19 Nisan 2024 Cuma / 11 Sevval 1445

Prof. Dr. Nurşin Güney: Türk Akımı Projesi Amerika'ya goldür

Prof. Güney: ABD Türkiye’nin potansiyelinden ürktü ve sıkıştırmak istedi. Ama Türkiye, Rusya ve İsrail’le ilişkilerini normalleştirerek elini güçlendirdi. Fırat Kalkanı ve Türk Akımı Projesi Amerika’yı epey tedirgin eder.

FADİME ÖZKAN17 Ekim 2016 Pazartesi 07:00 - Güncelleme:
Prof. Dr. Nurşin Güney: Türk Akımı Projesi Amerika'ya goldür

TÜRKİYE ENERJİ SAVAŞININ TAM ORTASINDA

Milli İstihbarat Teşkilatında uzun yıllar çalışman veMadanoğlu cuntasını deşifre ettiği için deşifre edilen rahmetli Mahir Kaynak 2013'te yaptığımız röportajda "bölgedeki kaosun nedeni enerji ve Türkiye de meselenin tam göbeğinde" demişti.

Bölgenin yüzyıl sonra yeniden parçalanıp dizayn ediliyor olmasında yine bölgedeki petrol yatakları ve doğal gaz nakil hatları var. Türkiye de paylaşımın yapıldığı bu zorlu bölgede kendi güvenliğini ve menfaatlerini korumaya, parçalanmanın karşısında durmaya çalışıyor.

Tam olarak ne oluyor, bu savaş neyin savaşı? Denklemde kim nerede duruyor? FETÖ, PKK, DAEŞ kimin menfaati için insan öldürüyor? Musul operasyonu nereye evrilir? Yıldız Teknik Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Nurşin Ateşoğlu Güney ile konuştuk. Prof. Güney özellikle Rusya ve enerji alanında uzman bir isim. 

***

Türk Akımı Projesinin çok büyük ve önemli olduğunu biliyoruz ama bölgedeki denklemde ne değişecek, sizden dinlemek isteriz?

Türk Akımı, aslında yeni bir şey değil. Esas şekillendiği yıl 2014 ve projenin gerisinde Güney Akımı diye bilinen proje vardı. AB ile Rusya arasında yaşanan ihtilaflar -Moskova’ya uygulanan yaptırımlar, Ukrayna krizi vb.- neticesinde Güney Akımı Projesi Moskova tarafından rafa kaldırılınca Rusya Devlet Başkanı onun yerine Türk Akımı boru hattı projesini alternatif olarak ortaya koydu. Önceden Bulgaristan’dan çıkıp Avrupa’ya iki hat üzerinden gitmesi planlanan Güney Akım projesi böylece rafa kalkmış oldu.

Bilindiği gibi, hidrokarbon meselesinde doğal gaz hatlarının nereden geçeceği meselesi sadece iktisadi değil aynı zamanda siyasi bir mevzu. Boru hattı meselesinin sonuçlanmasında her zaman belirleyici olan, jeopolitik mücadeledir.

ENERJİ SAVAŞININ ORTASINDAYIZ

Türk Akımını ekonomik önemden öte stratejik noktaya taşıyan mücadele de bu mu?

Elbette. Dün olduğu gibi bugün de doğalgaz ve petrol geçiş hatlarıyla ilgili olarak küresel ve bölgesel güçlerin Türkiye’nin etrafındaki hidrokarbon kaynaklarının tüketiciye nasıl ulaştırılacağı konusunda ciddi bir mücadelesi var. Ve bu devam ediyor. Türkiye çünkü coğrafi konumuyla hem doğu-batı hem de güney-kuzey ekseninde kaynak ülkeler ile tüketici ülkeleri birleştiren bir köprü niteliğinde. Bu da Türkiye’ye özellikle Avrupa’nın enerji arz güvenliği meselesinde ciddi önem kazandırıyor. Coğrafi olarak köprü pozisyonunda olmak bize avantaj da getiriyor, riskler de getiriyor.

TEK DEZAVANTAJIMIZ ENERJİDE BAĞIMLILIĞIMIZ

Nedir o avantajlar ve riskler?

En büyük avantajımız köprü oluşumuz. Belki köprü kelimesi pek hoş değil ama bağlantı noktasıyız. İlginç olan, uzun bir süredir Avrupa Birliği’nin enerji konusunda durduğu nokta; bilindiği gibi AB enerji arz güvenliği meselesinde Rusya’ya ciddi ölçüde bağlamlı. Türkiye de enerji bağımlısı bir ülke yani. enerjisinin büyük kısmını dışarıdan ithal ediyor.. Bu bağlamda Türkiye’nin kendi enerji güvenliğini sağlaması Avrupa enerji jeopolitiği için de önem arz ediyor.

ENERJİ PİYASASI ÇEŞİTLENDİ REKABET ARTTI

Yakın geçmişte Rusya’nın kış ortasında Avrupa’ya gazı kestiği olmuştu!

Rusya Avrupa ile ihtilafları çerçevesinde enerjiyi kimi zaman bir dış politika aracı olarak, kimi zaman cezalandırıcı, kimi zaman da ödüllendirici bir unsur olarak kullanıyor. Bu durum Rusların bazen elini kuvvetlendiriyormuş gibi görünse de aslında enerji piyasası içinde önemli bir kaynak ülke olmak adına pek de güvenilir bir yöntem değil. Zira kaynak ülke olarak öne çıkmak için Rusya mevcut enerji piyasasındaki rekabet içinde güvenilir bir tedarikçi olduğunu da kanıtlamak zorunda. Bugün artık doğal gazı tüketiciye ulaştırılmakta alternatif yollar olduğu unutulmamalı.. Sıvılaştırılmış gazın (LNG) gemilerle temini gibi. Üstelik sıvılaştırılmış gazın iletilmesindeki yüksek fiyatta olumlu gelişmeler var. Enerji teknolojisi gelişiyor, piyasaya sürekli yeni üretici ve tüketici ülkeler giriyor. Nitekim ABD’nin kaya gazını elde etmesinden ve bu gazı Avrupa’ya iletme kararı ortadayken Rusya’nın Avrupa piyasasında güvenilir bir enerji tedarikçisi olduğunu kanıtlaması şart.

Özetlersek enerji teknolojilerinde değişim yeni kaynak ve kaynak ülkelerin ortaya çıkışı, piyasadaki enerji üreten ve tüketen ülkelerin arz ve talebini etkiliyor. Dolayısıyla, her şey enerji arz-talep güvenliğinin neresinde durduğunuzla ve dünya enerji piyasasının nasıl bir dönüşümden geçtiğiyle yakından ilgili. Rusya enerji kaynakları açısından ne kadar zengin olursa olsun bu matematiği göz ardı ederek hesap yapamaz.

AVRUPA-RUSYA GERİLİMİ

Ülkeler arasındaki siyasi gerilimlerin ya da yakınlaşmaların arkasında enerji alış verişindeki gerilim mi yatıyor aslında?

Bu bağlamda Rusya ile AB ülkelerinin karşılıklı enerji bağımlılığı ilginç bir hikâye. Aslında AB’nin enerjide Moskova’ya bağımlılığı bugünden daha gerilere gidiyor Soğuk Savaş döneminden başlıyor. . ABD bu durumdan hep rahatsızdı ve Avrupa’yı bu konuda uyararak, enerji temini konusunda Rusya’ya bu kadar bağlanmamasını talep etti.. Soğuk Savaş sonrasında durum daha ilginç bir hal aldı çünkü AB’nin Rusya’nın iyi davranacağıyla ilgili genel bir inancı vardı. Bu noktada Avrupa ülkeleri Rusya ile enerji üzerinden kurulacak karşılıklı bağımlılık ilişkisine güveniyorlardı. Moskova Gaz, Brüksel para sağladığı müddetçe herkes kazanacak ve Ruslar giderek Batılıların sözlerini daha çok dinleyeceklerdi. Bu umutlar son 10 yılda yaşadığımız Ukrayna krizlerine dek devam etti. 2008 krizinden beri AB ülkeleri Rusya’ya güvenmiyor ve AB enerji arz güvenliğinde ciddi olarak alternatif yollar geliştiriyor.Hikâyenin sonrasını hepimiz biliyoruz.

