25 Nisan 2024 Perşembe / 17 Sevval 1445

İlhami Işık: PKK’nın ardındaki küresel güç ABD’dir

Terörle mücadelede kritik evre atlatılmış, PKK halk indinde tamamen dışlanmışken başını Amerika’da belli çevrelerin çektiği bir kesim “Türkiye PKK ile yeniden masaya otursun”, “PYD ile uzlaşmaya çalışsın” demeye, hatta çağrıları inandırıcı bulunsun diye –herhalde- “PKK da silah bırakmalı” temennilerinde bulunmaya başladı. Bunun anlamı nedir? Hem PKK’ya terör örgütü deyip hem PYD’yi silahla besleyen ve ikiyüzlü siyaseti yutulsun, yüzüne vurulmasın isteyen ABD’nin PKK nasıl bir ilişkisi var? 1996-99 arasında PKK ile devlet arasında “arabuluculuk” yapan ve PKK’yı etkileyen aktörleri-faktörleri ve süreçleri iyi bilen, “Balıkçı” lakaplı Hür Haber sitesi yazarlarından İlhami Işık ile konuştuk.

Fadime Özkan11 Nisan 2016 Pazartesi 07:00 - Güncelleme:
 İlhami Işık: PKK’nın ardındaki küresel güç ABD’dir

Önce bazı hatırlatmalar. Malum PKK’nın Türkiye’de teröre geri dönmesinin bir nedeni de Suriye’de gelişen durumdu. Suriye’de Esed ordusunun bir parçası olan PKK-PYD hem Rusya’dan hem Amerika’dan silah desteği aldı. Ama PYD’nin federasyon ilanını kimse ciddiye almadı. PYD’ye karşı birleşen 45 Arap aşiretinden başka. Cumhurbaşkanı Erdoğan G20 zirvesi için gittiği Amerika’da Türkiye’nin tezlerini Obama’nın yüzüne de tekrarladı. Sonraki günlerde ABD büyükelçisi ilginç şekilde PKK’ya “silah bırak” çağırısı yaparken bir yandan da “Türkiye masaya dönmeli” sözü dolaşıma sokuldu. Bunların anlamı ne?

Konunun esası şu. Bir kere PYD’nin ABD açısından askeri anlam dışında hiç bir değeri ve önemi yoktur. Yarın askeri durumun normalleşmesi ya da değişmesi halinde kendi kendine sönecek bir durum bu. Niçin böyledir? Bir, jeopolitik olarak bu böyledir. İki, güçler dengesi açısından böyledir. Üç, Suriye meselesinin bu şekilde devam edemeyeceğinden ötürü böyledir. Jeopolitik olarak Kürtlerin ne herhangi bir yerde sınırları zorlayacak bir durumu ne kabul edilebilir bir durumu var. Bu coğrafya jeopolitiği Kürtler açısından engel çünkü Kürtler, dört devlet tarafından bölüşülmüş olarak yaşıyorlar. Kürtlerin pozisyonu değiştiren herhangi bir olumlu ya da olumsuz diğer ülkeleri de etkiliyor ve davranışları şekillendiriyor.

BİRLEŞİK KÜRDİSTAN’A EVET DİYEN YOK

Şunu mu diyorsunuz; bir ülkedeki Kürtler siyasi veya askeri olarak gelişim gösterse ve bağımsızlaşma imkanı bulsa bile diğer üç devlet o gelişimi görüp kendisini kapatıyor ve dördünün birleşmesine imkan fırsat vermiyor, öyle mi?

Bu hep böyle olmuştur. İşte sadece Irak’ta bir statüsü var Kürtlerin, o da ancak Arap dünyasının ortak kabulüyle evet denildi. 1970 Cezayir anlaşmasıyla İran Irak arasında varılan bir anlaşma. İran dahil herkesin evet dediği ve iç mesele olarak algıladığı bir pozisyondu. Kendisine has yani, ondan evvel hiç müsaade edilmemiş. Onun dışındaki bütün sınırlar herkes açısından bir savaş nedeni olarak görülmüş. İşte Mesut Barzani referandum, bağımsızlık diyor, ne bölgesel ne küresel karşı çıkmayan devlet yok. Herkes karşı çıkıyor. En yakın dostları, ona silah veren, onu uluslararası alanda destekleyen bütün devletler istisnasız böyle bir girişime hayır diyor.

BAĞIMSIZLIĞIN İMKANSIZLIĞINI EN İYİ ÖCALAN BİLİR

Nedeni ne?

