Good Friday-Hayırlı Cuma anlaşması 18. yılına girerken IRA barışını sorduğumuz İrlandalılara göre meselenin özü: Siyaset yolu açıkken silah kullanmanın mazereti yoktur. Medyanın terörü yüreklendirmesine izin verilemez.
Terör saldırılarının çok arttığı, çözüm umudunun giderek azaldığı günlerde geldi IRA barış sürecine dair bir karşılaştırma gezisi yapmak için İrlanda’ya gitme teklifi.
Teklifi yapan çatışma çözümleri üzerine çalışan DPI-Demokratik Gelişim Enstitüsü’nün Türkiye danışmanı Esra Elmas’tı. Daha önce Good Friday-Hayırlı Cuma anlaşmasıyla sonuçlanan süreci ve sonrasını öğrenmek için İrlanda’ya; Moro İslami Kurtuluş Örgütü’yle varılan Bangsomoro Anlaşma sürecini anlamak içinse Filipinler’e gitmiştik DPI ile. İki ülkede de başarıyla sonuçlanan süreçlerin evrelerine dair izlenim ve analiz yazılarımı Türkiye’deki duruma katkısı olsun umuduyla Star’da yayınlamıştık.
Önceki çalışma ziyaretlerini yaptığımızda tüm aksamalarına rağmen Türkiye’de süreç bir şekilde yürüyordu. Ama bu defa... Temmuz ortasında PKK’nın ateşkesi bitirip “devrimci halk savaşı” başlatmasından bu yana Türkiye bir kez daha terör dalgasıyla karşı karşıya.
IRA BARIŞA, PKK ÇUKURA
Üstelik bu kez saldırıların boyutları ve mahiyeti çok değişmiş durumda. PKK bir yandan güneydoğuda ilçeleri, mahalleleri işgale kalkışırken, bir yandan 40 yıllık çatışmaya rağmen asla bir Türk-Kürt çatışmasına dönüşmeyen terörden, iç savaş çıkarmayı umuyor. İşin özü Türkiye bugün sadece PKK ile mücadele etmiyor. Terörü övüp yüreklendiren veya en hafif tabirle terörü örten, bahane üreten bir medya, siyaset ve akademi çevresiyle de hukuk çerçevesinde mücadele ediyor. PKK’ya gizli-aşikar uluslararası desteğin olduğu da sır değil ayrıca.
Böylesine acılı ve zorlu bir dönemde IRA sürecini tüm detaylarıyla öğrenmek için İrlanda’ya tekrar gidip gitmemekte kararsız kaldım doğrusu. “Kendi ülkem yanıyorken benim ne işim var şimdi İrlanda’da” dedim. Düşünüp taşındım. “Orada IRA’nın silah bırakmasıyla sonuçlanan süreçte olan; burada ise PKK’nın silaha yeniden sarılmasına neden olan sebepleri tespit etmek için” gitmeye değerdi. Aktaracaklarımın ağırlık noktasını da bu notlar oluşturuyor.
TV’DE TERÖR YASAĞI VARDI
En fazla zihin ve ufuk açan görüşmeyi İrlanda Dışişleri Eski Bakanı Dermot Ahern ile yapıyoruz. Dundalk’ta IRA müzakerelerinin de yürütüldüğü tarihi bir binada görüştüğümüz Ahern, Türkiye’nin çokça sıkıntı çektiği “sivil alanın terörize edilmesi” konusunda önemli açıklamalarda bulunuyor.
Eski Dışişleri Bakanı’na soruyorum: “IRA’nın, amaçlarını pekiştirmeye, terör saldırılarını haklılaştırmaya çalışan bir medyası var mıydı? Çatışma yıllarında ya da müzakere sürecinde başka medya organları teröre örtülü ya da açık destek verdi mi?”
Cevabı şöyle: “Hayır, IRA’nın medyası yoktu. Ne çatışma yıllarında, ne müzakere süreci ve sonrasında terör saldırılarını öven, yüreklendiren yayınlar yapan bir medya yoktu İrlanda’da. Olsaydı kesinlikle kovuşturulur, hukuki işlem yapılırdı. Teröristlerin televizyonlara çıkmasını yasaklayan bir kanunumuz vardı. Daha sonra bu yasa geri çekildi ve halkta büyük tepki oluştu. Herkes terör artacak diye korkuyordu. Gerry Adams ilk kez canlı yayına çıktığında kendi sesi yayına verilmedi, dublaj yapıldı. Medyada konuşurken de teröre dair, meşru olmayan kavramların kullanılmasına izin verilmedi”.
