28 Mart 2024 Perşembe / 19 Ramazan 1445

ANALİZ - Doğu Akdeniz enerji denklemi ve Rum kesiminin hukuksuz tasarrufları

ANALİZ - Doğu Akdeniz enerji denklemi ve Rum kesiminin hukuksuz tasarrufları - Doğu Akdeniz meselenin özününü Kıbrıs Türklerinin eşit egemenlik haklarının göz ardı edilmesi oluşturuyor.

20.06.2019 - 14:22
Doğu Akdeniz deniz alanları kapsamlı şekilde bölüşülmüş değildir. GKRY’nin diğer ülkeler ve uluslararası şirketlerle Kıbrıs adına yaptığı antlaşmalar uluslararası hukuka aykırıdır - Doğu Akdeniz’de Türk arama ve çıkarma gemilerinin varlığı ve faaliyetleri, Türkiye ve KKTC’nin hak ve menfaatlerinin ihlal edilmesini engellemeye yöneliktir ve GKRY’nin uluslararası hukuka aykırı faaliyetlerine tepki olarak misliyle karşılık verilmesi şeklinde yorumlanmalıdır

İSTANBUL (AA) -FERHAT ERCÜMEN- Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) Fatih sondaj gemisi mürettebatı ve işbirliği yapan uluslararası şirket çalışanları hakkında tutuklama kararı çıkarması, Doğu Akdeniz’de tansiyonu iyice yükseltti. Türkiye’nin kıta sahanlığı iddia ettiği ve henüz ihtilaflı olan alanlara ilişkin, uluslararası hukuki dayanaktan yoksun olan ve GKRY iç hukuku kapsamında çıkartılan bu karar ne yazık ki başta Avrupa Birliği (AB) olmak üzere bazı uluslararası aktörlerden de destek görmekte. İki tarafın da hak iddia ettiği sular için GKRY tarafından çıkarılmış bu tutuklama emrinin başka devletlerce uygulanması başlı başına bir hukuk ihlali oluşturacaktır. Doğu Akdeniz enerji denkleminde, uluslararası hukukun Türk tezlerini desteklediği, buna karşın Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni (KKTC) bölgede yalnızlaştırmaya yönelik geniş çaplı siyasi hamleler zinciriyle, bu dengenin Türkiye ve KKTC aleyhine bozulmak istendiği açıktır. Temelinde yarım asırlık Kıbrıs sorunun deniz alanlarına yansıması olarak ele alınabilecek bu ihtilafı anlamak için kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge (MEB) kavramları ile bölgedeki Türkiye’ye ve KKTC’ye ait hak ve menfaatlere değinmek faydalı olacaktır.

- Kıta Sahanlığı ve Münhasır Ekonomik Bölge

Devletlerin kara topraklarının denizin altındaki doğal uzantısı kabul edilen kıta sahanlığı kavramı, deniz yatağı ve altındaki petrol ve doğalgaz benzeri doğal kaynakları arama ve çıkarma konusunda kıyı devletine egemen haklar veren deniz alanını ifade eder. Uluslararası hukuk, devletlerin kıta sahanlığından doğan haklara doğrudan ve en başından beri sahip olduklarını kabul edip bu hakların temliki için ilan, işgal gibi ek şartlar aramamaktadır. Münhasır ekonomik bölge ise kıta sahanlığı üzerindeki su kütlesini ifade eder ve bu alanda yapılacak balıkçılık, rüzgar ve dalga gücünden enerji elde edilmesi gibi ekonomik faaliyetlerde kıyı devletine münhasır hak ve yetkiler veren deniz alanı anlamına gelir. Kıta sahanlığının doğrudan doğruya ve en başından kıyı devletine ait kabul edilmesine karşın, MEB kural olarak ilan edilmesi gereken, aksi halde açık deniz hukukuna ait kuralların uygulandığı bir bölgeyi ifade eder.

Uluslararası hukuka göre bu alanların bölüşülmesi kıyıdaş devletler arasında antlaşmayla olmalıdır. Anlaşma sağlanamazsa uluslararası tahkim ve mahkemeler gibi barışçıl çözüm yollarına başvurulması salık verilmektedir. Bu ihtimalin de söz konusu olmadığı durumlarda uluslararası hukuk, haklı menfaatleri olan ilgili devletler arasında en azından bu doğal zenginliklerden yararlanılmasına yönelik geçici çözümlere başvurulabileceğini söyler. Dikkat edilmesi gereken nokta, çakışan hak ve menfaat iddialarının olduğu bölünmemiş deniz alanlarında, ilgili ülkelerin hak ve menfaatlerini geri alınamaz şekilde etkileyecek, doğal kaynakların tek taraflı kullanılması gibi girişimlerin hukuka aykırı kabul edildiği gerçeğidir.