Kürtlerden nefret ettikleri için değil. Silah veriyorsun, Saddam’a karşı korumuşsun, ABD’nin Körfez müdahalesinde 36. Paralelle korumuşsun da oradaki bir devletleşme ihtimaline şimdi neden hayır diyorsun? Bir, 1916’da o işte elle keyfiyetle çizilmiş sınırları yeniden gözden geçirmeye neden olacağı için. İki, iki kadim devletin, İran ve Türkiye’nin sınırlarının değişimine toplumsal olarak hazır olmadığı için. PKK Bağımsız Birleşik Kürdistan savından bundan ötürü vazgeçti. Yoksa bu dört devletin herhangi birinde yaşama şansı bulamıyordu.

KCK NE İÇİN VAR O HALDE?

Dört parçayı “zihinsel ve örgütsel” olarak birleştiren KCK sözleşmesini ve KCK yapısını nereye koyacağız o zaman?

Bu nereden okuduğunuza bağlıdır. Onlara göre Kürtler bulundukları devlete entegre olmalı. O devletin demokratikleşmesine katkı sunmalı. Böyle diyerek şimdi bu tuhaf, anlaşılmaz ve iğrenç bir şeye dönüşen şiddeti savunabiliyorlar. Biz diyoruz ki bu dört devlet içerisinde silaha başvurmayacağın tek ülke Türkiye. İran mı Türkiye’den daha demokratik, Suriye mi, Irak mı daha demokratik? Cevapları “o ülkenin kendi iç meselesi” oluyor. Örgütlenmesi de o. Dört ülkedeki Kürtleri kendi örgütleri ile o ülkenin sınırları içerisinde sisteme entegre etmek. Kağıt üzerindeki formülü bu. Ama özünde bu mu? Değil. Niyeti sorgulayamıyorsun çünkü sürekli “bizim amacımız bu” diyor.

PYD-PKK’YI KULLANANLAR KÜRTLERE HİÇ BİR ŞEY VAAD ETMİYOR

Geçen günlerde Barzani PYD’yi kast ederek “Suriye’deki Kürtler birileri tarafından kullanılıyor ama bu iş bittiğinde başlarına ne gelecek bilmiyorum” dedi, neyi kast etti sizce?

Kürtlerin tarihinde bu hep olmuştur, sorunlara politik olarak yaklaşmadıkları için. Güç sahibi devletlerin kendi mücadelesinde bir ayak ya da silahlı partner olmak dışında bir bakış açısı olmadığı için şu an Suriye’de yaşadığımız bu. Kürtlerin siyasi pozisyonuna ilk Suriyeliler karşı çıkıyor, Baas rejimi, Esat karşı çıkıyor. Esat’ı bütün gücüyle koruyan İran karşı çıkıyor. Amerikalılar silahlandırıyor ama onlar karşı çıkıyor. Rusya da karşı çıkıyor. O zaman Kürtler için politik bir gelecek öngörmüyorsunuz ve ne diyorsunuz Kürtlere? Çok iyi savaşçılar.

Urfa’nın ünlü ağalarından biri köylüleri topluyor. Köylülerden biri evine dönünce hanımına sevinçle “Valla ağa dedi ki, oğlun çok yiğit” Kadın başlıyor ağlamaya. Diyor “sen nasıl sevinirsin, ağa oğlumun ölüm emrini verdi. Ya birilerini öldürecek ya da birileri onu öldürecek”. Kürtleri sadece bu pozisyonda gören bir anlayış var. O pozisyon ortadan kalktığında yok sayılacaksın, çünkü sana bir siyasi gelecek çizen ya da strateji içinde tutan bir akıl yok ki. Olan aklınla da sen düşmanlık politikası yürütmüşsün Türkiye’ye. Dört devlet arasında pozisyonunu değiştiren yegane ülke Türkiye. Ne Irak’ın Kürtlere bakışı değişmiş ne Suriye’nin ne İran’ın.

FEDERASYON İLANINI CİDDİYE ALAN OLMADI

Sadece Kürt sorununa devlet bakışı değil toplumsal algı ve kabulleniş de değişmişti Türkiye’de. PKK’ya silah bırakması ve normal hayata dönmesi için imkân verilmişti. Ama bu tarihi imkanı heba etmeyi seçti PKK. Başka bir öneri, vaad olmalı. PKK’yı Türkiye’ye saldırmaya, Suriye’de asker olmaya ikna edenler ne vaat etmiş olabilirler?

Devlet vaat edilmediği açık. Nasıl 2011’de Diyarbakır’da bir düğün salonunda demokratik özerklik ilan ettilerse Rojava’da da yine öyle bir yerde federasyon ilan ettiler. Böylesine kötü pozisyonda bırakan, ilan edilen federasyon tanımına tahammülü olmayan devletler, devlet mi vaat edecek? Şu tabloda dünyada oyun bozucu ya da oyun kurucu herhangi bir devletin PYD’ye ayrı bir devlet ajandası yok. Yok öyle bir durum. Tam tersi her platformda biz buna karşıyız diyorlar. Esed rejimi, şimdilik savaş sürerken şu toprak parçasını kullan diyor, strateji gereği. Yoksa o da karşı. Bu ideolojik bir hastalıktır.

