Anlaşmazlık üzerine anlaşma

Asım Öz / Yazar
4.12.2021

Jacques Ranciére'e göre siyasi tartışma rekabet hâlindeki ama eşit olarak temsil edilen yahut temsil edilebilir çıkarlar arasında vuku bulan rasyonel bir münazara değildir. Bilakis sonuçta bir tarafın sesinin meşru kabul edilmesiyle nihayete erecek bir kavgadır.


Anlaşmazlık üzerine anlaşma

Yayımlanan onlarca kitabının arasından bir kısmı Türkçeye çevrilen 1940 Cezayir doğumlu Fransız filozof Jacques Ranciére'in son dönem çalışmalarını belli bir disipline yerleştirmek genellikle zordur. Belirtmek gerekir ki kendisi disiplinler arasındaki geleneksel ayrım ve sınırlara karşı çıkan bir tutuma sahiptir. Akademik hayatına siyasi düşünce ve siyasi iktisat alanlarındaki çalışmalarıyla başlasa da görev yaptığı üniversitede 1990'dan itibaren estetik ve politika kürsüsünün başkanlığını üstlendi.

Emek ve toplumsal tarih konularına özel bir önem atfeden Jacques Ranciére'in entelektüel verimleri birlikte gitmeyen alanları bir araya getirme mecburiyetinin neticesidir. Tarihten siyasete, estetikten edebiyat eleştirisine, özgürleşme yönelimli pedagojiden film teorisine uzanan çalışmaları sınır belirlemesinin içsel buyruğunu aşmaya buna mukabil bütünlüğü yakalamaya matuftur. Mesela fikirlerinin ayırt edici özelliklerini tanıtan Sinematografik Masal (2001) sinemayı teorik bir çerçevede ele almaya matufken, Suskun Söz (1998) edebiyat eleştirisine, sanat rejimi ile siyaseti inceleyen Estetiğin Huzursuzluğu (2004) adından da anlaşılacağı üzere estetik sahasına münhasırdır. Siyaseti kavrama tarzının önemli noktalarını içeren Siyasalın Kıyısında (1992) adlı eseri ise bir yanıyla François Mitterand'ın 1981'de başlayan ve on dört yıl süren dönemin "radikal" eleştirisidir.

Farklı açılardan ama bilhassa 1980'lerin sonundan itibaren Avrupa ülkelerindeki siyasi tartışmaları ve felsefeyle münasebetini anlamak için orta direk niteliğindeki Anlaşmazlık: Siyaset ve Felsefe (1995) kitabı aynı zamanda Jacques Ranciére'in ayaklanma vurgulu siyaset anlayışının temel parametrelerini belirgin kılmaktadır. Ona göre siyasi tartışma rekabet hâlindeki ama eşit olarak temsil edilen yahut temsil edilebilir çıkarlar arasında vuku bulan rasyonel bir münazara değildir. Bilakis sonuçta bir tarafın sesinin meşru kabul edilmesiyle nihayete erecek bir kavgadır.

İki ayrı çeviri

Jacques Ranciére'in şöhreti tıpkı diğer Fransız filozoflar gibi uluslararası çapta günden güne artıyor. Eserlerinin başta İngilizce olmak üzere aralarında Türkçenin de bulunduğu dillere çevrilmesi ve bunun 2000'li yıllarda artması üzerinde durulması gereken önemli bir husustur. Nick Hewllett hızla artan bu ilginin yalnıza kitapların taşıdığı öz-niteliğe hamledilemeyeceğini, bu teveccühü son yirmi yılda sol düşüncenin ve eylemlerin uluslararası düzeyde yeniden itibar görmeye başlamasıyla bir arada düşünmek gerektiğini belirtir. Ranciére'in siyasi fikriyatını özetleyen en önemli eserinin dilimizde iki ayrı çevirisi mevcut. Hakkı Hünler tarafından tercüme edileni Uyuşmazlık: Politika ve Felsefe adını taşıyor ve 2005'te Ara-lık Yayınlarından çıkmış. Diğeri ise Ayşe Deniz Temiz'in MonoKL Yayınevince Anlaşmazlık: Siyaset ve Felsefe adıyla bu yıl yayımlananı. Kitabın orijinal adı La Mésentente ise "entendre" fiilinden geliyor, işitmek, anlamak manasında. Bu bakımdan Anlaşmazlık şeklindeki çeviri daha isabetli gibi görünüyor, zira eserin özgün adında "différend" geçseydi ihtilaf; "désaccord" olsaydı uyuşmazlık denilebilirdi. Ranciére'in politik düşüncesini çeşitli veçheleriyle ele alan Zeliha Dişçi'nin kitabı ilk tercümeyi hatırlatacak şekilde Uyuşmazlığa Sadakat (2021) adıyla yayımlandı. Bu üç kitaptan sadece Ara-lık Yayınlarından çıkan kitabın dizini var, oysa felsefe ve siyaset konulu eserlerin okunup anlaşılması ve değerlendirilmesi bakımından dizin olmazsa olmaz unsurların başında gelir.

