İslâm açısından kaçırılan fırsatlar

Cemal Aydın / Mütercim
17.12.2021

Lenin'in İslâm'ı resmî din olarak ilan etme girişimini dün baltalayan o korkunç gaflet, körlük ve basiretsizlik, Ezher Üniversitesi'nde bugün de aynen devam etmekte. Ezher, İslâm'ın ihtişamına yaraşmayan o basiretten yoksun iflâh olmaz tutumunu hâlâ sürdürüyor.


İslâm açısından kaçırılan fırsatlar

Bundan önceki "Lenin İslâm'ı resmî din olarak ilân edecekti!" başlıklı yazımda, Ezher ulemasının körlüğü yüzünden hem İslâm, hem de bütün insanlık açısından son derecede önemli tarihî bir fırsatın nasıl kaçırılmış olduğunu anlatmıştım.

Ne acıdır ki o Ezher kafası tarih boyunca hep var olagelmiştir. İslâm'ın ruhundan uzak, şekle takılıp kalan, lafızcı ve taklitçi o düşünce kısırlığı dün de vardı bugün de var. Bu gidişle yarın da olacak. Asıl olanı bırakıp da ayrıntıyı matah sanan, ileriyi görmekten uzak beyinler İslâm'a yarar değil, sadece zarar verirler. Verdiler, veriyorlar ve verecekler.

Nitekim Lenin'in girişimini baltalayan Ezher'in o zavallı fetvasından yüzyıllar önce de aynı basiretsizliklere, aynı körlüklere ve aynı çapsızlıklara şahit olunmuştur. Ayağımıza kadar gelen müthiş bir imkân, gökte ararken yerde bulduğumuz çok hayırlı bir fırsat, yoz ve yobaz, gerici ve softa âlim veya hoca bozuntuları yüzünden kaçırılmıştır.

Düşünce körlüğü

Bundan elli yıl kadar önce bir kitapta mı, bir makalede mi okumuştum tam hatırlayamıyorum: Bir zamanlar İslâm'ın geniş kitlelere ulaşması açısından eşsiz bir fırsat doğmuş ve o fırsat bir düşünce körlüğü sonucu heba edilmişti.

Sözünü ettiğim o fırsat şuydu: Selçuklu ve Osmanlı devletleri kurulmazdan önceki bir dönemde, ülkemizin kuzeyinde yer alan devletlerden birinde bir kral, İslâm'la ilgili birtakım güzel bilgiler edinir, içi İslâm'a ısınır, çok heyecanlanır ve Müslüman olmak için harekete geçer. Bir İslâm ülkesinden âlimler getirtir. Onlara Müslüman olmak istediğini, fakat içkiye çok alıştığını, istese de bırakamayacağını söyler. Bizim âlimlerse, "İçkiyle İslâm asla birbiriyle bağdaşmaz!" deyip kestirip atarlar ve kralın o güzelim arzusunu kursağında bırakırlar.

Oysa o çağlarda bir kralın Müslüman olması demek, bütün halkının da, yani koca bir devletin de Müslüman olması demekti. Bunun böyle olduğunu bildikleri hâlde o gafil ve zavallı âlim bozuntuları, mumla arasan bulunamayacak, öylesine paha biçilmez bir fırsatı öngörüsüzlükleri yüzünden kaçırırlar. (Hâlbuki Mahmut Toptaş Hocaefendi kadar ferasetleri olsaydı, ne büyük sevaba girerlerdi! Fırın sahibi bir Fransız hanım "Ben Müslüman olmak isterdim, fakat domuz sucuğundan vazgeçemeyeceğim için olmayacağım!" deyince Mahmut Hoca ona "Siz Müslüman olun ve 'Yârabbî, dayanamıyorum, beni affet!' deyip domuz sucuğunu yemeye devam edin!" fetvasını vermiş ve o kadının sonunda hidayete kavuşmasını sağlamıştı: https://www.star.com.tr/acik-gorus/rahibeyi-bile-musluman-eden-kitap-islama-giris-haber-1607827/ ) Ne körlük!

Ezher Üniversitesinin önceki yazımızda gözler önüne serdiğimiz körlüğü de tıpkı buna benziyor. Keşke Ezher'in o körlüğü geçmişte kalabilseydi...

İflah olmaz bir tutum

Lenin'in İslâm'ı resmî din olarak ilan etme girişimini dün baltalayan o korkunç gaflet, körlük ve basiretsizlik, Ezher Üniversitesinde bugün de aynen devam etmekte. Ezher, İslâm'ın ihtişamına yaraşmayan o basiretten yoksun iflâh olmaz tutumunu hâlâ sürdürüyor. Anlatayım:

Bundan yıllar önce, daha sonra Cumhurbaşkanı olacak olan Nicolas Sarkozy, Fransa'nın İçişleri Bakanı idi. Onun döneminde orta ve lisede okuyan Müslüman kız öğrenciler başlarını örttüler. Aralarında Yahudi ailelerinden olan hidayete ermiş kız öğrenciler de vardı. Bu öğrencilerin büyük çoğunluğu kalburüstü ailelerden, ülkenin kaymak tabakasından olduğu için İçişleri Bakanı çaresiz kaldı. Kızlar diretiyorlar ve "Bu Allah'ın emridir! Biz asla başımızı açmayız!" diyorlardı.