PKK’NIN Kİ STALİNİST HASTALIK

PKK nasıl bir ideolojik hastalık halinde?

Kendisinin bir yeri yönetmesi onun için her şeyden daha değerli. Kendi vekili, belediye başkanı var ama yetmiyor ona, illa kendisi yönetecek. Yönetsin ama bataklık olsun, yönetsin içinde insan olmasın, illa üzerinde o haki elbiseyle elinde silahla o yönetecek. Bu çok klasik bir Stalinist duygudur. Bakın Türkiye’deki 70 yıllık sol örgütlere. 70 yıl önce de “devrim” diyorlardı, hala aynı. Dedeler öldü bu diyen, anne, babalar, çocuklar öldü, hala aynı sözdür dedikleri. Çünkü bu bir hastalık. Bu hastalık PKK’da ruh bulmuş durumda. Onun için 7 Haziran’daki muazzam kazanımı hiç umursamadı. Sorun hak ve özgürlükler olsaydı, Türkiye’deki kazanım bütün coğrafyadaki Kürtlerin durumunu değiştirebilirdi ama olmadı. Rojava’da üç kantonun olması mı önemli, Türkiye Cumhuriyeti devletini yönetecek pozisyonda olmak mı? Bu kıyaslamayı dünyanın en aptalı bile yapsa sonuç böyle olmazdı. Bu hareket bu toprakların hareketi değil. Bu toprakların hareketi olsaydı bu kadar acılarla yoğrulmuş bir durumun yarattığı kazanıma hayır demezdi. Mesele Kürtlük, mesele hak ve özgürlük değil, ideolojik hastalıklı kafa.

PKK’NIN TARİHİ YALAN TARİHİDİR

Pratikte şunu görüyoruz: PKK Rojava’da PYD’yi desteklemeyen Kürtleri de sürdü Türkmenleri ve Arapları da sürdü, etnik temizlik yaptı. Kuzey Irak Kürt yönetimine düşmanlık besliyor. Türkiye’de HDP’yi destekleyen Kürtlerin de, desteklemeyen Kürtlerin de evlerini başlarına yıktı, yurtlarından etti, çocuklarına kıymet vermedi ya kriminalize etti, ya öldürdü. Ajanda ve tercih buysa eğer neden Türkiyelileşme, çoğulculaşma iddiasıyla HDP’yi niye sürdü ortaya? Bu akıl kimin? Bu yanlış hesap kimin o zaman?

Hesap baştan sona yanlış. Varlığı yanlış hesap üzerine şekillenmiş bir örgütten bahsediyoruz. Eskiden Kemalizm’in, resmi söylemin yalan üzerine kurulu bir resmi tarihi vardı. PKK’nın da aynen öyle yalan üzerine bir resmi tarihi var. Bu onu buraya kadar taşıdı. PKK tarihinin yalanlar tarihi olduğunu 7 Haziran’dan bu yana olanlar 40 yıldır görmediğimiz şeyi gözlerimizin önüne sermiş oldu. PKK’nın 1980 sonrası Diyarbakır cezaevinde insanlık dışı işkenceler sonucu kurulduğu yalandır. 80 öncesi PKK tarihinden bilinçli olarak hiç bahsetmiyorlar. Kurulma tarihi yalan tarihidir. PKK kurulur kurulmaz Kürtlere savaş açmıştır. Darbeye kadar devletle çatışması yoktur. Ama kendisi gibi düşünmeyen kişi kurum örgüt ve sosyolojik yapıları yok etmek için bütün gücünü sarf etmiştir. Kürdistani olan her şeyi yok etmiştir. Rizgari’ye, diğer Kürt örgütlerine saldırmıştır. Türkiye’de demokrasinin yakın tarihe gelene kadar en gelişmiş olduğu 77-78 yıllarında yapmıştır. Kürt bölgesinde de sorun yok. Belediyeler Kürtlerde. Seçime giriyor kazanıyorlar, bütün dernekler odalar birlikler kurumlar hepsi Kürt milliyetçi örgütlerin elinde.

PKK SİYASETİ İLLA SİLAHLA YAPMA DERDİNDE

Üstelik şiddet olmadan, sorun olmadan?

