Fransızlar Paris'i fethediyor: Fransız kültürünün kozmopolitizmle savaşı

Doç. Dr. Bünyamin Bezci / Sakarya Üniversitesi
8.12.2018

Kozmopolitizmin kalesi Paris’i kurtarmaya gelen taşralıların protestolar için kentin turistik bölgelerini seçmeleri onların Paris’in temsil ettiklerine yabancılığını imlemektedir. İsyankârların diğer kısmını ise eşitlikçi aşırı sol oluşturmaktadır. Konformist kozmopolit sol ise Saint-Germen kafelerinde isyanın gericiliğini ve evrensel değerlere aykırılığını tartışmaktadır.


Fransızlar Paris'i fethediyor: Fransız kültürünün kozmopolitizmle savaşı

Gösteri düşkünü Fransızların protestoları da gösterişlidir. Genelde yazları Paris’i turistlere bırakıp tatillerinden vazgeçemeyen Fransızların bahar aylarını gösterilere ayırdığına sıkça şahit oluruz. Ama kışın bu vaktinde Noel’e hazırlanan ülkede gösterilerin halen sürüyor olması hayra alamet değildir. Fransız Devrimi’ni, 1848 devrimlerini ve Paris komününü bile bir kenara bıraksak, 1968 Paris Baharı sonrası yeni bir siyasallık oluşmuştur. Claus Offe yeni siyasetin dinamiklerini katılımcılık, protesto ve ahlaki ya da ekonomik olanın politikleşmesi olarak görmektedir. Siyaset de Fransız karışımı seçim değil, şiddetli protestolaryoluyla katılım mekanizmalarının zorlanmasını bir gösteri toplumu kıvamında yaşamayı gerektirmektedir. 1960 ve 70’lerde öğrenciler ve çevreciler ahlaki olanı politikleştirmişlerdi, bugün ise orta ve alt sınıflar ekonomik olanı politikleştirmektedir. 

Ekonomik olanın küresel bir hâkimiyete dönüşmesi Fransızların değerler sistemini alt üst etmektedir. Küresel liberal hâkimiyetin ilk kurbanı özgürlük uğruna eşitlik olmuştu. Oysa devletin birincil görevi piyasanın özgürlük tutkusuyla bozduğu eşitlik anlayışını korumaktı. Refah devletinin son demlerini De Gaulle’ün patrimonyal iktidarında ve Mitterrand’ın neoliberal sosyalizminde yaşayan Fransızlar küresel elitlere teslim olmakta zorlandı. İkinci Dünya Savaşı sonrasında “Avrupa Komünizmi” üzerinden şekillenen küresel elit karşıtlığı bugün “Ulusal Cephe” üzerinden yaşatılmaktadır. Fakat birbirine zıt gibi görünen bu iki hareketin de ortak noktası küresel elitlerin yönettiği piyasaya karşı isyandır. “Sarı Yeleklilerin” ekonomik bir deha diye pazarlanan Macron ya da tarifelerin adamı Trump’ta gördüğü, küresel elitlerin eşitlikçi olmayan ve sadece varlıklıların özgürlük alanlarını koruyan dayatmasıdır. 

Bir etik temelli özgürlük isyanı değil, bir ekonomik temelli eşitlik isyanı olduğu için “Saint-Germen entelektüelleri” ve bizdeki “Frankofonlar” tarafından aşağılanan “Sarı Yeleklilerin” hareketi aslında “baldırıçıplak” bir alt sınıf isyanı da değildir. Zira uzun zamandır aşırı sağ popülist milliyetçilikler sadece alt sınıflar tarafından desteklenmemektedir. Özellikle değerler sisteminin koruyucusu olan orta sınıf eğitimli kuşak yabancı olana tepki duymaktadır. Fransa için yabancı sadece göçmen Afrikalılardan oluşmaz. ABD, liberalizm, kozmopolitizm ve Anglosakson küreselleşme de Fransız olanın ötekisidir. Fransız kültürünün koruyucuları için Macron, göçmenlere karşı fena bir sınav vermese de liberalizme ve kozmopolitizme teslim olmuş bir yeniyetmedir. Bu nedenle artık orta sınıfların değerler sistemi üzerinden şekillenen yeni popülist ve otoriter milliyetçilerin Macron’dan hoşlanmamaları kadar doğal bir şey yoktur. Bu bağlamda bakıldığında isyancıların milliyetçi oluşlarına aldanarak onları çapulcu olarak kodlamak mümkün değildir. Dahası isyancılar bizatihi bizdeki Kemalist kültürel değerler için savaşan orta sınıf “Cumhuriyet Mitingçilerine” benzemektedir. 

