28 Mart 2024 Perşembe / 19 Ramazan 1445

ANALİZ - Macron hatalarını kabul etmekte gecikti

ANALİZ - Macron hatalarını kabul etmekte gecikti - Macron'un bu yaşanan karışıklıkta büyük mesuliyeti var.

11.12.2018 - 16:10
Ekonomik ve mali politikaları yetersiz kalırken, siyasi manevraları ve iletişim stratejileri de büyük ölçüde eksiklikler ihtiva ediyor - Macron cumhurbaşkanı olarak seçildikten sonra verdiği mülakatta, kendisinin "sakin havaların lideri" olmadığını, "fırtınalara çelikli" olduğunu söylemişti. Ancak, cumhurbaşkanlığında kendisine teveccüh eden ilk gerçek siyasi imtihanın, Macron'u şaşkına çevirdiği görülüyor - Yüksek gelirliler geçtiğimiz 15 senede servetlerini yüzde 134 artırırken düşük gelirli bireylerin maaşları aynı dönemde toplam sadece yüzde 6 arttı ki bu da tam olarak senelik yüzde 0,4'e dahi karşılık gelmiyor - Hareketin daha ilk safhalarında, Fransız cumhurbaşkanı Sarı Yeleklilerin taleplerini umursamazlıktan geldi. Siyaset tercihlerinden taviz vermeyen Macron, bir aydan uzun bir süre boyunca Fransız halkını doğrudan muhatap bile almadı - Bu hareketi halk tarafından açık bir burun kıvırma olarak algılandı ve sadece hareketin taleplerini radikalleştirmeye yaradı. Böylece Sarı Yelekliler yakıt vergisinin kaldırılmasını isterken, bu sefer bizzat Macron'un görevden alınmasını talep eder oldular - Macron'un yaptığı konuşmaya bakarak, stratejisinin üç katmanlı olduğunu söyleyebiliriz: Protestocuları sakinleştirmek için sınırlı bazı teşvikler, büyük çaplı işletmeleri mali yüklerden kurtarmak ve Fransa'daki tüm belediye başkanları ile görüşmek suretiyle kendisini bir 'diyalog adamı' olarak lanse etmek

İSTANBUL (AA) - TARIK ŞARKAVİ - 'Sarı Yelekliler'in bu kadar güçlü bir şekilde seferber olması, Fransa'nın iktidar çevrelerini gafil avladı. Yeni bir çevre vergisinin konulmasına karşı ortaya çıkan marjinal gösteriler halinde başlayan teşebbüs, adım adım büyük bir siyasi harekete dönüştü.

Macron'un politikaları ve stratejileri, kuşkusuz durumu daha da kötüleştirdi ve mevcut siyasi krize yol açtı. Kaderin bir cilvesi olsa gerek; Emmanuel Macron cumhurbaşkanı olarak seçildikten sonra The Guardian'a verdiği 20 Ekim 2017 tarihli uzun mülakatta, kendisinin "sakin havaların lideri" olmadığını, "fırtınalara çelikli" olduğunu ifade etmişti. Ancak, cumhurbaşkanlığında kendisine teveccüh eden ilk gerçek siyasi imtihanın, Macron'u şaşkına çevirdiği görülüyor.

Birçok gözlemciye göre Macron'un cumhurbaşkanlığı, en başından beri bir hatalar silsilesi olmaktan öteye gidebilmiş değil. Yatırımı teşvik edecek adımlar olacağı iddiasıyla Fransa'nın en varlıklı şahsiyetlerine vergi indirimi teklif edilmesi ve servet vergisinin (ISF) kaldırılması konusundaki ısrarlarının birer stratejik hata olduğu ortaya çıktı.

Bu yaklaşımı, bir taraftan, 2018 bütçesinde 10,5 milyar avroluk bir gedik açtı; bu ise 2017'de toplanan vergi miktarından yüzde 39'luk bir düşüş anlamına geliyor. Diğer taraftan, bu büyük kaybın yerini doldurabilmek maksadıyla sıradan insanlara dayatılan -örneğin, enerji ürünleri vergisi (TICPE), katma değer vergisi (KDV) ve gelir vergisi gibi- vergi kalemleri, 2018'de 2017 yılındaki aynı döneme kıyasla arttı.

Bu arada, düşük gelirli tabakanın üstündeki mali baskılara bir de maaşlara yapılan bahse değmez orandaki düşük zam geldi. Yüksek gelirliler geçtiğimiz 15 senede servetlerini yüzde 134 artırırken düşük gelirli bireylerin maaşları aynı dönemde toplam sadece yüzde 6 arttı ki bu da tam olarak senelik yüzde 0,4'e dahi karşılık gelmiyor.

