Ölümlülük doğuştandır

Doç. Dr. A. Teyfur Erdoğdu / Yazar
15.05.2021

Kelime olarak ölüm maalesef bizimle konuşmuyor. Ama Arapçadan geçen ve vefa kelimesinden türeyen ve onunla aynı anlamda olan "vefat" bizimle apaçık iletişime geçiyor: "Borcunu öde, görevini yerine getir!"


Ölümlülük doğuştandır

Önce tanım: Ölüm bir canlının kendisini oluşturan en küçük parçalara ayrılma yani çürüme sürecine geri dönüşsüz bir şekilde girmesi ve tüm işlevlerin sona ermesidir. İnsanı konuşacak olursak ölüm tıbben ikiye ayrılır: Birinde beyinsapı (brainstem) dahil beynin, dolaşım ve nefes alma işlevlerinin ne yapılırsa yapılsın artık çalışmaması sözkonusudur. Buna klinik ölüm denir. Diğerinde kalp ve ciğer çalışıyor olsa da (hatta hamile bir kadının fetüs işlevleri bile devam edebilir) beyinsapınınkiler de dahil beyin işlevleri tamamen bitmiştir. Buna da beyin ölümü denir. Bazı ülkelerin insanın ölümü için beyin ölümünü yeterli gördüğünü ve klinik ölümü şart koşmadığını söyleyelim. Bu arada beyin ölümünü bitkisel hayatla da karıştırmamak lazım. Çünkü bitkisel hayatta beynin kortikol faaliyeti durmuş olsa bile beyinsapı çalışmaktadır. Yani kişi belki göremez, konuşamaz, işitemez, hareket edemez ama dolaşım, solunum, uyuma, sindirim gibi istemsiz hareketleri devam eder.

Can bedenden çıkmadıkça!

Tıbbın gelişmediği zaman ve coğrafyalardaysa bir kişinin ölümü bedenin hareketsiz kalması, kalbinin atmaması ve dışarıdan yapılan müdahalelere hiçbir şekilde tepki vermemesiyle kararlaştırılırdı. Ağza sirke veya biber dökmeler, ayaklara ve makata iğne sokmalar ya da sıcak demir değdirmeler. Hala hiçbir tepki yoksa ölmüş denir ve toprağa verilirdi. Tam ölüm gerçekleşmediği için bazen halk dilinde ya tabutta ya da kabirde "dirilme"lerle karşılaşılırdı. Yakıldıysa artık çok geç. Aslında biraz beklense tam ölüm şuralardan anlaşılabilir: Kalp artık atmadığı için kan devridaim etmez ve yerçekimi sebebiyle cesedin alt kısımlarında toplanır ve koyu mor renkte "ölüm lekeleri" (livor mortis) meydana getirir. Ayrıca kaslarda sertleşme yani "ölü katılığı" (rigor mortis) başlar. Ama nerede, işlerimiz hep acele!

Meleklere güzel görünmek

Ölenin şekline dikkat edilmesi tamamen kültüreldir. Mesela ceset biçimsiz kalmasın diye ölü katılığı gerçekleşmeden evvel çene ve iki ayak hemen bağlanır. Bazı kültürlerde cesedin şişmemesi için üstüne bıçak gibi demir parçaları konur. Çiçeklerle, ıtırlarla, tütsülerle, parfümlerle veya aromatik yağlarla kokusu bastırılır. Bazılarında yıkanır, paklanır, gasledilir (gusül abdesti aldırılır). Bazı kültürlerde cesede makyaj hatta botoks bile yapılır. Ceset bir müddet bekletilecekse soğutuculu morga konur. Aksi takdirde kırk sekiz ila yetmiş iki saat içinde katılık çözülmeye ve ceset çürümeye başlar (decomposition).

Sonra ne yapılacağı yine kültürlere göre değişir: Kimi toprağa gömer ve üstünü tamamen toprakla örter; kimi küçük veya büyük bir bölmenin içine koyar ve bölmenin üstünü mermer, metal, taş, ahşap ile kapatır. Üstüne de çeşitli şekillerde türbe veya anıtmezar yapar. Kimi yakar, küllerini gömer, kimi denize, havaya, suya savurur veya katar. Kimi asit/alkalik çözücülerde eritir. Angalılar (Morobe-Papua Yeni Gine) gibi kimileri tütsüler (smoke curing) ve sepetlere koyarak tepelere asar. Kimi mumyalar, sırlar (cyroconservation), tahnit (taxidermy) veya tatrih (plastination) eder, korumaya alır.