Zeliha Dişçi eserinin girişinde filozofun düşünce biçimini ve siyasi tekliflerini somutlaştırdığı en önemli kavramın la mésentente olduğunu belirtir. Yazarın kitabının adına yansıyan tercihiyle ilgili açıklamasında ise şunlar yer alır: "Fransızca bir kavram olan la mésentente; anlaşmazlık/yanlış anlama, yanlış duyma anlamlarına gelir. Yanlış anlama/anlaşma ya da anlaşamama kavramları çerçevesinde baktığımızda, bu kavramlar mikro düzeyde sesi/konuşmayı, sesin anlamını, sesi çıkaran ve duyan tarafları; makro düzeyde ise tarafların sesi yorumlayış biçimine göre meydana gelen dünyaları imler. Ayrıca İngilizcede disagreement, Türkçede ise uyuşmazlık şeklinde karşılık bulan bu kavram bir duruma ilişkin konsensüs yokluğunu ifade eder. Burada görünür hale gelen iki kavram la mésentente (disagreement/dissensus/uyuşmazlık) ve konsensüs, Ranciére'in uyuşmazlığa dayanan düşünce biçimini neden ortaya koyduğunu açıklamamıza izin vererek, bu çalışmanın odaklandığı politik olan üzerine bir fikir edinmemizi sağlar." (s.7-8). Aslında yazar kitabının ilerleyen sayfalarında anlaşmazlıkla bir tuttuğu ihtilaf yahut "différend" çerçevesindeki izahlarını (s.24) "désaccord" bağlamında da yapsaydı mesele daha sarih bir şekilde ortaya koyulabilirdi.

Jacques Ranciére'in bizzat yazdığı diğerlerini ve editör hüviyetiyle katkıda bulunduklarını birbirine bağlayansa şüphesiz dile yönelik olağanüstü ilgisi ve eşitlikçi siyaset telakkisidir. Bu yüzden uzman ile amatör, hoca ile talebe, bilen ile bilmeyen arasındaki doğal kabul edilen iş bölümünü reddeder. Tarihi, tarihyazımını, siyaseti ve felsefeyi buluşturan eserlerinden Filozof ve Yoksulları (1983), Cahil Hoca (1987), Demokrasi Nefreti (2005) sıradan insanın sözünü duyurma hakkını kullanmasından çıkarılabilecek faydaları kucaklama arzusunu yansıtır. Aktüel gelişmeler ışığında siyasete yaklaşımının güncel eleştirelliğini takip etme imkânı sunan Nasıl Bir Zamanda Yaşıyoruz?(2017) kitabındaki perspektifi mutabakat ve anlaşmazlık tartışmasını belirgin kılan eseriyle paraleldir. Aslında göçmenler ve toplumsal dışlanma meselesine eğilen filozofun demokrasi, mutabakat ve anlaşmazlığı incelediği eserlerinin altında yatan düşüncenin anlaşılabilmesi için hayatındaki bazı kırılmaları dikkate almak gerekecektir.