BAĞIMLILIK İLİŞKİSİZLİKTEN İYİDİR

Enerjide bağımlılık askeri güvenliği ve barışı da sağlıyor öyle mi? Ya da tam tersi?

Aslında bağımlılıktan çok karşılıklı bağımlık demek gerekiyor.Uluslararası İlişkilerde bu konuyla ilgili bir teori bile var; karşılıklı bağımlı olma teorisi.Her iki aktörde karşılıklı bağımlı oldukları durumdan kazanç elde ediyorlarsa ilişkiyi kopartmamayı tercih ederler. Bu teorinin en çok açıklayıcılık sağladığı ilişki modellerinde birisi Almanya ile Rusya arasındaki ilişki. Rusya Almanya’ya gaz satıyor ve para kazanıyor ama Almanya’da gidip Rusya’da ve Rusya ortaklı alanlarda yatırım yapıyor, ticari beklentisi var. Bir yandan doğalgaz üzerinden Avrupa jeo-ekonomisine yönelik kazanç beklentisi artıyor. Kuzey Akımı 1 de olduğu gibi şimdide Kuzey Akım 2 ile Baltık Denizinden yeni bir ek doğalgaz hattı kurulması çok yakın bir olasılık. Yani karşılıklı bağımlılık anlamlı kazanç ve kayıplar üzerinden kurulduğunda aktörler ilişkiden vazgeçmiyorlar.  Çıkar çatışması çıkabiliyor tabi ama aktörler doğrudan güç kullanmak yerine ”linkage” dediğimiz bağlantıları kullanmayı ve karşı tarafın davranışlarını manipüle etmeyi tercih ediyorlar. Sonuçta belirli konularda ihtilafa düşseniz de o bağlar sayesinde ilişki bir şekilde sürüyor.  Tabi karşılıklı bağımlılıkta da daha güçlü olan ve daha az gücü olan taraflar var. Bugün haritaya bakarsanız Rusya’dan Kuzey Avrupa’ya yönelmiş müthiş yoğunlukta bir boru hatları ağı görürsünüz. Bu Rusya’nın gücü; bu nedenle de Moskova herhangi bir çıkar çatışmasında Avrupa’nın ve Almanya’nın kendisiyle olan ilişkisini sürdüreceğine inanıyordu. Bu inanç sayesinde geçmişte Moskova ile Kiev arasında fiyat anlaşmazlığı olduğunda Rusya musluğu kapatabildi. Avrupa endişelendi, hatta korktu ama ilişki devam etti. Son Ukrayna krizi bir nebze daha farklı çünkü bu sefer hem AB hem de Rusya karşılıklı olarak güç kullandılar. Kırım’ın ilhakından sonra AB,Rusya’ya yaptırımlar uygulayınca Rusya da tepki verdi ve neticede Ukrayna’yı baypas edecek bir doğal gaz hattını devreye sokma kararı aldı. Rusya Güney Akım’ın yerine yani gazı Karadeniz’den geçecek boru hattı ile Bulgaristan’a getirmek ve oradan da iki hatla Avrupa’ya taşımak yerine, Türk Akım’ını hızla devreye soktu. İşte 23. Dünya Enerji Kongresi’nde tamamlanacağı ilan edilen boru hattının hikâyesi böyle başlıyor.

TÜRK AKIMININ HİKÂYESİ

Türkiye-Rusya ilişkileri de biraz böyle seyretti ama şuan iki ülkede kararlı şekilde iş birliğine girmek istiyor, giriyor. Sormak istediğim soru; Türk Akımı Projesi siyaseten ne değiştirdi? Rusya’nın Amerika ile olan ilişkisi, Rusya’nın Avrupa ile ilişkisi, Türkiye’nin Amerika’yla ve Avrupa’yla ilişkisi bu saatten sonra ne yönde seyreder? Türkiye’nin eli nasıl güçlendi?

Güney Akım hikâyesi üzerinden bağlayalım. Rusya ne demişti: Yaptırımlar yüzünden “ben bu projeyi askıya alıyorum”. Ancak AB-Rusya enerji ilişkisindeki tek sorun Ukrayna meselesiyle başlamıyor. AB'nin 3. Enerji Paket gereğince, Rusya kaynaklı doğalgaz boru hattı Avrupa’dan geçse bile Moskova’nın bu hat üzerindeki bütün haklara sahip olamayacağını biz biliyoruz. Bu konuda taraflar arasındaki itilaf uzun bir süredir devam ediyordu. Ve zaman zaman Rusya’ya bu konuda AB’ye uyarıda bulunuyordu. AB’nin Ukrayna krizi nedeniyle uygulamış olduğu yaptırımlar Birliğin kendi toprakları üzerinde uygulanması zorunlu enerji politikasının gereklilikleri ile birleşince Güney Akım’ın gerçekleşmesi artık mümkün olmaktan çıktı.

Türk Akımı da iki hat olarak planlandı aslında. Birinci hat iç pazara, iç ihtiyaca yönelik.Biz 14 milyar metreküp gaz alacağız anlaşmaya göre.İkinci hatta –ki Türkiye’nin esas arzusu o hattın da gerçekleşmesi- Avrupa’ya gidecek ve yaklaşık  49 milyar metreküp gaz taşıyacak. Bu gerçekleşirse Türkiye’nin merkez ülke olma rüyasının önü açılıyor.

İkinci Hattın Olmama ihtimali var mı?

Var elbette. Sebebi Türk-Rus ilişkileri değil. Bu çok ince bir nokta, bunun sebebi Rusya ve Avrupa Birliği ilişkileri.

RUSYA BALKANLARI ÇEVİRİYOR

Açar mısınız?

Üçüncü enerji paketinden bahsetmiştik. Buna göre Rusya’yı, AB bu anti-tekel yasaya göre davranmaya ikna edemiyordu. Güney Akımı’nın rafa kalkmasından önce Rusya’nın belirli AB üyesi ülkelerle, örneğin Bulgaristan ile anlaşması vardı.AB olaya müdahale edip Bulgaristan’ı kendi Birlik politikaları üzerinden bir şekilde ikna ederek anlaşmayı feshettirdi ve Bulgaristan da Rusya ile ilişkilerini kesti. Oysa Bulgaristan gibi Güney Doğu Avrupa’daki bazı ülkelerin enerji ve doğalgaz konusundaki bağımlılıkları Kuzey ve Batı Avrupa ülkeleri gibi değil, karşılıklı bağımlılıktan ziyade gerçek bir bağımlılık söz konusu. Doğal gaz ihtiyaçlarının yüzde 80-90’a varan kısmını Rusya’dan karşılıyorlar bu nedenle bu ülkeler için Güney Akım projesi önemliydi. Güney Akım rafa kalktıktan sonra ortaya çıkan Türk Akımı olasılığı da önemli ancak her şeyden önce böyle bir ikinci hattın gerçekleşmesi için AB ile Rusya’nın anlaşması gerekiyor ki Türk Akımı’nın ikinci hattının önündeki en önemli engel bu.

AVRUPA ENERJİ İÇİN BİRLEŞİYOR

Bu konuda Türkiye ne yapıyor?