Aynen. Şiddet yok, bu örgütler şiddet kullanmadıkları için de bütün siyasi yapılar onların elinde, yüz binlik bir milyonluk mitingler yapılıyor bölgede. Böyle bir dönemde “hayır ben bunu ille şiddetle yapacağım”   diyen bir örgüt çıkıyor; PKK. Daha darbe yok. Ama darbe olduğu zaman da PKK ortada yok. Ne zaman çıkıyor ortaya? 1984’te. Darbe dönemi bitmiş, seçim olmuş, darbeciler seçime girmiş yenilmiş, darbecilerin seçilmesin dediği isim Özal seçilmiş. Demokrasiye geçilecek. Ve sen silaha başvuruyorsun. Devlete saldırıyorsun.

PKK’NIN ARKASINDAKİ GÜÇ ABD’DİR

PKK’nın tarihinin ve amaçlarının örtülmesi, ilginç zamanlarda manidar şekilde ortaya çıkarılması gizli bir ele, bugün kullanılan adıyla “üst akla” işaret ediyor. Kimdir sizce “o”?

Amerika. O günlerde anti-kuzey konsepti deniliyordu. Rusya’ya Komünizme karşı her yol ve yöntem mubahtır deniyordu. Ve PKK’nın 80 öncesi yok etiği bütün Kürt örgütler Sovyet yanlısıydılar.

PKK, ÇEKİRDEK ÇİTLER GİBİ KÜRT ASAN İRAN’LA NEDEN MÜTTEFİK?

PKK da Marksist, Stalinist bir örgüttür?

Sağ örgütlerle kavgası yoktur, sol örgütlere saldırıyor ve önü açılıyor. Bakıyorsun yine ABD’nin bir konsepti var burada. Cihatçı kimliğiyle DAEŞ ile önce İslam’a savaş aç, sonra ona karşı her yol yöntem mubah de. O kadar tuhaf şey ki bunu ancak böyle özetleyebiliyorsun. Bu bir operasyon aklıdır. Suriye’de Esat’ı meşru hale getirebilmek için DAEŞ’i var eden Şii Sünni hattı yaratan akıl. Daha dün BM açıkladı. Dünyada en fazla idam İran’da. Bu sene idam sayısı 937. En fazla Suudi Arabistan’da derler ama orada 135. Kürtleri çekirdek gibi çitleyen bir devletle kol kolasın. Türkiye’de her şeyin var, 103 belediyen var, mecliste üçüncü partisin, efsanevi bir lideri olan partiyi hükümet kuramaz hale getirmişsin. Bölgedeki iki kadim devletten birini yönetecek durumdasın ve bunların hepsini reddediyorsun. Suriye’de Kürtlere kimlik bile vermeyen kanlı bir diktatörle beraber anılmaktan zerre utanmıyorsun. Şimdi bunu neyle izah edeceksin? Hem çözümden vazgeçtin hem de bu devletin eski devlete dönmesi için mücadele diyorsun.

PKK “SENİ ÖLDÜRÜCEĞİM” DERKEN NEYİ KONUŞACAKSIN?

Amerika Türkiye’ye “PYD ile ilişkilerini bir daha gözden geçir” diyor. PKK’ya da “silah bırak”. Bunu söyleyen bir koro da var, süreç başlarken PKK’ya “sakın ha, silah bırakma” diyen. Sizce mümkün mü böyle bir şey?

Bu pozisyonda, hayır. Bir ışık görseniz o ışığın daha fazla büyümesi için çaba gösterirsiniz. Bu ülke 80 milyonluk bir devlet. Etrafı kan deryası ile çevrilmiş ve bugünkü devletin yaratmadığı, geçmiş devletin devrettiği kötü bir miras var. Öyle olunca her ışığı büyütürsünüz ama kiminle konuşacaksınız? Karşınızda bir siyaset yok ki. Siyasetle konuşulur, müzakere edilir. Karşınızda şunu yapmazsan seni öldüreceğim, bunu yapmazsan seni havaya uçuracağım, bunu yapmazsan kirli ittifaklara gireceğim, bunu yapsan da yapmasan da seni öldüreceğim diyen bir akıl var. Dün yaptıklarımın çare olmadığını anladım diyen akılla elbette konuşulur. Ama burada tam tersi az bile yapıyorum, ben seni devireceğim, benim tek görevim bu, sana acı çektireceğim, bana teslim olacaksın diyen bir yapı var. Beş bin adamım var, ben Kürdüm diyorsun. Niye Kürdüm diyorsun? Devletin de bir milyonluk ordusu var. Türkler de milyonluk orduya müdahale et der. PKK elinde silah var diye haklı olduğunu söyleyen, bu kadar muhakemeyi bile yapamayan bir siyasetle karşı karşıyayız. Bunla konuşulacak bir şey yok.