İNSANLARI YILDIRDILAR
Türkiye’de süreci zehirleyen noktalardan biri, daha sürecin ilk aylarında PKK’nın şehir gençlik örgütü YDGH’nın kurulması ve 18 yaşından küçük çocukların silahlandırılmasıydı. Çatışmaların şehirlere taşınması ve teröristlerin sivillerin arasında katılması amacıyla başlatılan “hendek terörü dönemi” YDGH’lılar üzerinden realize edildi. Peki benzer bir şey IRA barış sürecinde yaşandı mı? İrlanda Dışişleri Eski Bakanı Ahern bu sorumuzu da şöyle cevapladı:
“Yoksunluk, dışlanmışlık gibi nedenlerle çocukların IRA’ya katıldığı dönemler oldu evet. Ama ilk dönemlerde, müzakereler başlamadan önce oldu. Çocukları kaçırıp silahlandırmadılar ama insanları yıldırmaya çalıştılar. Gerçekten çok zalimdiler. (Görüştüğümüz eski IRA mensupları ve IRA’dan mahkum olup sonradan serbest kalmış insanlar da IRA’ya 70’li yıllarda çocuk yaşlarındayken katıldıklarını ama silah kullanmadıklarını anlattılar. FÖ) IRA insanları kendilerine tabi olmaya zorluyordu. Bir kişiyi tarlasında silah bulup polise haber verdi diye öldürdüler. 10 çocuklu bir kadını da “muhbir” diye öldürüp gizlice gömmüşlerdi. Cesedi yıllar sonra tesadüfen bulundu”.
IRA’YA DIŞ DESTEK YOKTU
Türkiye’deki durumla bir başka farklılık da IRA sürecinde dış desteğin terörün sürmesi için değil sadece çatışmaların sonlandırılması için gelmesi. ABD etkin bir rol üstleniyor mesela. Başkan Clinton’ın özel temsilcisi Senatör Mitchell müzakerelere başkanlık ediyor ve taraflar arasındaki gerilimin düşmesini sağlıyor. AB ise sadece fikri anlamda değil fiilen de katkı sunuyor IRA barış sürecine, bir anlamda sponsorluk yapıyor. Bu ifadeleri Dublin’de de Belfast’ta da görüştüğümüz isimlerden sık sık duyuyoruz.
“Peki, çatışma yıllarında ve müzakere sürerken İngiltere’ye karşı kendi menfaatleri için IRA’yı kullanmak isteyen ve IRA’ya “sakın silah bırakma, teröre devam et” diyen, hatta el altından silah veren, lojistik ve diplomatik destek sağlayan devletler oldu mu hiç?”
Sorumu Birleşik Krallık / İngiltere’nin Kuzey İrlanda Bürosu Temsilcisi Kate Beggs cevaplıyor: “Biz böyle bir sorunla hiç karşılaşmadık. Sürecimize bize düşmanlık etmek için müdahale eden devlet olmadı. Ama çatışma yıllarında Libya ve Kolombiya’nın IRA ile bağlantıları vardı. Bu bağ IRA’nın kapasitesini artırmıştır muhtemelen.”
Barışa rağmen “Barış duvarı”
İngiliz nüfusunun onda biri kadar bir oranın (yaklaşık 5 milyon İngiliz’in) atasının İrlandalı olmasına; İrlanda ve İngiltere’nin ortak bir dil ve kültür mirasına sahip olmasına; iki ülke arasında ticaret, spor, güvenlik gibi işbirliklerine rağmen toplumsal ayrışma Türkiye ile kıyaslanmayacak oranda derin. Eğitim kurumları o denli ayrışmış ki karma eğitim veren okul oranı hala yüzde 6! Yüzde 94 oranında Protestanlar Protestan, Katolikler Katolik okullarına gönderiyor çocuklarını. Kiliseler ayrı. Birlikçiler İngillere TV’lerini, Cumhuriyetçiler İrlanda TV’lerini izliyor. Karma evlilikler çok az.
Belfast’ın ortasından iki toplumu bölen upuzun bir duvar geçiyor resmen. Adı da ironik biçimde “barış duvarı”. Daha da trajik olanı ise hala Protestanlarla Katolikleri, Birlikçilerle Cumhuriyetçileri birbirinden ayıran duvarların ortasında gündüzleri açılan demir kapıların geceleri sıkı sıkı kapatılıp kilitlenmesi! İnsanlar ancak bu şekilde kendini “güvende” hissediyormuş.
Anlayacağınız barışa rağmen bu şartlarda yaşıyor İrlandalılar. Bundan böyle “çok kutuplaştık, pek bölündük” derken biraz mütevazi olsak, dilimizi ısırsak iyi olacak.
40 yılda 50 bin insanını kaybeden Türkiye’de sorun toplumsal değil siyasi. Çözüm için en büyük avantajımız bu. Şükretmeli ama dikkatli olmalıyız. PKK’nın “iç savaş stratejisi” yürütmesi ve çatışmaların Kürt-Türk düşmanlığına evrilmesi için çalışması, çözümsüzlüğe yatırım demek çünkü.
