Afrin operasyonu ve Ortadoğu'da yeni düzen imkânı

Dr. Muhammed Hüseyin Mercan / Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi
3.02.2018

Ankara’nın kendi prensip ve idealleri doğrultusunda belirlediği stratejileri hayata geçirmek adına askeri operasyon da dahil olmak üzere tüm seçenekleri yine kendi iradesi ve inisiyatifiyle uygulayabilmesi uzun yıllar önce kurulmuş Ortadoğu düzenini kökten sarsmaktadır. Türkiye’nin tüm uyarılarına rağmen, ABD’nin terör örgütlerine verdiği desteğinden vazgeçmemesi, Ortadoğu’daki zayıflayan nüfuzunu krizleri derinleştirme yoluyla muhafaza etme çabasından başka bir adım değildir.


Afrin operasyonu ve Ortadoğu'da yeni düzen imkânı

Uzun zamandır Türkiye’nin gündeminde yer alan ve Türkiye-Suriye sınırındaki terörü yok etmeyi amaçlayan Afrin operasyonu ikinci haftasını geride bıraktı. Tüm dünyanın yakından takip ettiği ve başta ABD olmak üzere Ortadoğu bölgesi üzerinde emelleri bulunan birçok kesimi rahatsız eden bu operasyon, Türk Hükümetinin kararlı duruşu ve Tük Silahlı Kuvvetleri’nin sağlam donanım ve stratejisiyle devam etmektedir. Bölgede istikrar ve kalıcı barışın tesisini amaçlayan Türkiye, sınır ötesi başlattığı bu müdahaleyle bir yandan sahadaki etkinliğini artırıp denklemin yeniden oluşmasını sağlamakta öte yandan da Mart 2011’den bu yana süren krizin çözümüne dair önemli bir irade ortaya koymaktadır.

Esed rejiminin yıllardır sürdürdüğü baskıcı politikaları ve muhaliflerine yönelik sistematik tasfiyeler ile bezeli iktidar mücadelesi ülkede oluşan mevcut durumun şüphesiz en önemli sebebidir. Meydana gelen istikrarsız ve kırılgan yapının yol açtığı çeşitli terör gruplarının ortaya çıkması, özellikle Suriye’nin geleceğini tehdit eden unsurların başında gelmektedir. Rusya ve İran’ın, Esed Rejimine verdiği tam desteğin yanı sıra ABD’nin terör gruplarının oluşumuna imkân tanıyan Suriye politikası, krizin derinleşmesi ve bir insanlık trajedisine dönüşmesinde büyük rol oynamıştır. İsrail’in güvenliğinin garanti altına alınması ya da alternatif bir dünya düzeni perspektifi ortaya koyacak ve yeni siyasallık çerçevesinde hareket edecek İslamcı yapıların iktidara gelmesine dair duyulan endişe, Suriye’de yaşanan olaylarda ABD ve Batı dünyası başta olmak üzere uluslararası toplumun krize yönelik ikircikli tavrını ortaya koymaktadır. Nitekim, ülkedeki terör örgütlerinin Suriye rejiminin ciddi mevzi kaybettiği ve halkın iradesini yansıta-cak sahih muhalefetin ciddi ilerlemeler kaydettiği 2013 yılı itibariyle etkinleşmeye başlaması, aslında büyük güçlerin Suriye krizi bağlamında kurguladıkları düzenin ipuçlarını taşımaktadır. İstikrarsızlığın yaygınlaştırıldığı ve tüm bölgeyi kuşattığı bir düzlemde, bölgenin dengelerini değiştirecek siyasi yapıların ortaya çıkması düşünülemez. Bu nedenledir ki Suriye krizi yeni bir Ortadoğu ya da yeni bir dünya düzeni fikrini tamamen yok etmeyi amaçlayan güçlerin, ısrarla çözümsüzlük doğrultusunda hareket ettikleri bir çerçevede cereyan etmektedir.