Türkiye bu konuda kafa yormaya başladı. Konu aşılmaya çalışılıyor;bu bağlamada şimdiden bir Türk şirketi ile bir Rus şirketinin ortak girişimi vs. üzerinde kafa yoruluyor ama Türk-Rus ilişkilerinin gidişatıyla ilgili bir mesele değil bu.. AB için bu mesele konjonktürel ve siyasi.  AB’nin ısrarla üzerinde durduğu husus Avrupa’nın Rusya’ya olan enerji bağımlılığını azaltmak ve bu yüzden AB enerji piyasasıyla ilgili bağımlılığı azaltacak, ortak enerji pazarını oluşturacak tedbirler hızla devreye sokuluyor. Bu gidişat Türk Akımı’nın ikinci hattının kaderini de belirleyecek.

Siyaseten gevşeyen, hatta Brexit ile çözülen Avrupa görüntüsüne rağmen mi?

2008’den itibaren Kuzey ve Batı ülkeleri neredeyse bu yönde Rusya’ya olan doğal gaz bağımlılıklarını yok dereceye getirdiler. Ama Güneydoğu Avrupa bunu aşamadı, buda AB’nin kendi iç enerji politikasını istediği noktaya getirememiş olmasıyla ilgili. Şunu da es geçmemek lazım. ABD ülkesindeki kayagazı, kaya petrolü gibi enerji kaynaklarının ithali için bazı kanununu düzenlemeler yaptı. Doğalgazı LNG vasıtasıyla Avrupa’ya bir şekilde nakletmek istiyor. Aslında Rusya için Avrupa kaybedilmeyecek kadar önemli bir bölgesel doğal gaz piyasası. Batı’nın enerji arz güvenliği bağlamında alınan tüm bu tedbirler hem Moskova’nın önünü kesmek hem de Avrupa’nın doğal gaz bağımlılığına çare bulmak için.

ABD RUSYA’YI BOĞMAK İSTİYOR

Bu aynı zamanda ABD açısından Rusya’nın siyasi gücünü de kesmeye yarar herhalde?

Evet, hem siyasi hem iktisadi. Zaten Rusya çok daralmış durumda. Tamam operasyonel açıdan Suriye’ye kadar indi, tamam büyük bir güç, belirli kapasiteleri var ama bu kadar geniş bir zeminde operasyonel güç aktarımı yapmak Rusya’yı da bir anlamda geriyor. İktisadi olarak da, petrol fiyatlarının düşük olması uzun süredir Moskova’yı kötü etkiliyor. Bütün bunların karşısında Rusya’nın da sıkışması söz konusu. Dolayısıyla Avrupa pazarı Rusya için çok önemli. Aslında tüm bu jeopolitik oyun, tüm mücadele bunun üzerinden gidiyor. “Rusya’nın piyasasını daraltmak ve boğmak”. Bunların doğal sonucu olarak da Türk Akımı Projesi Rusya içinde büyük bir fırsat.

TÜRK AKIMI AMERİKAYI TEDİRGİN EDER

Peki, Türk Akımı’nın imzalanması, hayata geçiriliyor olması Amerika’yı rahatsız ediyor mu, nasıl ediyor?

Amerika bu durumdan rahatsız olur. Sadece enerji boyutunda Türk Akımı Projesi değil. Aynı zamanda savunma iş birliğinde gelinen nokta çok önemli. Artı nükleer santral meselesi var. Bu yeni bir şey değil elbette ama NATO’nun ikinci büyük askeri gücüne sahip jeostratejik anlamda önemli bir ülkenin Rusya ile ilişkisini geliştirmesi, hatta sadece ticaret ve enerji boyutunda değil bu işbirliğini daha stratejik bir boyuta ulaştırması, savunma sanayi bakımından iş birliği vs. Amerika’yı tedirgin eder. Muhtemelen biz bunun tepkisini de göreceğiz.

RUSYA DA BÖLGEYİ ABD’YE KAPTIRMAK İSTEMİYOR

Zaten epey zorladı Türkiye’yi, bundan sonrası nasıl bir tepki olur sizce?

Şu an zaten zorluyor birçok alanda, Suriye, Musul vs. konularında. Şu var. Rusya uzun zamandır Türk-Rus ilişkilerinden bağımsız olarak belirli bölgelerde ABD’nin ve Batı’nın gücünü bir şekilde kısmak istiyor. 90’lardan itibaren NATO’nun genişlemesinin kendi sınırlarına doğru gelmesi ve Ortadoğu’daki Amerika’nın varlığı Rusya için acı bir ilaç olmuştu. O gün yuttuğu, yutmak zorunda kaldığı bu ilacı bugün geliştirdiği A2/AD(askeri terminolojide çok kullanılan alan kontrol kapasiteleri) dediğimiz yetenekler ve bu yeteneklere dayanan stratejiler üzerinden bünyesinden atmak istiyor. Şu etkileyici, bunu Rusya ABD’nin günümüzde  sahip olduğu üstün konvansiyonel kuvvetler karşısında kısıtlı imkânlarıyla gerçekleştirmek istiyor. Kısmen de başarılı oldu: Askeri alandaki bu yetenekleriyle Karadeniz’de Kırım ilhakından sonra büyük gelişme sağladı. Batı’nın belirli alanlara girmesini durdurdu Tüm güç açığına rağmen nükleer bir güç sonuçta Rusya. . Askeri anlamda rakibine maliyeti yükleyerek bazı alanlara rakip gücün -burada ABD/NATO girmesini kısıtlayabildiğini görüyoruz Moskova’nın: Kola Yarımadası’nda bunu yapıyor, Arktika’da bunu yapıyor, şimdi Suriye’de S300’leri, S400’leri, gladyatörleri var, hava sahasını kapatıyor, erişimi kapatıyor, NATO’nun girişini çıkışını kapatabiliyor...

NATO İLE RUSYA

Yani aslında dünya, bir anlamda Soğuk Savaş dönemindeki gibi bloklaşıyor?

Tam bir Soğuk Savaş benzetmesi için erken. Sözünü ettiğimiz  bu mücadele örtülü bir mücadele çünkü kimse söylemiyor, eskiden ise bu karşıtlık açıktı. Yine de bugün küresel boyuttaki jeopolitik, jeostratejik mücadele askeri alanda da şiddetli olarak devam ediyor. Karadeniz’de, Akdeniz’de, Suriye’de devam ediyor. Ukrayna öyle. Doğu Avrupa üzerinden devam ediyor hatta Baltık ülkelerinin hava sahasını şuan NATO koruyor ve bu savunma ağını geliştiriyor. Oraya tacizler var çünkü bir başka alanda Amerika uçakları ile Rus uçakları birbirlerine teğet geçebiliyor. Tüm bunlar Soğuk Savaş görüntüleri gibi ama bugünün farkı şu, Washington-Kremlin karşıtlığı net değil, açık değil, söylenmiyor, söylenmek istenmiyor

Yükselen bir restleşme var ama aslında...

Restleşme Soğuk Savaş günlerinden biraz daha farklı. O günlerde Berlin, Küba krizi gibi doğrudan iki tarafın karşı karşıya kaldığı bir mücadele vardı oysa bugün restleşme Rusya adına A2/AD stratejileri üzerinden oluyor. Yani Rusya belirli alanlara Batı güçlerinin girişini Batılılar için maliyetli hale getirerek engellemek için askeri, siyasi, ekonomik tüm imkânlarını kullanıyor.

RUSYA BAŞARILI, NATO’YU BÖLÜYOR!

Rusya SSCB dönemi eski konumunu geri kazanıyor yani öyle mi?

