19 Nisan 2024 Cuma / 11 Sevval 1445

Kelebeğin Rüyası, şairin dünyasını değiştirir mi?

Yılmaz Erdoğan’ın yönetmenliğini yaptığı Kelebeğin Rüyası filmi şiire dahil olan şairin hayatını, ilk kez filme de dahil ediyor. Peki film için şairler ne diyor?

Neziha Çakıroğlu26 Şubat 2013 Salı 07:00 - Güncelleme:
Kelebeğin Rüyası, şairin dünyasını değiştirir mi?
Bugünlerde vizyonda olan Kelebeğin Rüyası filmi sadece sinemaseverlerin değil; edebiyat çevrelerinin de ilgisini çekiyor. Çünkü film iki genç şair, Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip ile 'Şiirin şiirini yazan adam' olarak anılan Behçet Necatigil'i anlatıyor. Zaman zaman öldü mü tartışmasıyla gündeme gelen şiir, bu sefer kendisi de şair olan Yılmaz Erdoğan'ın çabasıyla beyazperdeye taşınıyor. Sinema aracılığıyla pek çok hayata tanıklık eden seyircinin dikkati, bu kez şairlerin dünyasına çekiliyor. Peki söz konusu hikaye toplumdaki şair ve şiir algısını ne ölçüde etkileyebilir? Bir film, bu anlamda nasıl bir güce sahiptir. Kelebeğin Rüyası şairin dünyasını değiştirir mi? İşte bazı şairlerin konuya ilişkin görüşleri:

Türkiye'de şiiri canlandırmak çok zor

Adnan Özer: Ölü Ozanlar Derneği filminin durumuna benziyor bu film. O zamanlar, şiir canlandı, insanın duyguları ölmez, diye bir sürü şey söylenmişti. İnsanlar ikiyüzlüdür bu gibi konularda toplumlar eğlenceyi sever. Şiir gibi, özgürlük gibi idealler ve estetiğe karşı ikiyüzlüdür insan. Daha önce yapılan Babam ve Oğlum filminde de bir duygu seli olmuştu. Ama hayata ne kadar yansımıştı. Şiir bundan ne kadar nasibini alacak. Türkiye’de şiiri canlandırmak çok çok zor bir şey. Yaklaşık kırk elli yıldır şiir amatörlerin elinde.Neden böyle? Çünkü üniversitelerimiz modern ve daha güncel Türk şiiri için çalışma yapmadı. Bunda muhafazakar kesimin büyük suçu var süreci durdurdular. Solcu kesimin de suçu var; onlar da ciddi ciddi araştırmalar yapmadılar. Bu kesimlerden şiir canlanıyor diye şeyler duyacaksınız bir yıl sonra hiçbir şey kalmayacak. Bugünlerde herkes Cemal Süreya diyor ya; Cemal Süreya’nın 17 yıl kitabı basılmadı bu ülkede. Bunu da biliyorlar mı? Şiiri hatırlamak için bir film mi olması gerekir. Yine de; Yılmaz Erdoğan'ı her şey bir yana tebrik ediyorum. Şair olduğu için bu filmi yaptı o. Bu ilgiyi dolduracak bir şiir kültürümüz yok. O yüzden yaratacağı etkinin gelip geçici olduğunu düşünüyorum.

Bu tarz filmlerin çekilmesi şiire hiçbir şey kazandırmaz!

Ahmet Telli: Kahramanı şiir olan o kadar roman öykü var ki. Şairlerin konu edildiği filmler de var ama şuanda çıkaramam. Bu tarz filmlerin çekilmiş olması şiire hiçbir şey kazandırmaz. Şairin hayatı, dünya görüşü, yazdıkları, bir film, roman ararcılığıyla, toplumda dikkat noktası oluşturmaz. Çünkü şiir popüler olmayı reddeder. Doğasına da aykırıdır. Ama Behçet Necatigil gibi saygın bir ismin bir sinemada yer alması güzel bir şey. Bu, o filmi yapanları takdir etmeyi gerektirir.

Film yayın dünyasını hareketlendirdi

Metin Celal:
Son dönemde televizyon dizilerinin klasiklerin satışları üzerinde etkili olduğunu gördük. Tahmin ediyorum ki Yılmaz Erdoğan’ın filmini seyreden çok olacaktır. O anlamda da Muzaffer Tayip ile Rüştü Onur’un şiirlerine bir ilgi doğacaktır. Zaten onların eserleri hayatları mektuplarıyla ilgili de yayınevleri yeni yeni kitaplar çıkardı bu film vesilesiyle. Sel, Yapı Kredi, Kaynak yayınları yeni kitaplar bastılar. Sel Yayınları'ndan Salah Birsel’in Rüştü Onur üzerine bir incelemesi, şiirleri, mektupları çıktı. Kaynak’tan Rüştü Onur’un mektupları var Yapı Kredi’den de Muzaffer Tayyip’in şiir kitabı çıkmak üzere. Kelebeğin Rüyası filmini ben henüz görmedim. Güzel bir film ise ilgi göreceğini düşünüyorum. Yılmaz Erdoğan’ın da şöyle bir fonksiyonu var: Hatırlarsanız zamanında kasetin içinde tek bir şiir okumuştu ve o kaset satış rekorları kırmıştı. Umarım o etki film için de geçerli olur.
'Şaire olan ilgi toplumun suçluluğunun dışa vurumu'

