve gerçekler işitecek, sürprizlerle karşılaşacak. Yol boyu karşılaştıklarından hareketle, iyilik, kötülük, hayat, ölüm, yalnızlık, aşk, masumiyet, suç gibi kavramlar üzerine düşünecek. Bazen yüzümüzü güldürecek, bazen içimizi sızlatacak. Kaderine koşacak, biz de peşinden gideceğiz.

Adalet aslında bugünün kadınına rehber mi?

Yol gösterici demek iddialı olur ama bugünün kadınlarıyla hemhal diyebiliriz. Adalet boşuna doğmadı. Bizim yaşadığımız sorunların ve hesaplaşmaların ve bulmaya çalıştığımız çıkışların izdüşümü var onda. Kadınlar ve erkekler olarak bizim hayatımızın aynası gibi.  

Ölüm, masumiyet, arayış, çıkış yolu üzerinde ilerlediğiniz kitabınızda bu konular üzerinden gitmenizin nedenleri neler?

Hangimiz bu soruları sormuyoruz ki hayatta? Dünyaya atılmış olmanın hazin sonucu olarak bu sularda dolaşıyor aklımız ve kalbimiz. 

Hüznün içinde mizah da var. 

Gözyaşı çok temiz, ama yine de dünyayı temizlemeye yetmiyor. Kahırda kaybolmaya inanmıyorum. Kalbimizi kıran mevzuları konuşurken bile mizahın aydınlığından faydalanmamız iyi olur diye düşünüyorum. Derinlere gömülmeye değil, derinleri deştikten sonra, oralarla hesabımızı kesmiş vaziyette yüzeye çıkmaya ihtiyacımız var.  

Altı yıl içerisinde beş roman. Bunu neye bağlıyorsunuz?

Yazmayı çok sevmeme bağlayabilirim. Yazı tutunacak bir dal ve yeri geldiğinde şifa aracı... Neredeyse yazmayı öğrendiğimden beri bir şeyler karalıyorum. Roman yazmaya ise 20’li yaşlarda başladım. Uzun süre hep kendim için yazdım. Yayınlatma telaşım olmadı. Ne zaman ki ‘Unutma Beni Apartmanı’nı yazdım işin rengi değişti. İlk defa belki ‘artık yazdıklarımı başkalarıyla da paylaşmalıyım’ dedim ve sonrası çorap söküğü gibi geldi. Ben hâlâ eski hızımda, eskisi gibi yazıyorum. Aradaki tek fark, artık yazdıklarımı çekmeceme kilitlemek yerine yayıncıma veriyor olmam. 

DİL MUAZZAM BİR OYUN ALANI

Yaşınız genç olmasına rağmen, kitapta eski kelimeleri de sıklıkla görüyoruz. Sadece eskiye olan özlem mi, yoksa başka bir nedeni var mı?

Bu nostalji duygusundan ziyade dille aramdaki ilişkiden kaynaklanıyor sanırım. Dil benim için muazzam bir oyun alanı. Gerçek bir sözlük delisiyim. İlk gençliğimde yaşıtlarım duvarlara sevdikleri artistlerin fotoğraflarını asarken, ben sevdiğim sözcükleri yazıp asardım. Onlara bakarak uyurdum. Sözcükleri seviyorum. Bazen manalarından, bazen de seslerinden dolayı. Şiir yazmıyorum ama romanlarımı şiirsel bir dille kaleme almaya, bir ritimle yazmaya uğraşıyorum. Aramızda böyle kalbi bir ilişki olunca, sırf eskidiler diye vazgeçmiyorum kelimelerden. Sadece modası geçti diye onları ölüme terk edecek değilim. 

HAYATIN HER ZERRESİ İLHAM DOLU

Kendinizi yazarken en iyi hissettiğiniz yer neresi? 

Çok seyahat ettiğim için, zamanla hemen her yerde yazmayı öğrendim. Ama benim için ideal olan mutlak sessizlik ve yalnızlık aslında. Çalışma odama girip, kapımı kapayıp yazmayı seviyorum. Bunalınca kütüphaneye ya da mahalledeki sessiz kafelerden birine gidip orada yazdığım da oluyor. Hayatın her zerresinden de ilham alırım. Bazen erimekte olan bir kar tanesi, bazen sokakta çocuğuna seslenen tedirgin bir anne sesi. Hepsi sizi bir romana çağırır.