Rusya büyük bir güç, elindeki imkânların ne olduğunu biliyor ve şuana kadar bunları başarılı bir biçimde kullandı. Rusya’nın elinde bir tek askeri kuvvetler yok, diplomatik ve ekonomik manivelalar da mevcut. Mesela Birleşmiş Milletler ’de Suriye’de ateşkesi veto etti, çünkü elinde veto kartı var.  Keza Enerji üzerinden Balkanlar’da yaşanan müthiş bir mücadele var ve Kremlin enerji bağımlılığı üzerinden ülkeleri kendi tarafına çekmeye, Batı bloğunu bölmeye çalışıyor. BM ve Avrupa enerji piyasalarındaki manevralar sadece Batı ve Avrupa’yı bölmüyor, Rusya’nın bir hedefi de NATO içerisinde bölünme yaratmak.

O zaman Rusya NATO’ya karşı başarılı bir politika yürütüyor?

Şuan da NATO’nun jeo-stratejik anlamada çok önemli bir ülkesiyle stratejik ilişki içerisine girdi Rusya.

SEÇİCİ ANGAJMAN ABD’YE KAYBETTİRİYOR

Türkiye ile Türk akımını imzaladı, ilişkileri derinleşiyor. Rusya tamam bunu yapmayı başardı çünkü Türkiye de kendi menfaatlerini korumaya çalışıyor. Peki ama Amerika ve Batı Türkiye’yi neden yalnız bırakarak Rusya’ya açık kapı bırakıyor? Bu Rusya’nın başarısı olmaktan çok Batının, Amerika’nın başarısızlığı değil mi?

Evet, ABD’nin Ortadoğu’da belirli alanlardaki hareketsizliği ve yanlış tercihleri var. Ortadoğu’daki seçici angajman politikası mesela. NATO’nun Libya müdahalesine okey diyor ama Suriye’yi getirdiği duruma bakın, ülke paramparça.Suriye’de ve Irak’ta Washington yanlış tercihler yaptı, mesela devlet dışı aktörlerle (PYD gibi) iş birliği yapıyor ve müttefikine karşı bunu kullanıyor. Tüm bunlar çok karmaşık ama Türkiye de gardını almak zorunda. Rusya Suriye’deki Batı’nın hareketsizliği üzerinden geldi Suriye’ye yerleşti. Zaten Rusya uzun süredir Batı’nın Ukrayna’dan bu yana tepkisizliğini tartıyordu. Genelde Ortadoğu ve özelde de Suriye’de ortaya çıkan bu boşluktan faydalandı. Moskova buradaki askeri varlığını sağlamlaştırmak yoluyla Akdeniz’de son hamlesini böylece gerçekleştirmiş oldu. Sonuçta, Rusya’nın eline Batı karşısında Suriye üzerinden kullanabileceği önemli bir koz geçti. Boşuna koşarak gelmedi Rusya buraya. Sadece iktisadi yanı yok bu işin, enerji ve savunma politikalarıyla da alakalı.

KÖTÜ SENARYO: İKİ GÜÇ ANLAŞABİLİR

Son haftalarda söylem düzeyinde Amerika ile Rusya’nın ciddi restleşiyor. İki büyük güç ülke arasındaki gerginlik bir çatışmaya dönebilir mi?

Ben çok prim vermiyorum ama bir şeyden daha çok korkuyorum. Ya bu küresel iki güç anlaşırsa diye. Böyle bir risk var her zaman.Yani belirli konular üzerinde anlaşmazlar ama bazı konularda da bir anda anlaşabilirler. Biz bunu Suriye’de gördük. O riski de hep akılda tutmalıyız.

Bu olasılık tüm denklemi bozacak bir risk midir?

Evetama uluslararası ilişkilerdeki güç mücadelesinde doğal olan bir şey de aynı zamanda. O ikisi bir karar verse belki bölgesel güçlerde kendini neye göre nasıl konumlandıracağını, nasıl pazarlık yapacağını netleştirecek. Özellikle ABD sürekli bir onu tutuyor bir bunu tutuyor. Ortadoğu ve Suriye’de ABD’nin politikası hiç net değil. Rusya’nınki daha belli.

ABD YİNE ÇUVALLADI

Amerika bunu neden yapıyor?

Bence bu hatalı bir politika ama Amerika’nın siyasi tarihine bakarsak her zaman doğru karar verdiğini de söyleyemeyiz. Vietnam politikasından başlayın mesela. Geçenlerde bir toplantıda Amerikalı bir profesör bize yaptığı sunumda bunu açıkça söyledi. Dedi ki “biz bütün o istihbarat ağlarına sahibiz, Ortadoğu’da kişi kişi, hangi kabile hangi mezhep biliyoruz ama sonuçta Irak’ta çuvalladık. Bilgi akıyor ama değerlendirmede başarılı olunacak ve her zaman doğru karar alınacak diye bir şey yok.

ORTADOĞU DÜZELMEZ HÜKMÜ İŞLİYOR

Müttefiki Türkiye’yi yalnız bırakıyor, PYD’nin PKK olduğunu bile bile silah veriyor, Türkiye’nin hassasiyetlerini dikkate almıyor, PKK terörünü desteklediği yetmez gibi FETÖ’ye hamilik yapıyor. Türkiye’nin hırpalanmasından bölünmesinden nasıl bir fayda umuyor?

Amerika, Ortadoğu’yu parçalı halde bırakmak istiyor. Birkaç senedir Batı menşeili yazılarda gördüğümüz bir ifade var: “Ortadoğu düzelmez”, “Middle East can not be fixed”.“Büyük güçler, burayı düzenlemek, buraya hâkim olmak konusunda çok da emek sarf etmemeli, hatta böyle bırakmalı. Bunun iki noktada istisnası olabilir; biri terörizmdir- DAEŞ vs., öbürü petrol geçiş hattının güvence altına alınması. O nedenle seçici angajman yapılabilir” deniyor. Zaten şuanda Obama yönetiminin Ortadoğu’da yaptığı şey de tam olarak bu. İsterse, bu iki nokta ön plana çıkarsa gidip müdahale ediyor ya da iç savaşlar içerisinde parçalı bir halde bırakıyor.

ABD TÜRKİYE’NİN POTANSİYELİNİ GÖRDÜ VE DURDURMAK İSTEDİ

Peki, Türkiye’nin bir Ortadoğu ülkesi olmadığını, aynı zamanda Avrupa’nın parçası bir NATO ülkesi olduğunu neden görmüyor?

Bence ABD uzun bir süredir Türkiye’nin potansiyelinin farkında. Türkiye Ortadoğu’daki akışkan ve sürekli değişen ittifakları izlemekte. Bölgede zemin çok kaygan ve sürekli dış politikamızı bu değişen ittifaklar karşısında reset ediyoruz yani yeniden konumlandırıyoruz biz. Şuanda 65. Hükümet bu yeniden konumlandırmayı yaptı ve bu konumlandırma beraberindeki başarılı hamleler ilk meyvelerini de verdi. Çok başarılı hamlelerin biri Rusya ile, diğeri de İsrail ile normalleşme sürecinin tamamlanması. Bu normalleşmeler sayesinde Ankara sadece enerji kaynaklarını çeşitlendirmiyor, kaygan mücadele zemininde diplomatik -siyasi hamlelerini yapabileceği ülkeleri de çeşitlendiriyor -ki tek çaremiz bu aslında.Aksi takdirde, Amerika’nın ve Batı’nın Ortadoğu’ya dayatmak istediği bu parçalı, daha kolay idare edilebilen ve Türkiye’nin de işine hiç gelmeyen sisteme kapılırız. Sadece o ülkelerin merkezi hükümetlerini parçalı bırakmıyor ABD, aynı zaman da bu boşluktan faydalanan radikal güçleri var ediyor. Düne kadar DAEŞ’ti, o bitti (yakında onu bitirecekler) şimdi oradan kalan boşluğu PKK dolduruyor.