Ne oldu da şairler bu kadar revaçta oldu

Bahadır Bayrıl: Ne oldu da şairler bu kadar revaçta oldu. Şaire olan ilgi biraz da toplumun suçluluğunun dışa vurumu. Şöyle kabaca bir etrafımıza bakalım; bir film; Kelebeğin Rüyası (üç şair, Necatigil, Onur ve Uslu) , bir belgesel; Şairin Ölümü ( Elif Ergezen, Laz Şair Hasan Elimişi’nin hayatı) bir başyapıt; Broch Vergilus’un Ölümü, bir roman daha Michel Del Castello Şairin Ölümü, eski bir resim, Cihat Burak’ın Şair’in Ölümü tablosu (Nazım Hikmet), Lermantov’un Puşkin için yazdığı şiirin adını taşıyan bir kitap; Şairin Ölümü ve son olarak da gerçekten çok ilginç bir kitap Tırnak İçinde Ölüm (Modern Şairle İlgili Kültürel Mitler) ile Svetlana Boym... Liste daha da uzayıp gidebilecek nitelikte. Fakat soru şu; neden bütün bunlar birbirine yakın bir zaman aralığında neredeyse üstümüze adeta yağmaktadır? Tesadüf mü? Yoksa bütün bunların zamanın ruhuyla olgusal olarak bağlantıları mı var?
Batı tarzında modernlik bir rasyonelleşme ile yani akılcılaştırarak dünyevileşme, artık neredeyse klişe haline gelen deyişle “ dünyanın büyüsünden arındırılması” ile mümkündü. Geleneksel toplumlar “mitik aklın” araçları ve geleneklerin etkisiyle düşünebiliyordu. Modern toplum ise, rasyonel aklın araç ve gereçleriyle.
Şairin ölümü bütün bu kargaşa içinde ne anlama geliyor o halde?

Modern zamanlarda şairin tanınması için şiirden başka enstrümanlara ihtiyaç var

Hüseyin Akın:
Kelebeğin Rüyası filmi sinema-edebiyat ilişkisi açısından olumlu, iyi bir örnek sayılabilir. İnce hastalık olarak anılan veremden, genç yaşta hayata veda eden iki şairin (Rüştü Onur, Muzaffer Tayyip Uslu) Zonguldak’ta geçen hayatlarını acı tatlı yanlarıyla sinemaya uyarlanması şiirden hikayeye, hikayeden sinema sahnesine geçişliliğin başarılı bir örneğidir. Görüntünün söz üzerinde hakimiyet kurduğu modern zamanlarda şairin tanınması için ne yazık ki şiirden başka enstrümanlara ihtiyaç duyuluyor. Sinema büyük bir bölümü izleyici olan kitle ile şiir arasındaki ilişkiyi şiirden olmasa da şairden yola çıkarak tesis edebilir. Şairler hayatın hiç bir döneminde manşete çekilen, gündemi belirleyen bir pozisyonda olmamışlardır. Zaten içinde yaşadığız piyasalaşan hayat buna kolay kolay müsade etmiyor..Bir kere şair kendi içine kapanan tarafıyla görünürlülüğünü kamufle ediyor. Yazı yoluyla kurmuş olduğu hayatından dışarı sızanlar ise kalabalıklarca görünmüyor ya da görmezden geliniyor. Bu çok yönlü görünmezlik ve bilinmezlik sinema ve anlatı yönünden şairi her zamankinden daha çok gizemli ve sinematografik kılmaktadır. Bu filmden bir kez daha anlıyoruz ki şairin hayatı sadece şiire dahil değil aynı zamanda hikayeye ve filme de dahil. Şiirin geniş zamanlı hatırlatıcılık özelliğiyle sinemanın anlık yoğunluklu tesirini birleştirdiğimizde Kelebeğin Rüyası filminin izleyiciyi perdeden kayıp giden bitimsiz duyarlıklara sevk edeceğini umabiliriz. Dün Orhan Veli'nin kalemiyle çektiği ("Siyah akar Zonguldak'ın deresi/ Yüz karası değil kömür karası/Böyle kazanılır ekmek parası") Zonguldak ve maden fotoğrafı solgun yüzüyle unutuşun rengini alırken Kelebeğin Rüyası filminde en canlı renklerle hafızaya kanat çırpıyor. Şiir de olsa film de, değişmeyen tek gerçek şu ki şairler bu dünyada ancak üzüldükçe ve öldükçe yaşıyorlar.