Halk yokmuş gibi… 

İsyankârların bileşimine bakıldığında önemli oranda Ulusal Cephe taraftarları olduğu görülmektedir. Kozmopolitizmin kalesi Paris’i kurtarmaya gelen taşralıların protestolar için kentin turistik bölgelerini seçmeleri de onların Paris’in temsil ettiklerine yabancılığını imlemektedir. İsyankârların diğer kısmını ise eşitlikçi aşırı sol oluşturmaktadır. Konformist kozmopolit sol ise Saint-Germen kafelerinde isyanın gericiliğini ve evrensel değerlere aykırılığını tartışmaktadır. Kibirli ve kendi halkından onları giyotinde kıracak kadar uzak duran kozmopolitler için isyan taşra cehaletinin sonucudur. İsyancılar için ise Paris’in aymaz elitlerine karşı bir mücadeledir. Bu nedenle isyancılar Macron’un Paris’ini yeniden fethetmenin peşindedir. 

Macron politikaları daha başından itibaren AB dayatmaları karşısında refah harcamalarının kısılmasından yanaydı. Akaryakıt fiyatlarındaki orta sınıflara yüklenen vergi artışları bardağı taşıran son damla oldu. Üstüne üstlük bir de varlıklı olanlardan alınan servet ve kazanç vergilerinde düşüşler sağlanınca seçimlere bile ilgi göstermeyen kitleler için isyan kaçınılmaz hale geldi. Zira Macron, sanki halk yokmuş gibi teknik reformlar yapmaktadır. Kâğıt üzerinde rasyonel duran hesap kitap işleri ahaliyi rahatsız etmektedir. Bu isyanlar belki aşırı sol partilerin istediği gibi Macron’a karşı bir güvensizlik oylaması ile sonuçlanmayacaktır ama küresel elitlerin Fransızların sabrını zorladığı ortadadır. 

İsyana karşı Macron’un politikası işlerin arkasına saklanmak şeklinde vuku bulmaktadır. İsyankârların karşısına çıkamamaktadır. Hatta isyan hakkında da konuşmamaktadır. Medyanın desteğiyle Paris’te yaşayanlara bile rahatsızlık vermeyecek derecede isyan gözlerden uzak tutulmaya çalışılmaktadır. Fakat sosyal medyaya sızan şiddet görüntülerinden de anlaşıldığı kadarıyla mızrak da çuvala sığmamaktadır. Gelinen noktada önce altı ay ile sınırlanan vergi artışlarının durdurulması kararı şimdi bir yıla uzatılmıştır. Fakat Fransız ekonomisinin yapısal sorunları küresel sistemle uyumlu kılınmadıkça isyanın dinamiği sönümlenmeyecektir. Fransız devlet geleneği isyan zamanlarında halkın önüne göğsünü siper eden liderlere değil, geri çekilerek kendini unutturan liderlere alışıktır. Fakat varlığını küresel elitlere borçlu olan Macron’un zamanla isyankârların bizatihi hedefi haline gelecek olması daha muhtemeldir. 