ÖCALAN İSTESEYDİ KANDİL’E TAVIR ALABİLİRDİ

Çözüm süreci başlarken Öcalan devlete “Benim HDP ve Kandil üzerinde etkim var, silah bıraktırabilirim” dedi. PKK’ya da “silahlı mücadele dönemi bitmiştir silahları bırakmaya sınır dışına çıkmaya hazırlanın” dedi Öcalan. Süreç böyle başladı. PKK da söz verdi ama gördük ki o söz tutulmuyor. Ve gördük ki Öcalan’ın ne HDP ne Kandil üzerinde etkisi yokmuş. PKK’nın güç bende dediği bir dönemi yaşıyoruz ve PKK’nın terörden yana bir tercihte bulunduğunu anlıyoruz. Bundan böyle savaşmak için de, şartlar oluşursa konuşmak için de tek muhatap Kandil, Öcalan öldü öyle mi?

Öcalan çok isteseydi Kandil ona tavır koyamazdı. HDP çok isteseydi Kandil tavır koyamazdı. İradeyi göstermekti sorun. HDP ben Kürt’üm bu oyu desteği de aldım, deseydi Kandil bunu yapamazdı. Çözüm sürecinin amacı PKK’yı HDP’leştirmekti, HDP’yi PKK’lılaştırmak değil. HDP siyasi iradeyi kurmuş olsaydı Kandil meşruiyetini yitirirdi. Hem Kürtlerin daha fazla hak ve özgürlüğünü savunup hem devlette temsil kabiliyeti varken PKK ne yapabilirdi. Dolmabahçe’yi hatırlatıyorlar. HDP o tavrı almış olsaydı her gün Dolmabahçe kurulacaktı. İzleme heyetinin başında sen olacaktın. Komik kalıyor yani HDP’nin sözleri. Öcalan açısından da öyle. Öcalan 2013 Nevruz’unda söylediğinin arkasında dursaydı bugün ne şiddet ne silah olacaktı. Sözlerinin arkasında durmadı.

ÖCALAN SÖZÜNDEN 2013 HAZİRAN’INDA DÖNDÜ

Öcalan’ın tüm metinleri sözleri çift dillidir ama İmralı tutanaklarına bakıldığında görülüyor ki süreçte de öyleymiş. Siz Öcalan’ın tavrını nasıl okuyorsunuz?

2013 Haziran ayından itibaren örgüte “siz kendi durumunuza göre bir şeyler yapın” diyen bir Öcalan var. Haziran ayına kadar evet ısrarlı silahlar bitsin, çıksın diyor sonra “ben söylüyorum siz kendi durumunuza göre şey yapacaksınız” diyor.

Haziran 2013 Gezi olayları demek?

Evet, Gezi’den sonra değişiyor. Her şeyi doğru okuması sonucu Öcalan 40 yıldır Ortadoğu’da ayakta kalabilen biri.

BÖLGEDEKİ KIRILMA ABD’NİN ESERİ

Nasıl bir doğru okuma bu? Gezi bastırılmış bir kalkışma sonuçta, istediğini alamadı tertipleyenler.

Alıp almaması önemli değil, Gezi’de iktidarı kimlerin hedef aldığı, kimin organize ettiği önemliydi. 2013’te Ortadoğu’daki bütün kırılmalar ters döndü. 2013 Nisan’da DAEŞ kuruluyor, Hizbullah Suriye’ye giriyor, o efsanevi örgüt Müslüman katiline dönüşüyor. Irak’ta Şii zulmünün oluşturduğu DAEŞ Suriye’de tam tersine Esat’ı kurtaran örgüte dönüştü. Aynı anda Mısır’da darbe oluyor. Gezi’ye bakıyorsun küresel saldırı. Küresel saldırılar ABD’ye rağmen olabilir mi? Öcalan bunu görüyor “küresel güç, Erdoğan ve AK Parti’yi gözden çıkarmış olmalı”. Nitekim 7 Haziran’da buna bir ölçüde yaklaştılar. Eğer o tarihsel hataları yapmasalardı, muhalefet bu topraklara ait hissetmiş olsaydı bugün onlar iktidardı ve proje de başarılmış olacaktı. Ama o ruh, o inanç, o yürek olmadığı için Meclis başkanını bile beraber seçemediler. Öcalan çözüm süreci başlamadan iki ay evvel 2012 16 Ekim’de gönderdiği mektupta “Erdoğan’a saldırı başlıyor, ben kendi cephemde bunu engelleyebilirim” diyor. Devlet de öngörü sahibi tabi, saldırıların yaklaştığını görüyor.