- Egemen haklar ve yetkiler

Kıta sahanlığı ve MEB kıyı devletine doğal kaynaklar üzerinde egemen haklar ve yetkiler vermektedir. Bu noktada geçerli kural “kara denize hâkimdir” prensibidir. Diğer bir ifadeyle, devletlerin denize sahildar olmaları sebebiyle sahillerine bitişik deniz alanlarında egemen haklara ve yetkilere sahip olmalarıdır. GKRY’nin KKTC’yi meşru bir siyasi otorite olarak tanımaması, buna karşın GKRY’nin adanın tek söz sahibi olduğuna ilişkin iddiasının KKTC ve Türkiye tarafından reddedilmesi, başta AB olmak üzere diğer ilgili uluslararası aktörlerin KKTC’yi devlet olarak kabul etmeseler bile Kuzey Kıbrıs’taki Türk varlığının haklarını kabul etmelerine rağmen sadece GKRY ile tüm adayı ilgilendiren konularda Kıbrıs Türklerinin haklarını ihlal eden antlaşmalar yapmaları, Doğu Akdeniz deniz alanlarının bölünmesi konusunu salt deniz hukuku sorunu olmaktan çıkarıp, başlı başına ada üzerindeki egemenlik sorununun bir cüzü haline getirmiştir.

- GKRY’nin tek taraflı işlemleri

GKRY, adanın tek otoritesi sıfatıyla kendi kendine ilan ettiği sözde münhasır ekonomik bölgesine ait 13 parselde İtalyan Eni, Fransız Total, Amerikan Exxon gibi uluslararası enerji firmalarına hidrokarbon arama ve çıkarma ruhsatları vermiştir. Kıbrıslı Türklerin haklarını hiçe sayan bu hukuk dışı işlemler hem KKTC hem Türkiye tarafından en başından beri kabul edilmediği gibi bu işlemlerin uluslararası hukuka aykırı olduğu da her ortamda dile getirilmekte. Gerçekten de GKRY tarafından ilan edilen MEB parsellerine bakıldığında Kıbrıs’ın güneybatı açıklarındaki 1, 4, 5, 6, 7 numaralı parsellerin Türkiye’nin kabul ettiği Türk kıta sahanlığı ile; 2, 3, 8, 9, 12 ve 13 numaralı parsellerin ise KKTC’nin hak iddia ettiği alanlarla çakışmakta olduğu görülüyor. Burada GKRY tarafından ayrı ayrı Türkiye ve KKTC’ye ait hak ve menfaatler ihlal edilmekte.

Doğu Akdeniz gibi yarı kapalı denizlerde, kıyıdaş ülkelerin deniz alanı iddialarının çakışması çokça görülen ve doğal bir durumdur. Yapılması gereken, yukarıda bahsedildiği gibi, ilgili devletlerin bu alanları çift taraflı veya çok taraflı antlaşmalarla hakça bölüşmesi ya da uluslararası mahkemeler veya tahkim gibi anlaşmazlık çözüm yollarına başvurmalarıdır. GKRY’nin Kıbrıs Türklerinin haklarını yalnızca sözde kabul etmesi ve KKTC tarafından önerilen makul ve adil paylaşım tekliflerini reddetmesi, kendini adanın tek meşru siyasi otoritesi olarak görmesi ve bu sıfatla uluslararası antlaşmalar akdetmesi, bahsedilen barışçıl bölüşüm yollarının tıkanmasına sebep olmakta.

- Fiili oldubitti üretme çabaları

GKRY tüm Kıbrıs’ı ilgilendiren konularda Türk tarafını görmezden gelerek tek başına İsrail, Mısır ve Yunanistan başta olmak üzere diğer ülkelerle enerji antlaşmaları düzenlemekte. Bunu yaparken sadece KKTC’nin değil tek taraflı olarak ilan ettiği haritalarla Türkiye’nin de muhtemel haklarını ihlal ediyor. Öyle ki Yunanistan-GKRY ikilisinin tek taraflı yayınladıkları ve Türkiye’yi Akdeniz’de neredeyse kendi karasularına hapseden haritalar AB tarafından kullanılmıştır.