PKK’NIN ÖNÜNÜ AÇIYORLAR

Bunun önünü neden açtılar?

Türkiye’yi mümkünse güçlü kılmama politikaları var çünkü. Örneğin, Türkiye’nin hava savunması konusunda boşluğu var, bunu biliyorlar. Türkiye onlardan şunu istiyor yıllardır: teknolojiyi müttefikin olan benimle paylaş ben de hava savunmamdaki bu açığı kapatacak kabiliyeti üreteyim. Sonuç vermiyor Amerika teknolojisini. Ne yapalım bunun üzerine, ekonomik gücümüz de var bizde Çin’e gittik, o zamanda başımızı ağrıttılar.  Şimdi yıllardır kapı kapı dolaşmak durumunda bırakıldığımız bu konuda yeni bir Rusya seçeneği doğdu bizim için. Burada bir imkân oluştu yeniden, belki başımızı ağrıtıp, söylenecekler ama bu sefer biz de büyük ihtimalle şunu diyeceğiz:Rusya önceden de bir diğer NATO ülkesi olan Yunanistan’a S-300’leri temin etmişti.

Kimi zaman PKK kimi zaman hava savunma sistemi bahane oluyor ama Amerika Türkiye’den sürekli kendini sınırlamasını, hatta savunmada bile gereğinden azıyla idare etmesini tavsiye ediyor, ve bunu Türkiye’ye özellikle de şuanda bilerek yapıyor. Türkiye’nin kapasitesi var, bölgedeki ülkeleri etkileme gücü de var, çeşitli mecralarda bunu görüyoruz. Bu potansiyel Amerika’yı ürküttü. Bu konu Arap Baharı’na kadar gidiyor. Müslüman Kardeşlerin iktidara gelmesi, süreç içinde karşı devrimler falan o noktada bir kırılganlık oldu ABD’de, kendi kafası karışıkken bazı bölge ülkelerinin kafasının hiç karışık olmadığını, Türkiye’nin de bölgede önemli bir güç olabileceğini gördü.

Ve olmasını istemedi, engellemek istedi?

Amerika hiç bir bölgesel gücün Ortadoğu’da etkili olmasını istemiyor.

TÜRKİYE’Yİ KIRMAK İÇİN İRAN’I DESTEKLEDİ

Bu nedenle mi İran ile yaklaştı? Türkiye’yi İran’la dengelemek mi istedi?

Evet, Türkiye potansiyel olarak görünüyordu çünkü son onlu yıllarda gelinen iktisadi-askeri düzey oldukça iyiydi. Askeri kapasitemiz var, power projection yani gücünüzü bir noktadan başka bir noktaya aktarabilmek önemlidir.Eskiden askerinizi bir yerden bir yere götürmek büyük bir meseleydi örneğin 90’larda Körfez Savaşı sırasında böyle bir kabiliyetimiz yoktu. Bizde her bakımdan geliştik, iktisaden de.Şuan Türkiye’nin Somali’de, Katar’da askeri üssü var. Bu bence ABD’yi ürkütüyor çünkü kontrol edemiyor. Önceki nedenler farklı olabilir ama Arap Baharı’ndan sonraki süreçte öyle olduğunu düşünüyorum. Soğuk Savaş döneminde belliydi Türkiye’nin yapabileceği. Hatta Soğuk Savaş’ın dinamiklerini biz Amerika’dan ve Batı’dan daha çok içselleştirmiştik. O zamanlar açıyorlardı telefonu verilen belirli talimatlarla bu iş bitiyordu. Bugün Türkiye’nin her şeyi kabul etmeyeceği, direneceği, direndikçe ucuza geleceği hesaplanan politikaları maliyetli hale getirebileceği görüldü, Bu yüzden bugün PKK/PYD/YPG kullanılıyor.

Aslında, ABD parçalı devletimsi organizmalarında tamamen özgür olmasını istemiyor, yani PKK’yı ya da PKK orijinli devletimsi üniteleri bu halleriyle idare etmek çok kolay çünkü. Türkiye’nin özgür potansiyeli, bağımsız karar vermesi, Amerika’ya her zaman eyvallah demeyen yapısı rahatsız ediyor ABD’yi. Türkiye’nin bu durumu aslında hükümetler üstü bir durum, Türkiye’nin devlet geleneği ve bu geleneğin uluslararası ilişkilerde realist, rasyonel uygulamasıyla ilgili.  Özetleyelim Türkiye belli bir potansiyele ulaştığı için, kendi dış politikasını kendi ulusal çıkarlarını (güvenlik, refah ve bağımsız bir aktör olarak bekası) maksimize edecek şekilde uyguluyor. ABD de bu riski kendi kafasındaki Ortadoğu’da görmek istemiyor.

TÜRKİYE’Yİ ESKİSİ GİBİ SANDI, YANILDI

Amerika ne kadar daha zorlar peki? 15 Temmuz’da gördük en kaba saba şeyi yaptı, FETÖ eliyle ülkeye el koymaya, eski düzeni tesis etmeye kalktı! Ve bir cevap aldı?

Bir parantez açalım. Allah’tan Amerika’nın da naif bir yanı var. Bu kadar istihbarata rağmen çok hata yapabiliyor. Sadece Türkiye’de çuvallaması değil dünyada da teşhiste yanılabiliyor. Türkiye’nin demokratik birikim konusunda ne kadar geliştiğini göremedi, Türk halkını okuyamadı. Bizi azımsadı.

Türk halkı 1923’ten beri her türlü darbeye rağmen demokratik bir olgunlaşma süreci yaşadı. Daha önemlisi insanlar belli bir refah seviyesine ulaştı ve kimse geriye düşmek istemiyor. Buna demokrasiyle ulaştığının farkında. Türk halkı da, hükümeti de gereksiz savaşlar, iç çatışmalar, askeri idareler istemiyor.

AMERİKANIN BÜYÜK HATASI

Neticede Amerika 15 Temmuz’da yanlış hesap yaptığını gördü. Daha önce göremediğini gördü ise FETÖ ve PKK konusunda yanlışını tekrar etmemesi gerekmez mi?

Akademisyen olarak bunu ben şöyle yorumlarım: Amerika o gece ve akabinde gerekli desteği vermedi. Ne anlamda? Türkiye’nin demokrasisine destek vermesi gerekirdi. Dünyada küresel anlamda liberal değerlerin ve demokrasinin savunucusu olduğunu iddia eden Amerikan yönetiminin yapması gereken buydu. Amerika iddialarının altını doldurmadı.

TÜRK AKIMI AMERİKA’YA GOLDÜR

Darbeden 40 gün sonra Fırat Kalkanı’nı yapabilen ve Rusya ile stratejik ilişki geliştirebilen bir ülke Türkiye. Bu durumda Amerika Türkiye’yi yine de zorlar mı? PKK, DAEŞ etiketiyle baskıya teröre devam mı eder yoksa yanlış yaptığını mı idrak eder?

Yarını okumak çok mümkün değil ama yakına bakarsak benim gördüğüm kadarıyla zorluyor. Bunu sadece Türkiye’yi zorlamak adına değil istediği Ortadoğu’yu elde etmek için de yapıyor. Musul’da Türkiye’nin dışlanması mesela bununla ilgilidir. Peki ABD’nin zorlaması hikayenin sonu mu olacak, hayır. Türkiye gibi devlet olma bilincinde, belli bir iktisadi, sosyal, ekonomik güçteki hiçbir aktör oyunu burada bırakmaz. Ulusal çıkarını maksimize etmek için mücadeleye devam edecek. Suriye’de Fırat Kalkanı bunu gösterdi. Türkiye çok önemli bir adım attı ve bu coğrafyada, oyunun bugünkü halinde var olacağını gösterdi. Üstelik ABD’nin PYD’ ye dayalı argümanını da çürüterek yaptı bunu.. Türk Akımı’nda da golü attı. Avrupa ve ABD’ye düşünmeleri gereken bir şey daha vererek.  ABD’nin tüm yarattığı zorluklara rağmen İsrail ve Rusya normalleşmeleri Türkiye’nin bugün bölgesinde ilişki çeşitlendirmesi yapabileceğini, oyunun zorluğuna rağmen hem yalnız hem de hiç yalnız olmadığını gösterdi. Yani mücadele bitmedi.