KÜRESEL SALDIRI ÖNCESİ PARALEL YALANI

Sürece dair eleştirilerden biri şu, FETÖ çevrelerinin daha çok dile getirdiği: “Devlet PKK’ya karşı tarihinin en başarılı mücadelesini yürütüyordu ama PKK’nın Türkiye’de ateşkese ihtiyacı vardı. Çünkü Suriye’de savaşacaktı, elemanlarını oraya sevk etmesi gerekiyordu. Türkiye ona bu fırsatı verdi. PKK da Türkiye’ye silah yığdı” deniyor?

Bu kocaman bir yalan. Durum öyle değildi. Hangi başarıdan kazanımdan bahsediyorsunuz. 2012’de tam tersi tahrip edilmiş bir mücadele biçimi vardı. Karakollara çok yoğun saldırıyordu PKK. Her yerde saldırı vardı. Sen bazı yerlerde görünebiliyorsun diğer yerlerde görünemiyorsun. Bir eski gazete yayın yönetmeni şov olsun diye dağa rakı masasını kuruyor falan. Acizliği bu kadar göstermeye çalışıyor. Böyle bir dönemde mi büyük başarılar elde etmişsin. Devlet artık kimseyi düşman görmüyor, kimseyi ötekileştirmiyor ama onun güvenlik bürokrasisinin başındaki kesim hala dünkü devletinin temsilcileri. İdris Naim Şahin’in terörle mücadeleyle ilgili projesi olabilir mi. Yalan bir iddia o.

PARALEL YAPI KCK’YA SIZMIŞ OLABİLİR

2012 sonu aynı zamanda Paralel yapının rengini, niyetini, gözünü kararttığını belli etmeye başladığı bir dönemdi. Devletin “stratejik noktalarda Paralellerin olduğu bir dönemde terörle mücadeleye devam etmek zafiyet oluşturur, burada durdurayım, kadroları değiştireyim, paraleli devletten kazıyayım, PKK’ya daha sonra…” diye bir devlet aklı, siyasi akıl da yürümüş olabilir mi?

Mümkündür. 2009’da KCK operasyonları adı altında aslında ülkenin yarınlarına -yani bugünlerin oluşmasına- yönelik çok kirli bir operasyon yapıldı. KCK operasyonun iki amacı vardı. 1) Kürtlere şu mesaj veriliyordu; PKK’nın önünü açacak şekilde, PKK’nın Kürtlere bugün dediği gibi; “bakın bu devlet hiç değişmedi” 2) “Bu devlet asla siyasete müsaade etmez, ancak şiddetten anlar”. KCK’yı bu yolla yönlendirme kabiliyetini ele geçirmek istedi Paralel yapı.

KCK OPERASYONU PKK’YI RADİKALLEŞTİRMEK İÇİN YAPILDI

Bunu açmanızı istiyorum. Çünkü Hatip Dicle 2014 yazında kendisiyle yaptığım görüşmede bana “Paralel yapı KCK operasyonlarıyla KCK içine sızmış olabilir, o kadar siyasi tutuklanınca yerlerine kimin geçtiğini bilemez olduk” manasında bir olasılıktan şüpheden bahsetmişti. Çünkü YDGH Cizre’de ilk hendekleri açmış ve Öcalan’ın “hendekleri kapatın” talimatını bile dinlenmemişlerdi.

Şöyle düşünün, 2009 gibi bir dönemde var olan tüm kadroları, belediye başkanı, meclis üyesi, tüm siyasi kadroların tasfiye ediyorsunuz. Ateşkesten bir gün sonra yapıyorsunuz hem de bunu. Yerine kim gelecek? PKK bir yandan meşru siyasete devletin tahammülü yok, propagandası yapıyor ve siz onu haklı çıkarıyorsunuz. Bunların yerine daha radikal, daha reşit olmayanlar gelecek. Radikalizm emek gerekmiyor bilinç gerekmiyor çünkü. Siyasi tercüme emek değil silah sıksan bomba atsan referansın bu oluyor. Böyle bir referans, istihbarat örgütlerinin kullanabileceği insanların önünü açar. Bomba atar yakalamazsın, önünü açarsın, hem yerleşirsin hem yönlendirirsin.

ÖCALAN’A ABD’NİN MESAJINI SIRRI SÜREYYA ÖNDER GÖTÜRDÜ

Sırrı Süreyya Önder Gezi’de etkin bir role sahipti. HDP’ye sonradan eklemlenmiş bir isim olmasına rağmen İmralı’nın heyeti içinde en çok istediği isim olmayı başarmıştı. Ama isminin üstü çizildi, bir kaç hafta İmralı’ya gidemedi. Tutanaklarda görüyoruz ki bu esnada Öcalan’a Pervin Buldan eliyle bir not ulaştırıyor: “Aslında sizin Ortadoğu ve Türkiye’nin demokratikleşmesi için önerdiğiniz ittifak Gezi’de oluşmuştu, bunu siz göremediniz, Kandil de HDP de pek görmüyor ama ben gördüm” diyor mealen ve bir şey öneriyor örtülü olarak. Benzer bir bilgiye, kanaate sahip misiniz?