Sonuç olarak Macron, kamuoyunu kazanmak için verilen mücadeleyi sürekli olarak kaybetmekte. 4 Aralık'ta yayınlanan Paris Match ve Sud Radio için yapılan bir Ifop-Fiducial anketine göre, Macron'a verilen destek, geçen aydan beri yüzde altı azalarak, yüzde 23'e düştü. Aynı anketin verilerine göre yüzde 71, Sarı Yeleklilere destek veriyor. Fakat bu bir sürpriz değil, zira Fransız toplumunun birçok kesimi -haklı veya haksız-, Macron'un orta direk ve işçi sınıfından daha çok ultra-zenginleri kayırıyor olduğu neticesine varmış durumda.

Macron'un ikinci büyük hatası, protestoları -tabir caizse- 'gebelik' döneminde görmezden gelmesi oldu. Cumhurbaşkanının Sarı Yeleklileri, tipik olmayan yapılarından dolayı hafife aldığı anlaşılıyor. Halbuki Sarı yelekliler, Occupy Wall Street isimli hareketle ve Mısır'ın Tahrir Meydanı'nda ortaya çıkan hareketlerle büyük benzerlikler taşıyor. Bu hareketlerin ortak bir anlatıya bağlılık temayülü olmakla birlikte, tayin edilmiş, aşikâr bir temsilci heyeti yahut sözcüleri yoktur.

Muhakemesinin zayıflığından dolayı Fransız cumhurbaşkanı bu harekete tepki göstermekte aşırı derecede yavaş davrandı. Sonuç olarak, sessizliği, protestocuların kırgınlık ve kızgınlığını daha da artırdı. Bu kitleye zaten ihmal edilmiş oldukları ve -Christophe Guilluy isimli yazarın ifadesiyle- Fransa'nın ancak "periferisine" ait oldukları duygusu hâkimdi.

Coğrafi, siyasi ve ekonomik bir tecride maruz kalındığı duygusunu, Guilluy'a göre, Fransız halkının yüzde 60'ı paylaşıyor. Bu duygu, halk arasında en yaygın olan iş kollarında çalışanlarınsa yüzde 80'ine hâkim: işçiler, küçük çiftçiler, küçük esnaf, ve küçük ölçekli işletme sahipleri. Bu gruplar genellikle Fransa'nın küreselleşmiş megakentlerinin dışında yaşıyorlar.

Ancak, hareketin daha ilk safhalarında, Fransız cumhurbaşkanı Sarı Yeleklilerin taleplerini umursamazlıktan geldi. Macron bu kitlenin şikayetlerini, rahatsızlıklarını görmezden geldi, siyaset tercihlerinden taviz vermedi ve bir aydan uzun bir süre boyunca Fransız halkını doğrudan muhatap bile almadı.

Bu hareketi halk tarafından açık bir burun kıvırma olarak algılandı ve sadece hareketin taleplerini radikalleştirmeye yaradı. Böylece Sarı Yelekliler yakıt vergisinin kaldırılmasını isterken, bu sefer bizzat Macron'un görevden alınmasını talep eder oldular. Bu sebeplerden, Başbakan Edouard Philippe, yakıt vergilerinde önümüzdeki en az altı ay boyunca bir artış olmayacağını açıkladığında protestocular bunu birazcık fazla geç kalmış bir açıklama olarak buldular.

Bunların üstüne yapılan çok pahalı diğer bir hata ise, Macron hükümetinin, başlangıçta tamamen barışçıl olan protestolara çok ağır müdahalede bulunması oldu. Fransız yetkililer, protestocularla genel nüfusun arasını ayırabilmek ve açabilmek için hareketi bir tür "şehir gerillası" olarak sunmayı umuyorlardı. Sarı Yeleklilerin, polisle ortaklaşa hareket eden 'profesyonel fitneciler' olmakla suçladığı şehir eşkıyalarının, önlerine çıkan dükkanları, araçları, kamu mülkünü yakıp yıktığı resimler, halkta istenilen psikolojik etkiyi oluşturamadı.

Çevik kuvvet tarafından Jandarmaya ait zırhlı araçların ve sair saldırgan yöntemlerin kullanılması, protestocuları korkutmayı ve halk arasında bir psikoz havası oluşturmayı amaçlıyordu. Fakat son kertede ortaya çıkan etki, güvenlik odaklı bir zihniyetin, sosyal adalet söylemine baskın çıkması oldu. Ancak, bu taktikler istenilenin tam tersi neticeler ortaya çıkardı.