İLİŞKİLERİ ÇEŞİTLENDİRMEK DOĞRU HAMLE

İlişkide çeşitlilik siyasi bağımsızlığı da mümkün kılıyor?

Kesinlikle. Karşılıklı bağımlılıkla biz Rusya’dan daha fazla gaz alarak belki Rusya’ya bağlanıyoruz ama bir yandan da açılan diyalog kapısından Rusya’nın stratejik düzeyde Amerika’dan rahatsız olduğu durumları okuyoruz. Rusya da Amerika’nın PYD düzeneğinden hoşnut değil, ya da Ortadoğu’da tamamen “made in the USA” durumundan hoşnut değil, pastadaki payını korumak istiyor. Şimdi bunun üzerinden biz bu linkage (bağlantıyı) kullanabiliriz. Rusya ile yakınlaşmayla Amerika’yı belli noktalarda dengeleyecek önemli bir aktöre yaklaşmış oluyoruz. Bu yüzden siyasi ilişkileri çeşitlendirme çok önemli. Geçen gün de İsrail Enerji Bakanı buradaydı.

İSRAİL DE AMERİKADAN RAHATSIZ

İsrail ile Doğu Akdeniz gazı üzerinden kurulan işbirliğinin denklemdeki yerini de konuşalım?

Bu çok önemli... Biz doğalgazın yüzde 55’ini Rusya’dan alıyoruz evet. Bunu azaltmak istiyoruz. Türkiye 2010’da bir enerji strateji belgesi yayınladı, herkese açık, herkes okuyabilir. Ankara, enerji sepetindeki kaynak dağılımında Yüzde 10’u nükleer enerjiye ayırdı ve bu hedefe 2023’te ulaşmayı amaçlıyor. Kısaca Türkiye kaynak ülke ve kaynak çeşitlendirmesi için muhtemel partnerler arıyordu zaten. TANAP, TAP meselesi bu resimden bağımsız değil. Azerbaycan ile oluşturulan güney gaz koridoru çok önemli bir başarı. Oradan 16 milyar metreküp gelecek, bunun 10 milyarı Avrupa’ya gidecek, 6 milyar metreküpü bize gelecek. Rusya’dan hâlihazırda doğal gaz alıyoruz, gelecekte Kuzey Irak’tan da almak istiyoruz. Her türlü enstrümanı kullanıyor Türkiye. Şimdi de İsrail üzerinden Doğu Akdeniz gazının değerlendirme olasılığı gerçeklik kazanıyor. Burada şunu belirtelim; Amerika’nın Ortadoğu’da kurmak istediği düzenden bir tek Türkiye rahatsız  değil, İsrail de rahatsız.

Çok ilginç, bizim İsrail ile anlaşamadığımız pek çok konu var, temelde de Filistin meselesi var. Mavi Marmara’da anlaşmazlık çok sertleşti ve netleşti. Aslında Türkiye, Filistin meselesine bakışını hiç bir zaman değiştirmedi, Filistinlilerin hakkını savunmaktan hiçbir zaman geri adım atmadı. Bugün de bu konuda prensipte bir değişim yok, ama Ortadoğu jeopolitiği İsrail’i Türkiye’ye yakınlaşmaya zorluyor bugün. Suriye’deki mücadele hatta bugün Irak’ta değişen güç dengesi İsrail’e bunu düşündürtüyor. Onun ötesinde İsrail’in de yeni bulduğu Leviatan doğalgaz enerji kaynağı var, bunu bir şekilde ihraç etmek istiyor. Tabi önündeki en önemli engel geçiş yolu hattı açısından Kıbrıs’tı, ki bu da aşıldı. Yeni angajmana göre, bu boru hattı Kıbrıs’tan geçmeyecek, Akdeniz’in 2500 km derininden geçirilip Türkiye’ye ulaştırılacak. Bu yeni bir açılım, jeostratejik artı demek Türkiye açısından. Rusya üzerinden Batı’ya mesaj veriliyor, İsrail ve diğer kaynak ülkeler (Katar vb.) üzerinden Rusya’ya bağımlılık dengeleniyor, en sonunda kaynak ve kaynak ülke çeşitlendirilmesiyle Türkiye’nin enerji arz güvenliği güçlendiriliyor.

SURİYE SAVAŞI GAZ SAVAŞI

Katar’la nasıl bir alış veriş, hatırlatır mısınız?

Şimdilik boru hattı yoluyla Katar’dan gaz alamıyoruz çünkü Suriye iç savaşı yaşandı ve yaşanıyor. Katar gazını hâlihazırda LNG ile temin ediyoruz. 2012 yılında Katar gazını boru hatları yoluyla getirmeye yönelik bir plan vardı Türkiye’nin de desteklediği. Herkes unuttu ama bazı makalelerde bu plan hatırlatılarak  “Suriye savaşı tamamen gaz savaşıdır” deniyor.  O zaman Suriye gazın iletim yoluydu, Katar gazının Akdeniz’e ulaşımı noktasında.  Zamanında Esad’ın Türkiye’den geçecek ve Katar doğal gazını taşıyacak bu boru hattına itirazları da biliniyor. Tabi bu itirazların oluşmasında Rusya, İran, Irak unutulmaması gereken aktörler. Suriye’de yaşananların tek açıklayıcı sebebi değilse de enerji odaklı jeoekonomik mücadelenin etkileri yadsınamaz.Öte yandan ABD; enerji bağımsız bir ülke olarak rakiplerini şimdiden kontrol etmek yani onların kullanabileceği  petrol ve doğalgaz kaynakları ile geçiş yolları üzerinde kontrol kurmak istiyor. Çok karışık bir denklem  var enerji de, iç içe geçen hareketli halkaları düşünün, kim nerede kime çarpacak tehayül etmek çok zor.

İRAN’LA ANLAŞTI, İSRAİL’LE UZAKLAŞTI

İsrail 78, Amerika 246 yıllık devlet. Öncülleri yok. Sonradan olmalar. Ve birbirlerine hep çok yakın oldular. Şimdi ise ayrıştıkları noktalar görünür oldu. Eğer Amerika Ortadoğu’yu zayıf, parçalı tutmak istiyorsa İsrail’in bundan memnun olması gerekmez mi? Sonuçta İsrail de bölgede kendine tehdit olabilecek güçlü ülke istemez hiçbir zaman?

Güzel bir noktaya değindiniz. ABD ile İsrail her zaman Ortadoğu’da tarihsel olarak birlikte hareket ettiler, bu ortaklığın istikrarını bitiren İran ile Amerika’nın nükleer anlaşması oldu. Nükleer Anlaşma imzalanmadan sadece iki gün önce İsrail’de önemli bir kuruluşta toplantıdaydım. Şöyle dediler; artık İsrail bütün ilişkilerini gözden geçirecek ve çeşitlendirecek, bu Türkiye de dâhil olacak demekti, bugün geldiğimiz noktada o günkü hissiyat ve stratejik öngörülerin payı var

İSRAİL DAEŞ KORKUSUNDAN HAMAS’I KABUL NOKTASINA GELDİ

Hizbullah’ın ve İran’ın Suriye’deki Bağdat’taki etkinliği mi rahatsız etti İsrail’i?