AB’nin açık desteğini alan GKRY bir yandan İsrail, Mısır, Lübnan gibi Doğu Akdeniz’e kıyıdaş devletlerle tek taraflı olarak tüm Kıbrıs adına deniz alanları antlaşmaları imzalarken diğer yandan MEB ilan ettiği alanlarda Amerikan, Fransız, İtalyan, İsrail ve Koreli şirketlere arama ve çıkarma imtiyazı vermekte. MEB ilan edilen bu alanların bir kısmı Türkiye’ye ait kıta sahanlığı ile çakışıyor. Türkiye’nin kendi kıta sahanlığında ve KKTC’nin yetkilendirmesiyle Kıbrıs kıta sahanlığında şu ana kadar yürüttüğü arama faaliyetleri GKRY’nin oldubitti çabalarına mütekabiliyet çerçevesinde karşılık vererek Türkiye’nin ve KKTC’nin haklarını korumaya ve Rum kesimini adil bir bölüşüm için masaya oturtmaya yönelik bir cevap niteliğinde. Yavuz sondaj gemisinin bölgeye gönderilmesi kararı da aynı çerçevede değerlendirilmeli.

Dikkat edilmesi gereken bir diğer nokta ise, deniz tabanının altında bulunan petrol ve doğalgaz gibi hidrokarbon kaynaklarının paylaşımına ilişkin bu sorunun, ilgili olduğu kıta sahanlığından ziyade, MEB çerçevesinde ele alınması. GKRY bilinçli olarak Türkiye’nin Akdeniz’de MEB ilan etmemesinden yararlanarak bir oldubitti üretme çabasındadır. Nitekim kıta sahanlığı kendiliğinden ve başlangıçtan itibaren var kabul edilen haklar doğurur. Bu nedenle Türkiye’nin kıta sahanlığından doğan hakları reddedilemez niteliktedir. Ek olarak, kıta sahanlıklarının sınırlandırılmasında başlıca kural olan “kara, denize hâkimdir” prensibi, deniz alanlarının bölünmesinde ülkelerin kıyı şeridi uzunluğu, bölgenin jeomorfolojik oluşumu gibi özelliklerinin belirleyici olduğunu açıkça vurgulamaktadır. Dolayısıyla, Doğu Akdeniz’de en uzun kıyı şeridine sahip olan Türkiye’nin kıta sahanlığı yadsınamamaktadır. Fakat Akdeniz’de henüz MEB ilan etmemiş olan Türkiye’nin kıta sahanlığından doğan hakları, GKRY tarafından tek taraflı MEB ilanıyla gasp edilmek istenmektedir.

Özetlemek gerekirse meselenin özününü Kıbrıs Türklerinin eşit egemenlik haklarının göz ardı edilmesi oluşturuyor. Doğu Akdeniz deniz alanları kapsamlı şekilde bölüşülmüş değildir. GKRY’nin diğer ülkeler ve uluslararası şirketlerle Kıbrıs adına yaptığı antlaşmalar uluslararası hukuka aykırıdır. Doğu Akdeniz’de Türk arama ve çıkarma gemilerinin varlığı ve faaliyetleri Türkiye ve KKTC’nin hak ve menfaatlerinin ihlal edilmesini engellemeye yöneliktir ve GKRY’nin uluslararası hukuka aykırı faaliyetlerine tepki olarak misliyle karşılık verilmesi şeklinde yorumlanmalıdır.

GKRY’nin KKTC’nin siyasi otoritesini ve Kıbrıs Türklerinin haklarını inkar eden yaklaşımı değişmeden kısa vadede Doğu Akdeniz’de deniz alanlarının bölüşümünün gerçekleşmesi ihtimali düşük görünüyor. Ancak bu gibi durumlarda dahi taraflar arasında ihtilaflı deniz alanlarından çıkarılan kaynakların bölüşümüne ilişkin, tarafların nihai hak ve menfaatlerini tehlikeye atmayan geçici çözümler mevcut. Nitekim Japonya ve Güney Kore arasında, Avustralya ile Timor arasında ihtilaflı deniz alanlarından enerji çıkarılması ve paylaşımına yönelik ortak kalkınma antlaşmaları, Doğu Akdeniz için kısa vadede bir çözüm örneği oluşturabilirdi. Fakat GKRY’nin, KKTC’nin hidrokarbon kaynaklarından yararlanılmasına dair ortak komite kurulması teklifini reddederek uzlaşmaz tutumunu sürdürmesi, sorun çözmeye değil hukuka aykırı tek taraflı işlemlerini KKTC ve Türkiye’ye dayatmaya çalıştığının göstergesidir. Bu yaklaşımın dayanağı uluslararası hukuk değil, başta AB olmak üzere diğer uluslararası aktörlerin GKRY’nin hukuka aykırı faaliyetlerine verdikleri koşulsuz destektir.

[Yüksek lisansını Cenevre Graduate Institute’te tamamlayan Ferhat Ercümen Glasgow Üniversitesi’nde uluslararası deniz hukuku alanında doktora çalışmasına devam etmektedir]