Statüko yıkıcı operasyon

Tam da bu noktada Afrin operasyonu, statüko yıkıcı özelliğiyle bölge üzerinde emelleri bulunan tüm devletlere güçlü bir meydan okumadır. Ankara’nın 2016 Ağustos’unda başlattığı Fırat Kalkanı Operasyonu, 2011’den bu yana Suriye politikasındaki en önemli kırılma noktasıydı. O tarihe kadar genel itibariyle uluslararası toplumun bir araya gelerek çözüm bulması yönünde gayret gösteren Türkiye, krizin boyutlarının beklenenin ötesine geçmesi ve sahadaki dış destekli terör gruplarının hem bölgeyi hem de kendi sınır güvenliğini tehdit etmesi nedeniyle askeri müdahale seçeneğini devreye sokmuştur. Bu sayede Suriye krizinin çözü-münde etkinliğini iyiden iyiye hissettiren Türkiye, Fırat Kalkanı Operasyonu neticesinde elde ettiği kazanımlar sayesinde Suriyeli muhaliflerin garantörü olarak kalıcı barış ve istikrarın sağlanmasına dönük emin ve kararlı adımlar atmaya başlamıştır. Tüm dünyanın aksine terör grupları arasında, bir derece farkı görmeyen Türkiye; Suriye halkı ve topraklarının yarınını karartan her türlü yapıyı terör grubu şeklinde tanımlamıştır. Ankara’nın Suriye krizine dönük politikası; Esed rejiminin yıkılması ve benzeri bir despotik rejimin yeniden kurulmasının önüne geçilmesi, ülkede radikalizmin yaygınlaşmasının engellenmesi ve dış destekli etnik terörist grupların yok edilip Suriye’nin güvenlik ve istikrarının yeniden inşa edilmesi yönünde olmuştur. Bu doğrultuda Afrin operasyonu, Fırat Kalkanı ile başlayan Türkiye’nin Suriye ve bölgedeki mevcut statükoyu değiştirip yeni bir anlayış dahilinde daha güvenli ve adil bir bölge düzeninin kurulmasını amaçlayan stratejisinin devamı niteliğindedir.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin terörü tamamen yok etmek ve Suriye topraklarını asli unsurlarına teslim etmek hedefiyle yürüttüğü operasyon, mevcut uluslararası ilişkiler yaklaşımlarına da çığır açıcı bir boyut getirmektedir. Devletlerin daha çok kendi çıkarları doğrultusunda kullandıkları sıcak güç ya da askeri müdahale boyutunun insani ve ahlaki normlarla örülü şekilde yeniden formüle edilmesi ve klasik realist düşüncenin ötesinde bir anlayışın benimsenmesi, sadece pratik karşılıkları itibariyle değil aynı zamanda düşünsel açıdan da yeni bir uluslararası ilişkiler fikrinin hayata geçirilebilmesine imkân tanıyacak yapıdadır. Operasyonun başladığı günden bu yana, uluslararası basın ya da sosyal medya aracılığıyla Türkiye aleyhine yürütülen propa-gandanın mahiyeti incelendiğinde, murad edilen temel hususun bölgedeki istikrarsızlığın sürmesi ve bölge halklarının mevcut dünya düzenine ve ABD önderliğindeki statükoya karşı durmalarının önüne geçmek olduğu net biçimde görülmektedir.

Operasyon sonrası yeni süreç

Üç buçuk milyondan fazla Suriyeliye ev sahipliği yapan ve kurulacak güvenli bölgeler sayesinde asıl sahiplerinin topraklarına dönmesini temel hedef belirleyen Türkiye’nin işgal eksenli bir operasyon yürüttüğünü söylemek, Suriye’nin normalleşme sürecini baltalamak ve barışın tüm bölgeyi kuşatacak şekilde tesisini engellemekten başka bir anlama gelmemektedir.

Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da vurgulayarak belirttiği gibi Türkiye, sınırları boyunca oradaki halkları rahatsız edecek ve istikrarsızlığı sürdürecek her türlü terör oluşumunu tamamen yok edinceye kadar askeri operasyonlara devam edecektir. Afrin-Menbiç hattının PYD/YPG unsurlarından temizlenmesiyle tıpkı Cerablus ve çevresinde olduğu gibi birçok Suriyeli rahat nefes alacak ve kendilerini güvende hissedecektir. Suriye krizinin çözümüne dair hayati öneme sahip bu operasyon, rejim dışındaki krizin sürükleyicisi konumundaki unsurların devre dışı bırakılması ve çözüm yolunda ciddi mesafe alınmasına da büyük katkı sağlayacaktır. Bu nedenle Türkiye’nin operasyon çerçevesinde belirlediği stratejisini sağlam ve kararlı bir şekilde uygulaması ve amaçlanan hedefe ulaşıldığı andan itibaren de süreci tersine çevirmeye yönelik girişimlere sert biçimde müdahale etmesi gerekmektedir.