Orada her şey sürekli değişiyor. Arap Baharı sırasında İsrail’in en büyük endişesi Hamas ve Müslüman Kardeşlerdi.  Demokratik olarak da iktidara gelseler Müslüman Kardeşler-Hamas hattıyla kuşatılmayı istemedi Tel-Aviv. Orada çıkarlarımız İsrail ile karşıttı. Biz hem demokratik, hem insancıl hem de stratejik nedenlerle bu hattı destekledik. Ben Müslüman Kardeşlere verilen desteğin önemli olduğunu düşünenlerdenim çünkü Arap Baharı sonrası bölge Türkiye’nin stratejik ve iktisadi olarak öne çıkmasına olanak verecek gelişmeleri yaşıyordu. Müslüman Kardeşlerin iktidara seçimlerle gelmesi de bu gelişmelerden biriydi. İsrail ise dedi ki “Ortadoğu daha parçalı, karışık olsun, bölgede güçlü biri çıkmasın”. Sonucu hepimiz biliyoruz. Fakat umulmayan bir şey oldu, Amerika’nın seçici müdahale politikası sonucu ABD askeri Orta Doğu’dan çekilince, güç boşluğu ve bu boşluğu doldurmaya hevesli yeni adaylar ortaya çıktı. ABD’nin bölgeyi terk etmediğini, bölgede olup savaşmayı başkalarına bıraktığını da ekleyelim resim tamamlansın. DAEŞ çıkınca o boşluktan, “eyvah” dedi İsrail, “Filistin meselesi var, özellikle Gazze, bu istikrarsız alanı da DAEŞ gibi radikal grupların doldurması mümkün, Hizbullah vardı zaten”. Hizbullah da Irak müdahalesinden sonraki güç boşluğunu İran doldurunca ortaya daha güçlü bir biçimde çıktı. Musul’daki durum ortada, Yemen de Lübnan’da da durum benzer. Lübnan’da ne hükümet başkanı seçebiliyor, ne de Parlamento, orası da kitlendi. Hizbullah tamamen kontrolü eline aldı. DAEŞ kapıda, DAEŞ gitse mücadele bitmeden radikalleşme bitmeyecek. Dolayısıyla İsrail şimdi Hizbullah ve DAEŞ gibilerinin güçlendiği bu paramparça Ortadoğu’dan o kadar endişeli ki Hamas’ı bile neredeyse kabul edebilir bir noktaya geldi. Ama tabi bunu söylemiyorlar, söylemeleri de çok zor  Ancak stratejik hamlelerinden benim tahminim bu yönde bir öngörünün Tel-Aviv’de oluştuğu. Tabi, Türkiye ile gerçekleştirilen 27 Haziran 2016 tarihli normalleşme anlaşmasının bir bakıma Hamas’ı Türkiye aracılığıyla sağlanacak imkânlarla (insani yardım, hastane ve elektrik güç tesisi inşası vb.) teskin edeceği yönünde umut da var. Böylece yeni istikrarsızlıkların engellenebileceğini varsayıyor olmalı İsrail.

NETENYAHU ZORLANDI

Türkiye ile ilişkilerin normalleşmesi İsrail’i rahatlattı öyleyse?

Aslında normalleşme anlaşması İsrail’de ciddi bir biçimde eleştirildi. Netenyahu anlaşmayı savunmak zorunda kaldı. “Bu İsrail’in çıkarlarını koruyan bir anlaşmadır” dedi. Eleştirenler mesela “Hamas’ın bürosu hala Türkiye’de” diye eleştirildiler Netanyahu Hükümetini. Ama Hamas’ın radikalleşmesini önlemek daha önem kazandı; Türkiye’nin orada yapacağı yatırımlarla, hastanelerle, insanı yardımla söylenmese de Hamas üzerinden bir iç istikrarlaşma arıyor İsrail. Esir ve tutukluların değişiminde değişimlerinde Türkiye’nin ara bulucu olabileceğini söyleyen İsrailliler de var.Bu çerçevede denilebilir ki Türkiye yeniden farklı bir şekilde de olsa arabulucu rolüne yeniden bürünebilir ve 2006 öncesi Filistin meselesiyle ilişkili yakalanmış umutlar örtülü olarak da olsa yeniden yeşerebilir.

Bana da soruyorlar, bu anlaşmayı Türk halkına nasıl 65. Hükümet nasıl anlatacak diye. Dedim ki niye zorlanılsın, gayet iyi bir anlaşma var karşımızda. Adı üstünde uluslararası müzakerelerde iki taraf da başta taleplerini ortaya koyar. Al ver ile görüşmeler esnasında kendi çıkarlarınızı maksimize etmeye çalışırsınız. Amaç bu zaten. Türkiye normalleşme koşulu olarak dayattığı koşulları İsrail’e kabul ettirdi. Üçüncü koşul Gazze’ye ablukanın kalkmasıydı. Bu bağlamda Türkiye’nin amacı Gazze halkının mağduriyetini sona erdirmekti. Şimdi bu anlaşmayla İsrail’in Aştok limanından insani yardım gidiyor, bu anlamda Gazze blokajı zaten kırıldı. Mavi Marmara’da da amaç insani yardım ulaştırmaktı. Türkiye orada hastane, elektrik santrali gibi önemli altyapı hizmetlerinin sağlanması girişimlerine start veriyor. Bunlar çok önemli.

OBAMA’NIN İKİ FARKLI SİYASETİ

İsrail’in ABD memnuniyetsizliğinin tek nedeni DAEŞ korkusu mu?

Hayır, özellikle de İran nükleer anlaşması sonrası DAEŞ ve diğer konularda, İran’a açılan kredi konusunda oldukça rahatsız. İsrail Washington nezdinde bunun telafi edilmesini bekliyor. Dinamikler sürekli hareket halinde ama İsrail ile Türkiye’nin buluşmasını sağlayan da Obama’nın kendisi. Tabi Obama’nın zihnindeki yakınlaşma bu muydu, tam olarak bilinmez. Eskiden beri ABD, müttefikleri olarak gördüğü Tel Aviv ile Ankara’nın yakınlaşmasını arzu eder bildiğiniz gibi. Ama bugünkü yakınlaşma 90’lardaki gibi olmayacak. O zamanki Tel-Aviv ve Ankara arasındaki ilişkiler tamamen savunma odaklı ve stratejik bir ittifak niteliğindeydi. Şimdiki iş birliği; enerji, ticaret vs. gibi konu odaklı bir yakınlaşma. Bana göre Türkiye’deki iç siyasetin değişmiş olması, demokratikleşme yolunda atılan adımlar her şeyi değiştirdi. Eskiden siyasi vesayet günleri yaşadığımız unutulmamalı, askerin de o günlerde dış politika üzerinde önemli ağırlığı vardı. 1996’da dönemin Savunma Bakanı’na haber vermeden İsrail ile askeri işbirliği anlaşması bile imzalanmıştı. Türkiye çok değişti, 15 Temmuz hassasiyetini de düşünürsek, o türde angaje bir yakınlaşma olmaz artık, olacak olan Türkiye’nin çıkarlarına uygun bulduğu alanlarda işbirliğidir.

TÜRKİYE DENKLEMDE OLMAK ZORUNDA

Musul konusuna geçelim. Türkiye Musul operasyonunda sahada ve dolayısıyla masada olmak istiyor ama Amerika denklem dışı tutmak istiyor Türkiye’yi. Denklemle durum nedir?