Bağlam ve parametreler

Mayıs 1968 ayaklanması sonrasında Marksist aydınları soyutlamalara bel bağladıkları için eleştiren Jacques Ranciére, üstadı konumundaki Louis Althusser'in düşüncelerine eleştirel yaklaşmaya başladı. Daha önce siyasi iktisadın yergisi ve Marx'ın 1844 ile 1867 eleştirileri arasındaki farka odaklanan bir makaleyle katkıda bulunduğu Marx'ın olgunluk dönemi çalışmalarına odaklanan gelişkin felsefi yorumları bir arada sunan Kapitali Okumak'taki makalesini kitabın yeni baskısının yapılacağı 1973 yılında geri çekti. Bunun sebebi Marksizm'i Genç Marx'ın "ideolojik" metinleri ile Kapital'in "bilimi" arasındaki kopuşla ele alan Althusser'in insanlık tarihinde öznenin oynadığı rolü küçümseyen elit yaklaşımıydı. Üstadına yönelik eleştirilerini zamanla daha da derinleştiren Ranciére düşünce serüvenini başka bir düzlemde sürdürdü, 1970'lerde toplumsal tarih araştırmasına odaklanan Les Révoltes logiques dergisinin kurucuları arasında yer aldı. 1975'ten itibaren editörlüğünü üstlendiği dergi sayesinde tarihî araştırmalara yöneldi. Yıllar boyu süren arşiv temelli incelemelerinde yoksul işçilerin konuşmalarını mümkün kılmaya, filozof ve tarihçileri ise eleştirmeye çalıştı. Buradan edindikleriyle 1980'lerin ortalarından itibaren pek çok kitap yayımlayan Ranciére, siyasi alanda ise mutabakat siyasetinin yanılgıya düştüğü hususlara işaret etti.

Okuyucularını siyasi olan üzerinde yeniden düşünmeye davet eden Jacques Ranciére, işletmeci zihniyetle paralel gelişen 1990'ların liberal yorumları karşısında anlaşmazlık üzerinden angaje siyasetin önemini vurgular. Zeliha Dişçi'nin Uyuşmazlığa Sadakat adlı incelemesi düşünürün siyasal olanı kavrama şekline yön veren bağlam ve parametrelerin bir kısmının çerçevesini çizmesi bakımından önemli bir başlangıç noktasıdır. Gerek geniş kapsamlı siyasi gelişmeler gerekse de entelektüel hayatın temelini teşkil eden kavramlar çeşitli düşünürlerin yaklaşımlarıyla karşılaştırılıyor. Dolayısıyla şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki Dişçi'nin kitabı günümüz felsefe okurlarının hürmet ve huşu ile takip ettikleri Ranciére'in dünyasının ayırt edici özelliklerini kavramak için mutlaka okunması gereken bir eser niteliğinde.

Jacques Ranciére'in siyasi tartışmanın mahiyetini düşünme çabasının aynı zamanda Jürgen Habermas gibi müzakereci düşünürleri eleştirmeye dönük olduğunun göz ardı edilmemesi gerekir. Zira o yıllarda konsensüsü savunan ve metinlerinin önemli bir kısmı Türkçeye de çevrilen filozoflar müşterek hayatın nasıl daha iyi sağlanabileceğine ilişkin sorgulamalarıyla dönemin genel eğilimini şekillendirmeyi başarmışlardı. Gelgelelim aynı dönemde herhangi bir metni dilimize çevrilmeyen fakat yıllar sonra hüsnükabul görecek olan Jacques Ranciére ise, dile dönük ilgisi ile felsefedeki klasik döneme referansla şekillendirdiği siyasi yorumlarını birleştirerek insanların birbirlerini tümüyle anladıkları yahut aynı frekansta konuştukları şeklindeki varsayımları sorguladı. Alman filozof Jürgen Habermas'la özdeşleşen iletişimsel eylem ve müzakereci demokrasi nazariyesini eleştirdi. Hiç şüphesiz onu başkalarından ayıransa söz edimlerinin anlaşmayı ve mutabakatı mümkün kılabileceği kabulünü esastan reddetmesiydi. Bilindiği üzere Habermas'ın iletişimsel eylem kuramında muhatapları tutarlı kılabilmek için karşılıklı anlaşma ilişkisine girmeye mecbur bırakan a priori pragmatik sınırlar söz konusudur. Bunun neticesi ise ister istemez muhatapların dolayısıyla konuştukları konunun önceden tayin edildiği kabulüne varır. Oysa Ranciére'in Anlaşmazlık kitabındaki bakış açısına göre siyasi alışveriş önceden belirlenmiş bir anlaşma olmadan mümkündür. Zaten onun anlaşmazlık dediği husus hem tartışmanın konusu hem de tartışmacıların konumu bakımından, siyasi tartışmanın asla basit bir diyalog olmadığıdır.