Başta ABD olmak üzere büyük güçlerin operasyonun niteliğini sürekli manipüle ederek Türkiye’nin meşruiyetini sorgulamaları aslında bu operasyon sonrası ortaya çıkacak yeni düzene yönelik duyulan tedirginlikten kaynaklanmaktadır. Artık Türkiye, NATO üyeliği süreciyle yerleşik hale gelen ABD eksenli bir dış politika anlayışından gözle görülür şekilde uzaklaşmaya başlamıştır. Bunun yanı sıra Ankara’nın kendi prensip ve idealleri doğrultusunda belirlediği stratejileri hayata geçirmek adına askeri operasyon da dahil olmak üzere tüm seçenekleri yine kendi iradesi ve inisiyatifiyle uygulayabilmesi elbette uzun yıllar önce kurulmuş Ortadoğu düzenini kökten sarsmaktadır. Ayrıca Fırat Kalkanı sonrası Türkiye’nin Astana ve Soçi sürecinde ana aktör olarak masada yer alması, ABD’nin karar alma ve müdahale sınırlarını iyiden iyiye daraltmıştır. Şüphesiz Türk Hükümetinin tüm uya-rılarına rağmen ABD’nin terör örgütlerine verdiği desteğinden vazgeçmemesi, Ortadoğu’daki zayıflayan nüfuzunu krizleri derin-leştirme yoluyla muhafaza etme çabasından başka bir adım değildir.

Sadece sınır güvenliği yetmez

Afrin ve sonrasında Menbiç hattına yönelmesi beklenen bu operasyon Türkiye’nin kararlı tavrını bir kez daha ortaya koyması açısından önemli bir gelişmedir. Tam da bu noktada dikkat edilmesi gereken husus, operasyona yönelik algının milli güvenlik ya da sınır güvenliği anlayışı çerçevesinde yorumlanmaması aksine bunun tüm bölgenin huzur ve refaha kavuşmasını sağlayacak yeni bir düzenin kurucu ön adımları olduğu şeklinde idrak edilmesidir.

Suriye topraklarındaki terörün ortaya çıkması her ne kadar ABD ve mevcut statükonun değişmesini istemeyen güçler eliyle olsa da bu ortama zemin hazırlayan temel husus Esed rejiminin uyguladığı şiddet ve saldırı politikaları doğrultusunda ülkenin kırılgan yapıya dönüşmesidir. Afrin-Menbiç hattındaki terör oluşumları tamamen temizlendikten sonra Suriye’nin geleceğini tehdit edecek yeni dış destekli yapıları engellemek adına Beşşar el-Esed’in koltuğunu bırakması ve ülkede yeni bir Esed rejiminin kurulmasına imkân tanımayacak ortamın hazırlanması gerekmektedir. Bu çerçevede yeni anayasa sürecinde muhaliflere yönelik doğru yönlendirmeler aracılığıyla kalıcı barışın ve sağlıklı bir geçiş sürecinin temini, Suriye’nin ve bölgenin geleceğine dair hayati öneme sahip bir adımdır. Batı dünyasının operasyondan rahatsızlığını açık şekilde dile getirdiği, İran ve Rusya’nın ise Türkiye’nin çok fazla ilerlememesi hususunda mesajlar verdiği bu süreç açıkça göstermektedir ki Türkiye bölgede taşları yerinden oynatacak ciddi bir hamle gerçekleştirmiş ve yeni bir düzenin oluşması yönünde irade ortaya koymuştur. Bölgede yeni dinamiklerin oluşmaya başladığı bu zaman diliminde, Türkiye’nin atacağı her stratejik adım Ortadoğu’daki eski düzeni kökten sarsacak ve yeni bir uluslararası ilişkiler perspektifinin benimsenmesine kapı aralayacaktır.