Ne yapacağını şaşıran Sarkozy, Fransız oryantalistleri İçişleri Bakanlığı'na davet etti, özel bir toplantı yaptı ve bu meseleye bir çözüm bulmalarını rica etti. Onlar da aynı İngiliz oryantalistler gibi çareyi çarçabuk buldular ve hiç vakit kaybetmeden Ezher'e başvurmasını tavsiye ettiler. Sarkozy, bir heyetle Mısır'a gitti. Devlet erkânıyla neler konuştu bilmiyoruz. Bizim bildiğimiz Ezher Üniversitesi'nde yapılan o yüz karası toplantıdır.

Ezher Şeyhi (Rektörü) ve birkaç profesörün de bulunduğu o toplantı, televizyondan canlı yayınlandı. O yayın sırasında, Ezher Şeyhi, "Sayın Bakan! Başörtüsü Allah tarafından Kur'ân'da emredilen bir farzdır. Müslüman hanımların vazgeçilmezidir. Ülkenizdeki sizin Müslüman kız öğrencileriniz 'Bu Allah'ın emridir!' demekte haklıdırlar. Hem zaten kutsal bir din olarak gördüğünüz o laikliğinize üç beş kızın başını örtmesi hiçbir zarar vermez! Lütfen genç kızlarımızın tercihine saygı gösterin! Öte yandan, sizin ülkenizin bütün dünyaca bilinen Hürriyet, Eşitlik ve Kardeşlik ilkeleri var! Siz, evrensel olduğunu ve başını ülkenizin çektiği bu ilkeleri çiğnemek mi istiyorsunuz? O zaman o Hürriyet kelimesini çıkarın atın! Biz de sizin memleketinizin diktatörlük olduğunu bilelim ve ona göre değerlendirme yapalım!" demesi beklenirken, hem de bunları yüksek perdeden söylemesi gerekirken ne yaptı bilir misiniz? Tıpkı Lenin'i İslâm projesinden vazgeçirten o rezil fetvayı veren eski dönemin çapsız ve basiretsiz Ezher Uleması olan atalarının yaptığının bir benzerini yaptı.

Yüz kızartıcı fetva

Ezher Üniversitesinin irfan ve iz'andan yoksun o Rektörü, ne Allah'tan korktu, ne de kullarından utandı! Bir mümin için, gerçek imana sahip bir Müslüman için yüz kızartıcı olan, İslâm'ın izzet ve şerefini de adeta ayaklar altına almak olan şu iğrenç fetvayı verdi: "Fransa, kendi topraklarında egemen bir ülkedir. O yüzden de egemen bir devlet olarak başörtüsünü yasaklaması caizdir!"

Bu fetva ile memleketine dönen Sarkozy, derhal bütün devlet okullarına başörtüsü yasağı koydu. Hiçbir başörtülü kız öğrenciyi devlet okullarına sokturmadı.

Eğer Ezher o fetvayı vermemiş olsaydı, şimdilerde Fransa'da kesinlikle ne başörtüsü sorunu olurdu, ne de tesettür meselesi! Başörtüsü de, tesettür de o ülkede iyice yerleşir, kimsenin de İslâm'ın örtüsüyle uğraşacak cesareti kalmazdı. Çünkü Fransa'daki Müslüman sayısı hayli yüksektir. Günümüzde her beş Fransız'dan en az biri Müslümandır. Fransız resmî makamları, Fransa'da sadece 4 milyon Müslümanın olduğunu ilân edip dursa da, bu rakam bütünüyle yalandır. Çünkü 1968 yılında da, resmî rakamlara göre, Müslüman sayısı yine 4 milyondu. Aradan yarım asırdan daha fazla zaman geçti, fakat o resmî rakam hiç değişmedi. Oysa Fransa'da yaşayan Fransızlar da, Müslümanlar da kesinlikle biliyorlar ki o ülkedeki Müslüman nüfusu 15 milyondan aşağı değildir. Fazlası vardır, eksiği yoktur bu sayının. Şayet Ezher'in o utanç fetvası olmasaydı, işte böylesine kalabalık bir kitleye hiçbir makam giyim kuşam yasağı dayatamazdı.

Ezher'in verdiği o taviz yüzünden Fransa'da milyonlarca insan bugün mağdur durumda. Şimdilerde artık sadece kız öğrencilerin başlarını örtmeleri değil, onlara refakat edecek annelerinin bile başörtülü, tesettürlü olmaları yasak!

Buyurun, görün işte, İslâm'ın izzet ve şerefini temsil etmekten âciz bir Ezher Şeyhi'nin o basiretsiz ve ferasetsiz bir fetvası ne melanetlere yol açtı! Kâfire taviz verirsen sonu elbette bu olur!

Aynı çapsızlık

Lenin'in, İslâm'ın hayrına olacak o canım girişimini baltaladığı ve İslâm tarihinin o en büyük fırsatını kaçırdığı dünüyle, yine aynı çapsızlıkla Fransa'ya o affedilmez tavizi verdiği ve Fransız Müslümanları mağdur ettiği bugünüyle Ezher, benim gözümde asla ve kat'a saygın bir müessese değildir. İslâmî değerleri temsil edecek bir kurum olmaktan da fersah fersah uzaktır.

[email protected]