IRA barışının annesi kadınlar
İrlanda’da süreci, masa ile saha arasındaki etkileşimi sağlayan Kadınlar Koalisyonu kurtarmış.
IRA sürecinin en önemli ayaklarından biri çatışan iki taraftan kadınların yer aldığı “Kadınlar Koalisyonu”nun kurulması ve müzakere sürecinde aktif rol alması. Kadın heyeti olarak İrlanda’da bulunduğumuz süre içinde koalisyondan çok sayıda kadınla görüşüyoruz. Türkiye’de ne çatışma döneminde ne “analar ağlamasın” sloganıyla yürüyen süreç boyunca olmayanın İrlanda’da olmasına imreniyoruz açıkça.
Kadınlar Koalisyonu tamamen sivil inisiyatifle ve ihtiyaçtan oluşmuş. Kadınlar siyasetten ve hayatın pek çok alanından dışlandıkları için barış süreci biraz da cinsiyet mücadelesine dönüşmüş.
İrlanda’nın bağımsızlığını savunan Cumhuriyetçilerden ve Büyük Britanya’dan ayrılmak istemeyen Birlikçilerden oluşan bir koalisyon bu. İki eş başkan seçip partileşiyorlar. “Mutfak masası kampanyası” adıyla herkesi sürece dahil ediyor ve bir de gazete çıkarıyorlar. Bir iki temsilciyi önce müzakere masasına sonra parlamentoya göndermeyi başarıyorlar. Kitle partisi değiller yani. Zaten Hayırlı Cuma anlaşması imzalandıktan sonra kapatıyorlar partiyi.
Aktif dönemde yaptıkları asıl iş; çatışmalardan etkilenen insanların duygu ve düşüncelerini müzakere masasına iletmek. Farklı STK’larla, sendikalarla, işveren örgütleriyle, evlat eş kaybeden ve artık bu acıyı yaşamak istemeyenlerle görüşerek talep ve endişelerini dinliyorlar. Masa ile saha arasındaki iletişimi ve etkileşimi sağlamak gibi çok ama çok mühim bir iş bu.
Özellikle müzakere sürecinde işler ters gittiğinde, bir yerde bombalar patladığında tabandaki “konuşmaya devam edin, savaşa dönmek, daha fazla ölmek istemiyoruz” sesinin politikacılar üzerinde çok yapıcı etkisi olmuş. Ya da masada anlaşılan bir konuya dair tabanda tepki olduğunda tabandaki baskıyı azaltmışlar. “İnsanların kendilerine ve barışa inancını sarsmadan, uzlaşmak için nasıl taviz verebiliriz, mutlak görüşleri nasıl dönüştürebiliriz” fikriyle ilgilendik diyorlar. En iddialı cümleleri ise şu: “Bunun için ülkenin siyasi kültürünü değiştirmemiz gerekti”. Hataları da paylaşıyorlar bizimle: “Müzakere sürecinin en büyük hatası yukarıda yürütülen görüşmelerin toplum tabanına yayılmasında geç kalınmasıydı. Siyasetçilerde ve toplumda baskı oluştu. Biz bunu aşmaya çalıştık. Bir diğer hata, hedefin olması, takvimin olmamasıydı. Karşımıza çıkacak sorunlara dair bir öngörümüz yoktu. Alt grupları daha fazla konuşturmalıydık. Konuştukça herkes sürece dahil oluyordu çünkü.”
Siyasetin yolu açıksa silaha gerek yoktur
Çatışma döneminde silah kullanıp mahkum olan eski IRA mensuplarının altını çizdiği noktalar çok önemli bir örneklik taşıyor. Derdi gerçekten barış olanlar için elbette. “Yenişememe durumu ortaya çıktıktan ve müzakereler başladıktan sonra IRA mensupları ve siyasi tutuklular arasında bir fikir gelişti” diyorlar:
“Silah başlangıçta bizim için bir seçim değildi evet. Ama siyaseti etkileyebiliyorsanız, şiddetin ahlaken hiçbir gerekçesi yoktur, kalmamıştır. Konuşma, siyaset yapma imkanınız varsa insanlarınızı, gençlerinizi neden riske atacaksınız?”
Konuştuğumuz eski siyasi mahkumlardan Michael Culbert şöyle diyor mesela: “Müzakere ve barış süreci boyunca hepimiz hayatlarımızı barış dönemine uyarlamaya çalıştık. Kendimizi, gençlerimizi, çocuklarımızı barışa ve yeni döneme yönelttik. Barış çok şeyi değiştirdi.”