Burada çok önemli bir nokta var, Rusya daha rengini belli etmedi Musul meselesinde. Amerika Musul’da İran’ı destekliyor. Çok ilginç yine Amerika’nın politikası şurada kitleniyor; Washington, bölgede tek başına hâkim bir güç görmek istemiyor. Türkiye’yi İran ile dengelemek istiyor. Suriye’de biz de Rusya ile karşı karşıya geliyoruz, ilişkilerimiz iyi olsa da. O nedenle Musul meselesi girift bir mesele.. 30 bin kişilik ordudan bahsediyorlar. Irak ordusu zayıf ama Amerika’nın diğer unsurları oraya aktarması söz konusu. Türkiye’nin desteğiyle hareket edebilecek unsurlarsa 3 bin kadar, bunların içinde sadece Sünni kesimler yok. Görülüyor ki Amerika Musul operasyonunda hâlihazırda geri adım atmış değil. Maalesef Washington henüz Türkiye’nin de katılacağı bir Musul askeri harekâtına evet demedi.  Türkiye Suudi Arabistan, Rusya ve Katar gibi ülkelerle kurduğu ilişki ağını tabii ki Musul üzerinden Irak meselesinde de çıkarlarının zedelenmemesi için harekete geçirecektir. Kısaca söyleyelim askeri operasyonun arifesindeki bu günlerde askeri hesaplarla iş bitmiyor; Musul odaklı Irak mücadelesinin parçası olmak zorunda olan Ankara için mücadelenin bir ayağı her ne kadar askeri ise diğer ayağı da bir o kadar diplomatik mücadeleye dayanıyor.

DAEŞ’İ BİTİRECEKLER

Rusya’nın Musul konusundaki kararı Musul koalisyonunun matematiğini değiştirebilir ama?

Rusya Musul konusunda ağırlığını terazinin Türkiye’nin durduğu tarafına doğru koysa o zaman Musul meselesinde Amerika ikna edilebilir belki. Amerika planından vazgeçmek istemiyor gibi, o boşluktan da faydalanan  PKK oluyor. Suriye’de biz Fırat Kalkanı ile Amerika’nın oluşturmak istediği PYD’ ye dayalı Kuzey Koridorunu engelledik. Dolayısıyla ABD de şimdi Türkiye’yi Fırat Kalkanı’nın güneyinden kuşatmaya çalışıyor. PKK’ya Musul’da da alan açmaya çalışıyor. “Buyurun” diyoruz “Özgür Suriye Ordusu var, üç bin kişi var, biz üstelik DAEŞ karşıtı koalisyonunun parçasıyız, buradayız, üstelik bir süre öncesine kadar DAEŞ ile mücadele etmeyen ülke olarak suçlanıyorduk ama Suriye’de DAEŞ’e karşı etkin başarı sağlayan da biz olduk. Aynı başarıyı Irak’ta tekrarlayalım Neden hayır deniyor? Düşünmek lazım.

YENİ MAŞA PKK

Amerika ile Rusya’nın Musul’da Türkiye’yi dışlama, PKK konusunda anlaşma ihtimalleri de olabilir o halde öyle mi?

Türkiye’nin derdi sadece askeri operasyondan dışlanmak değil, ciddi kaygılarımız var. Bu, Türkiye’yi doğrudan ilgilendiren bir durum. Irak’ta İran ve PKK güçlendirilecek, Türkiye seyredecek öyle mi? Aynı zamanda İran’ın orada olması Suudi Arabistan’ın da hiç istemeyeceği bir şey. Öte yandan diplomatik görüşmeler önemli aksi takdirde kan gövdeyi götürecek gibi. Fırat Kalkanı da bu gidişattan olumsuz olarak etkilenebilir. Bu yüzden Arabistan ile de ilişkileri sıklaştırdık, 11 Eylül saldırılarıyla ilgili ABD’de alınan Riyad’ın yargılanması konusunda Suudi Arabistan’ın yanında olduk. Bunlar tesadüfi değil. Türkiye dış politikası çok aktif. Ortadoğu’daki karmaşanın yerini bir düzene bırakması için Ankara çabalıyor. Bugünkü kaostan faydalansa da sonuç Rusya’nın da işine gelmeyecek bir yere doğru evirilebilir. Rusya Amerika’nın gelecekte PKK üzerinde tamamıyla etkili olarak PKK-PYD üzerinden bölgeyi kendi istediği doğrultusunda şekillendirmesini örneğin istemeyecektir. Ortadoğu’nun hegemonunun ABD olması, küçük gruplar üzerinden herkese sopa sallaması, etnik-dinsel hatlar üzerinden demokrasi dersi vermesi artık bu kadar şeyi görmüş bölge devletleri için kabul edilebilecek senaryo değil. Rusya burnunun dibinde böyle bir hegemon istemiyor. Suriye’de de bunun için diş gösteriyor.

İRAN İLE BİR ÖYLE BİR BÖYLE

Ya İran?

ABD İran’ı bazı bölgelerde örneğin Irak’ta etkili kılarken bazı yerlerde de etkisini kırmaya çalışıyor. Aynısını Rusya’ya yönelik de yapmak istiyor. ABD’nin durumu şu; Ortadoğu’daki müttefiklerine karşı sorumluluklarını yerine getirmiyor ama aynı zamanda müttefiklerinin rakiplerine ve belki de düşmanlarına karşı daha ılımlı politikalar güdüyor.ABD’nin İran politikası bunun örneği. Washington’a göre bu siyaseti bir sorun teşkil etmiyor çünkü Washington elindeki siyasi, askeri, iktisadi imkânlarla bu rakipleri de kontrol edebileceğini düşünüyor. Esas mevzu bu. Ama ABD’nin ne kadar yanılmış olduğunu görmek için, bugün İran’ın, Yemen, Irak, Suriye ve hatta Lübnan’da ele geçirdiği siyasi nüfus alanına bakmak yeterli. Gerçekten Amerika kontrol edebiliyor mu kendi siyasetinin sonuçlarını.

İKİ GÜÇ ANLAŞAMADI, SURİYE’DE SAVAŞ SÜRECEK

Suriye savaşında ne yazık ki sona yaklaşılmadı öyleyse?

Evet henüz sona gelinmedi zira savaş alanında mücadele kıyasıya sürüyor. Ama DAEŞ’i temizleyecekler. Zaten DAEŞ bizim için de önemli bir terörist tehdit ama PKK da çok ciddi bir sorun. ABD tarafından Ortadoğu’da oluşturulması planlanan parçalı düzen bizim için daha şimdiden ciddi bir tehdit oldu. Rusya’nın sözü önemli, Suriye’de Moskova’nın kararları kilit önemde. Onun için de Rusya’yla bağlantıları kurmada Ankara oldukça özenli davranıyor. Türkiye istiyor ki Ortadoğu’da alan bir an önce istikrara kavuşsun. Ama ABD bunu istemiyor. Daha hesabın sonuna gelinmedi. Suriye ve Irak’ta iki büyük güç ABD ve Rusya anlaşamadığı için savaş da sürüyor. Bundan sonra, özellikle Musul operasyonun nasıl neticeleneceği çok önemli. Buradan çıkacak sonuç tüm Ortadoğu’nun gidişatını belirleyecek.

İNSANSIZ STRATEJİLER ÖLDÜRÜYOR

Bir saattir uluslararası ilişkileri; devletleri, enerji savaşlarını, menfaatleri, hedefleri konuşuyoruz. Bir kere bile “insan” geçmedi konuşmamızda. İki küresel güç bölgede tepişiyor, bölge devletleri kendini korumaya çalışıyor, Suriye’de ise patır patır insanlar ölüyor!

O çok korkunç bir durum maalesef.  Ancak Ortadoğu’da büyük güçlerin çıkarlarına alan açıldığı her dönemde de durum hep böyleydi ne yazık ki.