O görüşme trafiği ile farklı bilgi akışları zaten Sırrı Süreyya Önder ve diğer aktörler üzerinden çok hızlı akmaya başladı İmralı’ya. Sırrı Süreyya Önder bunu çok iyi de yerine getirdi. Osman Kavala gibi kel alaka birinin selamını ve başkanlık sitemine karşı duruşunu getiriyor ki bir simgedir Kavala. Bu bir beyaz Türk duruşudur. “Türk sol hareketinin kırgınlığı var” diyor mesela Sırrı Süreyya Önder. Türk sol hareketinin kim olduğunu, arkasında kimler olduğunu biliyoruz. HDP’yi diğerlerini pasif kaldıkları ve Geziye katılmadıkları için itham ediyor. Düşünebiliyor musunuz Öcalan Gezi için “darbe süreci” diyor, Sırrı Süreyya Önder ise -zurnanın son deliği, çok affedersiniz- “bu yanlış” diyor. Bu kadar saçma bir ilişki. Hangi güçten, ilişki ağından güç alıyorsunuz. Ama o ilişki ağı hala devam ediyor. Farklı kimlikler farklı cephelerle devam eden, ülke içinde meşruiyetini yitirmiş ama hala bölgesel ve uluslar arası alanda pazarlıkta kullanılan aktörlerle bir ilişki ağı. Öcalan bu ağın ve mesajların ne anlama geldiğini bilir.

Kilit isim Sırrı Süreyya Önder midir?

Tabii ki. Devlet de, beyaz Türkler de, Kürtler de sevdi. Ben hala anlamış değilim onu neden kabul ettiğini. Kürt olmayan bir insanın Kürt meselesinin ana aktörü olması bir utanç zaten. Sadece ana aktör olmakla kalmıyor, müdahale ediyor, özel ilişkilere giriyor. Niçin, kimler için, tuhaf bir durum zaten.

SÜREÇTE CİDDİ YETMEZLİKLER OLDU

Sürecin zafiyeti olarak mı görüyorsunuz bunu?

Tuhaf bir şeydir bence, ciddi bir yetmezlik oldu. Daha aktif müdahaleci konuma gelememişseniz yetmezliğiniz vardır. Bu çıktı ortaya. Devletin bu süreçte bir yetmezliği oldu. Bazen yetmezlik, bazen zarurettir. Şöyle söyleyeyim. Gezi ile beraber bir kırılmanın yaşandığını herkes gördü. Bir kırılma ve o kırılmada uzak durdu PKK. Öcalan o kırılmadan uzak durdu ama geri çekilmeyi de durdurdu. Herkes şunu okudu orada, PKK Gezi’ye katılmadı. Tamam, katılmadılar ama çekilmeyi de durdurdular.

Benim buna itirazım var. PKK bayraklarıyla, Öcalan flamalarıyla, (belki silahlarıyla) basbayağı Gezi’deydi PKK.

Stratejik olarak katılmadılar ama. Bu böyle okundu –ki bu ciddi bir yetmezliktir. Geri çekilmenin durdurulmasına müdahale edebilecek irade gösterilemedi.

İLETİŞİM KANALLARI ARTIRILMALIYDI

Ne yapılabilirdi de yapılmadı?

Şimdi. Siz bunu bir tarihi adım, yüzyılın projesi olarak görüyorsunuz. O zaman ilişki ağını Sırrı Süreyya Önder ya da diğerleri gibi insanların yeteneğine niyetine becerisine terk etmemek için başka adımlar atmalıydınız. Daha fazla iletişim kanalı olmalıydı, hareket kabiliyetinin daha fazla olabileceği ortamlar olmalıydı, Oslo’daki gibi.

Nedir yani?

Oslo’da uçakla birilerini alıp götürmüşsün yani. Şimdi süreci birilerinin insafına terk etmeyebilirdiniz. İmralı’ya giden üç beş seçilmiş süzgecine bırakmak yerine çok sayıda iletişim kanalı ile o mesajın yayılması ve geri dönülemez hale gelmesini sağlayabilirdiniz.

“ERDOĞAN GİTSİN DE İSTERSE MİLYONLAR ÖLSÜN”

Eleştirilerden birisi de şu: “süreç boyunca bu kadar silah bomba nasıl girdi mahallelere ilçelere, devlet, valiler, asker polis bunu mu seyretti?” Bu da mı bir yetmezlik sizce?