Fransız öğrencilerin, savaş teçhizatıyla donanımlı çevik kuvvet polislerinin nezaretinde elleri enselerinde diz üstü çöktürülmüş olduğu görüntülerin sosyal medyada yayınlanması büyük bir infial uyandırdı. Bu video birçok Fransız politikacının bu yöntemleri eleştirmesine neden oldu. Örneğin, eski cumhurbaşkanlığı adayı Benoit Hamon sahneyi "ürpertici" olarak niteledi. Parlamento üyesi Eric Coquerel ise kullanılan yöntemleri "kabul edilemez ve aşağılayıcı" olarak nitelendirdi.

Öte yandan, insan hakları konusunda diğer milletlere ders vermek için hiçbir fırsatı tepmeyen Fransız karar mercilerine, kendilerini insan hakları konusunda uluslararası eleştiri oklarının muhatabı olarak bulmak da çok ağır geldi.

Sonuç olarak, Macron'un bu yaşanan karışıklıkta büyük mesuliyeti var. Ekonomik ve mali politikaları yetersiz kalırken, siyasi manevraları ve iletişim stratejileri de büyük ölçüde eksiklikler ihtiva ediyor. Şimdi kendisini 'diyalog adamı' olarak yeniden markalaştırmaya çalışmasının bir uzantısı olarak en sonunda, sınırlı da olsa birkaç siyasi gönül alma hamlesine ve potansiyel ekonomik teşviklere kapı aralamak niyetiyle, Fransız halkına televizyondan hitap etme kararı aldı. Macron artık daha elverişsiz bir siyasi ortamda, ve parlamenter sistem ve demokratik temsilde yaşanan daha geniş bir krizin içinde, eninde sonunda müzakere masasına oturmak ve çok daha büyük tavizler vermek zorunda kalacaktır.

- Macron’un halka seslenişi güven vericilikten uzak

Yaptığı konuşmadan satırbaşlarını değerlendirecek olursak, Emmanuel Macron'un peşinde olduğu şey, son derece belirsiz birtakım öneriler sunmak yoluyla, yine kendi uzun vadeli reformlarını muhafaza etmek. Önerilen teşviklerin ve sınırlı vergi indirimlerinin orta ve alt sınıfların satın alma gücü üzerinde herhangi bir etkisinin olup olmayacağı görülecek.

Dahası, Macron servet vergisinin (ISF) kaldırılmasından ve aynı derecede rahatsız edici olan (sağlık sigortalarının ve emekli maaşlarının reforme edilmesi gibi) diğer reformların uygulanmasından vazgeçilmesine yanaşmıyor.

- Fransa cumhurbaşkanı dört ana tedbir açıkladı:

1. Asgari ücrette 100 avroluk bir artış. Bu, işverenler için herhangi bir ek maliyet olmaksızın gerçekleşecek. Bununla birlikte, şeytan ayrıntılarda gizlidir: Fransız sisteminin karmaşık yapısı içinde bu mekanizma tüm asgari ücretlileri içermeyebilir. Bu artış her halükarda 2020-21 yılları için planlanmıştı; dolayısıyla bu, sadece hızlandırılmış bir uygulama olacak.

2. Vergiden muaf fazla mesai ücretleri. Bu, daha önce 2007'den 2012'ye kadar cari olan bir uygulamanın eski haline getirilmesidir. Üstelik, özel sektör çalışanlarının sadece yüzde 40'ı fazla mesai yapıyor; bu da bu adımın, sadece küçük bir grubun satın alma gücünde, o da az bir miktar iyileşme anlamına geliyor. Ve o grubun içinde bu adımdan sadece ekonomik durumu daha iyi olanlar faydalanacak, zira bu vergi muafiyeti kazanılan toplam gelirle bağlantılı.

3. İşverenler, vergisiz olarak, çalışanlarına istisnai bir prim ödeyebilirler. Ancak bu adım da, bu imkânı gönüllü olarak sunmaya istekli olan şirketler ile sınırlı kalacak.

4.Son olarak, emekli maaşlarıyla ilgili atılacak adım (aylık geliri 1,200 ila 2,000 avro arasında olan emeklilere uygulanan fazladan 1,7 puanlık verginin kaldırılması) büyük ölçüde sembolik olarak kabul ediliyor.

Kısacası, Macron'un yaptığı konuşmaya bakarak, stratejisinin üç katmanlı olduğunu söyleyebiliriz: Protestocuları sakinleştirmek için sınırlı bazı teşvikler sunmak, büyük çaplı işletmeleri mali yüklerden kurtarmak ve Fransa'daki tüm belediye başkanları ile görüşmek suretiyle kendisini bir 'diyalog adamı' olarak lanse etmek.

Mütercim: Ömer Çolakoğlu

[TRT World Araştırma Merkezi'nin müdürlüğünü yapan Dr. Tarek Cherkaoui "The News Media at War: The Clash of Western and Arab Networks in the Middle East" kitabının yazarıdır. Dr. Cherkaoui stratejik iletişim alanında uzmandır]