Taksim/Gezi’de başlayan “çevre” orijinli tartışma, artık ağaç sökümü ve AVM eleştirisi olmaktan çıktı. Fatma Barbarosoğlu, Nihal Bengisu, Cihan Aktaş, Yıldız Ramazanoğlu, Emine Uçak gibi benim de içinde bulunduğum kadın yazarların; “betonlaşmaya” ve “tüketim çılgınlığına” muhalif tavrımızı, yıllardır okuyorsunuz, yeni bir şey değil. Ama işin, ağaç işi olmadığını kısa sürede hepimiz anladık. Taksim’de kentlilik ve kent yönetimine katılım hassasiyetiyle başlayan demokratik hak arama talepleri, maalesef kısa zamanda şiddet sarmalına mahkum oldu.
“Taksim’de AVM’ye Hayır” diyen çok renkli kent koalisyonunun yerini, yolda çevirdikleri örtülü kadınları “Türkiye Laiktir Laik Kalacak” nidasıyla pataklayan vandallar aldı. 28 Şubat dejavusu gibi her şey. İzmir’de başörtülü kızlar otobüslerden indirildi, Kadıköy’de lokantalardan, pastanelerden atıldı. Genç ve uzun boylu bir adam dün marketten dönerken, yavaş yürüdüğüm gerekçesiyle omzumdan iteledi; “yolu kapama be, soyları da kurumuyor bunların” dedi, içinde “Tayyip” ve “darağacı” geçen galiz cümleleriyse buraya yazmıyorum...
Haysiyet kırıcı çok feci başka şeylere de maruz kaldı başörtülü kadınlar, yazmaya utanıyorum içlerinde hastanelik olanları var. Bu yaşananlar dehşet verici... Halen Taksim’de putları devirmekten bahseden İslamcı arkadaşlarımız bunlara ne diyor acaba?
Örtünen bir kadın olmanın türlü yüklerini çekmiş Ressam Hülya Aktaş’ın öncülüğündeki Maksem trienali de nasiplendi şiddetten, göstericiler belediye görevlilerini darp ettikten sonra camı çerçeveyi indirip ressamların eserlerini de parçalamışlar. Elektirik direkleri yerle bir olmuş, kaldırımlar sökülmüş vaziyette. Taksim tanınmayacak bir halde...
***
Farklı görüşteki insanların ülkemizin barışı, sulh ve selameti adına başlattıkları çözüm süreci bundan etkilenir mi? Barış ve Demokrasi Koalisyonu diyebileceğimiz bu çok sesli katılım, son otuz yıldır süren çatışmayı, akan kanı durdurmak için yola çıkmıştı. Ne ki; Doğu insanının barışa susamış haliyle canhıraş bir şekilde tutunduğu bu umut, Batı’daki bizler tarafından yeterince anlaşılmıyor... Taksim/Gezi eylemlerinin son minvalde aldığı ulusalcı refleks virajı, barış sürecini zora koşacak bir şekle dönüşmeden aklımızı başımıza devşirmenin zamanıdır.
***
Doğu Grubu’ndaki değerli yol arkadaşlarımdan Avukat Mehmet Uçum’un konuyla ilgili değerlendirmesi şöyle:
“Taksim/Gezi Parkındaki eylemlere katılanların büyük çoğunluğu, bir hak girişimi olarak bu süreçte yer aldı. Buna şüphe yok. Eyleme katılanların çeşitliliği de demokratik hak arama görüntüsünü güçlendirdi.
Ancak her kitlesel politik eylem, eyleme katılan bireylerin iradesinden bağımsız olarak bir toplam etki ve stratejik sonuç doğurur. Bu eylemin toplam etkisi ve stratejik sonucu barış ve demokrasi sürecini zayıflatmak olarak görülüyor maalesef.
Çünkü çözüm süreci bir “demokrasi koalisyonu” projesidir. Ve bu koalisyonun başlıca siyasi aktörü de Başbakan Erdoğan ve AK Parti’dir. Bu koalisyonda BDP ise en önemli diğer siyasi aktör olarak yer alıyor. Demokrat Solcular, Liberaller, Sivil Hak Girişimleri, demokrasi paydasında kendini ifade eden çeşitli kimlik grupları, sosyal adalet arayışında olanlar demokrasi koalisyonu içinde yer alıyor. Bu koalisyon bakımından demokratik merkez, sürecin taşıyıcılığını yapan Hükümet’tir. Gezi eylemleri demokratik merkezi ve onun liderini zayıflatma sonucunu doğurursa bunun en büyük zararı barış ve demokrasi sürecine olur.
Eğer bu eylemler; barış ve demokrasi sürecini destekleyecek bir yönelime kavuşursa o zaman Gezi Parkı eylemleri demokrasi kültürünün gelişmesine katkıda bulunur. Aksi takdirde bireysel bazda demokrasi kültürüne katkı yapsa dahi bu eylemler toplam sonucu açısından kitle faşizmine yol açar...”