Ne Macron ne Le Pen 

Hükümetin isyankârları marjinalleştirme politikası da tutacak gibi değildir. Çiftçilerin traktörleriyle gösteri sahnesine çıkmaları uzun sürmeyecektir. Yapılan araştırmalar bazen yüzde 80’e çıksa da genelde yüzde 65’den aşağı düşmeyen bir çoğunluğun gösterileri desteklediğini göstermektedir. Göstericiler de farklı toplumsal kesimlerle irtibat kurmakta zorlanmamaktadır. Zira refah harcamalarının kısılması öğrencilerden çiftçilere kadar her toplumsal kesimi vurmaktadır. Taleplere bakıldığında desteğin genişliği göze çarpmaktadır. Asgari ücretin artırılması, emeklilik aylıklarının iyileştirilmesi, dolaylı vergilerin azaltılması, servet ve kazanç vergilerinin artırılması, büyük işletmelerin kurumsal vergilerinin artırılması, çalışma hayatındaki geçici sözleşmelerin kaldırılması ve ceoların maaşlarının 15 bin avro ile sınırlandırılması gibi geniş toplumsal kesimlerin arzularına seslenilmektedir. Yine de isyankârları temsil edecek bir lider ya da kurul da henüz ortaya çıkmış değildir. Bu nedenle isyankârlar süreçlerin uzatılarak soğumasının sağlanacağı masaya da çağrılamamaktadır. İsyankârların bu karmaşık durumu onların bürokrasi tarafından kafeslenmesini de mümkün kılmamaktadır. 

Aslında göstericilerin desteğinin bu kadar geniş olması şaşırtıcı değildir. Zira Macron da seçimlerin ilk turunda halkın dörtte birinden oy almıştı. Otoriter ve popülist milliyetçiliğin simgesi Le Pen gelmesin diyenler Macron’u kazandırmıştır. Bugün ise ne Macron ne de Le Pen diyenlerin oranı artmaktadır. Macron’un küresel elitlerin temsilcisi pozisyonundan kurtulması kolay değildir. Fakat Macron, yeni bir “sosyal uzlaşı” ilan ederek eşitlik uğruna bir şeyler yaptığını da gösterme planı peşindedir. Bu tür kavramlar Macron’dan beklenen 40’a yakın isteği karşılamasa da içerdiği büyük iddialarla söylemi yeniden kurabilir. Diğer taraftan başta AB’nin güçlü ülkesi Almanya olmak üzere küresel elitler de piyasaların rekabet ortamının bu tür transfer harcamalarını kaldıramayacağını düşünmektedir. Fransa adeta toparlanmaya çalışırken dağılmaktadır. Fransa kozmopolitizmini korumaya çalışırken evrensel değerler sisteminden uzaklaşmaktadır. 

‘Muhafazakar devrim’ 

Bu hafta sonu gösteri çağrısı yapanlara karşı hükümet Parislilere evlerinde oturmalarını tavsiye etse de ekonomik eşitsizlikleri doğuran yapısal sorunlar çözülmedikçe yeni dalga protestoların yükselmesi her zaman mümkündür. İnsanların sahip olduklarına sahip olmaya devam etme hakkı olarak özgürlükler taşranın orta sınıflarına hitap etmemektedir. Zira bir nevi çitleme hareketi olan özgürlük alanlarının korunması etik katılımla mümkün olsa da siyasal etkilerinden ümit kesmiş olanlar için cazip olanaklar sunmamaktadır. Eşitliğin ekonomik imkânları daha somut ve daha yakın sonuçlar doğurabilmektedir. İsyankârlar hakları müzakere masasını süreçleri uzattığından dolayı da reddetmektedir. Somut ve hızlı sonuçlar almayı arzulamaktadırlar. 

İsyankârlar bir devrim istemektedir fakat bu devrim eski halin savunusu adına gerçekleştirilmektedir. Yani “muhafazakâr bir devrim” adına Fransız özgünlüğü Paris’e karşı korunmaya çalışılmaktadır. Fakat özgünlüğü “Fransızlığında” değil de “bireyselliğinde” arayan kozmopolitler için bu çaba beyhude ve dünyanın gidişatına da aykırı bir çabadır. Elitlerin bu vatanseverlikten uzak kibri isyanın kıvılcımlarını tutuşturmaktadır. Fransa’nın uluslararası rekabet gücünü yitirdiğini düşünen hükümet için ise içilmesi gereken reçeteler acıdır. Macron’un ikinci dönemine mal olma ihtimali yüksek olan kozmopolit ve küresel politikaların otoriter milliyetçi kanadı güçlendireceği ortadadır. Eşitlik talepleri uğruna protestolara eklemlenen aşırı sol için durum daha derin bir hayal kırıklığı oluşturabilir. Fransız aşırı solu destek verdikleri protestoların sonunda ofsaytta kalabilir. 

@bunyaminbezci