Jacques Ranciére, siyasetin aykırı ve normal kabul edilen düzenden bir sapmayla somutluk kazandığında ısrar etmekle kalmaz, çok daha önemlisi siyaseti siyaset kılanın anlaşmazlık olduğunu da vurgular. Tarih araştırmalarını siyasi yorumlarıyla birleştiren filozof siyasi olanı başka bir deyişle polisin ve politikanın karşılaşması ve ilkinin kesintiye uğratılmasını ortaya koymak için Anlaşmazlık eserinde Aventine Tepesi'ndeki karşılaşma üzerinde uzun uzadıya durur. Önce Titus Livius tarafından aktardığı sonra 1829'da Pierre- Simon Ballanche'ın yeni bir boyuta taşıdığı Aventine Tepesi'nde patrisyenlere karşı ayaklanan Romalı pleblere ilişkindir siyasi kıssa. Ranciére'in siyasi yorumuna göre kendilerini her şeyin sahibi gören soylular, adsız sansız dahası sözden ve mantıktan yoksun gördükleri alt tabakanın çıkardığı sesleri konuşmadan saymadıkları için, onların ağızlarından sarf ettiklerine herhangi bir anlam yüklemiyorlardı. Zamanla alt tabakadan gelenler bunu mesele edinip, söylediklerini bir çerçeveye oturtarak soylulara ta başından beri sözlerinin anlamlı olduğunu kabul ettirmeyi başardılar. Filozofun bu hikâyeden hareketle belirgin kılmaya çalıştığı esas düşünce siyasi tartışmanın ikili işleyiş mantığının anlaşmazlık üzerinden kurulduğudur. (s.41 ve sonrası).

Polis kavramı

Aventine Tepesi'nde yaşananlara Jacques Ranciére'in siyasi jargonunun asli parçasını oluşturan polis kavramı üzerinden bakılabilir. Her şeyin belli bir biçimde pay edilmesini içeren polis'in yani soyluların düzenini bozan alt tabakadakilerin payını alması yani politika Ranciére'in nazarında hakiki siyasi mücadeleye tekabül eder. Siyasetin özünü ise düzene dair eşitsizlikle düzen dışı eşitlik arasındaki anlaşmazlık meydana getirir. Paysızlar payını alınca görülür ve duyulur olana dair algı da dönüşüme uğrar. Görüldüğü üzere fikirleri entelektüel bir kopuşla farlılık kazanan Ranciére'e göre siyaset ancak polis mantığında bir kesinti yoluyla anlaşmazlık üzerinden gerçeklik kazanır.

Gerçek siyaseti istisna yahut sıra dışı bir eylem gören Jacques Ranciére, eserlerinde anlaşmazlığın siyasi soruların etrafında döndüğü merkezî mefhum olduğunu düşünmeyi sürdürüyor. Ne var ki bunun devleti anlamaya yönelik bir teklif sunmadığı ise damarlarına mücadeleci kan pompalanan sol cenah başta olmak üzere hemen herkesin ihmal ettiği çok temel bir noktadır. Koca bir araştırma alanı açmak anlamına gelen bu mesele sebebiyle maalesef ayaklanmaların hep mutlak doğru, devletin hep mutlak yanlış telakki edildiği kısırdöngü süreklilik kazanıyor.

[email protected]