Yetmezlikler ya iradidir ya zorunluluktan. Bu zorunluluktan. Kadro çok iyi bir kadro değil. Çözüm sürecindeki silahlanma iradi bir şey değil. Çünkü sana ölümcül saldırılar var ve sen sadece kafanı kurtarabilmişsin. Gövden ayakların her yerin işgal altında. Ve en kritik yer de o işgalin en yoğun yaşandığı yer. Bakın Güneydoğu’da o dönemde görevli kamu yöneticileri süreci ihanet olarak görenler ve “Erdoğan gitsin isterse bir milyon insan ölsün” anlayışında olanlar. Polisi, jandarması, emniyet müdürü, savcısı, hakimi, kaymakamı, valisi hepsi öyle. Erdoğan gitsin de binlerce insan ölsün kafasındaki insanlar PKK’ya karşı mücadele eder mi? Etmez.

SÜRECİ HEM PKK, HEM FETÖ SABOTE ETTİ

Operasyon yapma yetkisini askerden alınıp valiye veren irade Hükümete ait ama?

Bu hangi amaçla yapılıyor ama? Geçmişte hem askerler üzerinde oluşturulan algı hem kendi öz tavırları böyle bir karar almayı zorunlu kıldı. Tarla sürülmüş. Diyelim bomba sevkiyatı oldu. Siz devletsiniz. Bunu nasıl ispatlayacaksınız? Ya polisiniz gidecek, köyse jandarma gidecek, istihbarat gidecek. Polisiniz jandarmanız gidiyor, diyor öyle bir şey yok. Savcınız diyor, öyle bir şey yok.

İyi de her yerde mi oldu bu?

Tartışıldı zaten. Ama eksik. PKK vergi alıyor, PKK çocukları dağa kaldırıyor, PKK yol kesiyor, mahkeme kuruyor, bunlar tartışıldı. Ama silah nedense hiç gündeme gelmedi. Bu birileri tarafından özenle kaçırıldı gündemden. Kim mi? Kim buna ihanet süreci diyorsa, kim Erdoğan gitsin bu memleket yansın diyorsa onlar. Yoksa bu şehirlere kedi gelse haberiniz olur. Sadece çözüm sürecinde değil daha evvel de olan bu. Ama süreç asla başarısız olmamıştır.

PKK bu sayede meşru olabilecek bütün donelerini kaybetti. Siyaseten yenildi. Hiç olmamış bir şey oldu, devlet meşru pozisyonda kaldı. Devlet 40 yıllık bu mücadelede hiçbir zaman meşru pozisyona gelmemişti. Bunun bir sürü nedeni var. Ama bu oldu bu defa. Nasıl oldu? Operasyonlarda kullandığı dil, yöntem ve hedeflemesiyle oldu. PKK kırk yıllık süreçte hiç olmamış şekilde ilk kez şehir içine girdi, gaddarca bir yönteme başvurdu. Devlet eskisi gibi olsa böyle bir örgütü bulunduğu yerde yok eder. Eğer derin devlet olsaydı, üç günlük işti.

KÜRTLER PKK’NIN GERÇEK YÜZÜNÜ İLK KEZ BU KADAR NET GÖRDÜ

Bahçelinin dediği gibi taş taş üstünde, baş baş üstünde kalmayacak yöntemiyle?

Aylarca sürdürmezlerdi. İşte büyük şehrin bir ilçesinde bakıyorsun bir tarafta hiçbir şey yok, hayat devam ediyor, bir yanda hendekler. En yoksullar, acıların sönmediği, işsizliğin kol gezdiği yerlerde. Nerede yoksulluk varsa orada şiddet var. Yoksulluğun renginin değiştiği yerde yok. Miting oluyor oy veriyor ama şiddetle ilişkisi yok. Bunu çok iyi bilen bir devlet var bugün ve sabrediyor bedel ödüyor. Ama şunu da yakalamış, Kürtler de devlet de görüyor bunu: “Sen siyaseten beni yönetebilirdin, şimdi beni öldürüyorsun”. Ben sana demişim ki “gel beni yönet”. Sen diyorsun ki “hayır ben seni öldürdükten sonra yöneteceğim”. Bunu Kürtler de gördü, Türkler de, herkes gördü. Bu PKK açısından Türkiye’de sürdürülebilecek bir şey değil.

Ama bakın sürdürüyor!

Onun için abuk sabuk on tane, komşusunu tanımayan örgütle iş birliğine girdi PKK. Bir yere bomba atmasa, insan öldürmese 80 milyonluk ülkede siyaseten sinek vızıltısı dahi olmayan yapılar bunlar. Buna kadar düşen bir PKK’dan bahsediyoruz.