Kimi dik, kimi yatay, kimi yüzüstü, kimi sırtüstü, kimi yan yatırarak defneder. Kimi cesedi parçalara ayırarak kendilerine gıda veya hayvanlara yem yapar. Kimi süs eşyası olarak kullanır. Kimi iç organlarını temizleyerek gömer. Kimi (Ortaasya'da olduğu gibi) kullandığı eşyaları ve hayvanlarıyla birlikte defneder. Kimi (Hindistan'da olduğu gibi) sağ karısıyla birlikte; kimi toplu şekilde üstüste, yanyana, ayakayağa ve başbaşa gömer, kimi münferit defneder... Bazı cesetler hiçbir muameleye tabi tutulmadan, hiçbir insan eli değmeden yeryüzü tarafından (balıklar, sırtlanlar, akbabalar, kurtlar, karıncalar, çıyanlar, yılanlar eliyle) yutulur. Her hâlükârda eğer Dünya'yı çevreleyen gökler aşılıp da uzaya götürülmediyse beden Dünya'ya katılır.

İnsanın şahit olduğu ilk gömme vakası inananlara göre bir karga tarafından gömülen diğer bir kargadır. İlk ölen insansa bu örnekten ilham alınarak defnedilen Adem ile Havva'nın oğlu Habil'dir.

Ölüm bizden içredir!

Acaba ölmekte olan insan nasıl hisseder?

Bazı kültürlerde ölüm kolay, bazılarındaysa zordur. Bazıları nasıl ki doğumdan öncesini hatırlamıyoruz ölümden sonrasını da hatırlayamayacağız der. Bazıları ölüm anında hiçbir şey hissedilmediğini ya da kişiye göre değiştiğini söyler. İslamiyet mesela ölümün kimileri için tereyağından kıl çeker gibi kimileri içinse pamuğun içinden dikenli tel çekiliyormuşçasına hissedileceğini söyler. Bazı din ve kültürlerse ölümle ortaya çıkan eksiklik acısını hafifletmek için tenasüh (reincarnation) itikadını geliştirir. Buna göre bir ruh bir bedenden diğerine geçerek yeryüzünde sürekli yaşar ve dolaşır.

Bazen ölüm hissini aktarmak için intihar bile edildiğini ve aynı anda kaleme alınıp, anlatıldığını biliyoruz. Ölüm ile hissedilecek olanın bilgisinin ya da bilinemezliğinin mevcudiyeti birçok insanı "ölüm korkusu/kaygısı"na sevkeder. Bu korku bazı insanları dünyadan soğutur, bazılarınıysa ruhen felç eder. Soğuyanların bir kısmı daha aşkın değerler uğruna yaşamaya başlayabilir, ruhen sarsılanların bir kısmı da ölümü gafletle veya idrakini uyutarak görmezden gelip dünyaya sarılabilir: alkolle, uyuşturucuyla, parayla, spor gibi çeşitli hırslarla, cinsellikle ve teskin edicilerle. Bazı kültürlerde insanın içine düştüğü her iki durum da psikolojik rahatsızlık olarak kabul edilir, bazılarındaysa ilk durum övgüye değer bulunur.

Ölüm yine bazı kültürlerde suçlulara verilen büyük cezalardan biri olarak kabul edilir. Bazı din ve kültürlerdeyse din uğruna, vatan uğruna, (sumo güreşçilerinde olduğu gibi) ailesi uğruna ölmek bir şereftir ve şehitlik addedilir. İntihar da bazı kültürlerde bu minvalde kabul edilir: Yüce değerler uğruna intihar edilmişse (örneğin Japonya'da kamikaze ve seppeku, Çin ve Hindistan'da) karşılık şehitlik, şan ve şereftir. Ama kişi sırf kendini düşünerek intihar ettiyse bazı kültürler karşılığının azap olduğunu söyler.

Ölümle sonuçlanan adak

Bir de insanda ölüm güdüsü (Todtrieb=death drive) vardır. Kişinin kendini yok etme ve anorganik duruma dönme güdüsü olarak da tanımlanır. İslamiyetten etkilenen bazı kültürlerde ne uğruna yapılırsa yapılsın, intihar esnasında cinnet geçirilmediyse kişinin süreli veya süresiz azap göreceği fikri hakimdir. Bunun yanında bugün ötenazinin yani kendi ölümüne tıbben karar verme hakkının hukuken ve ahlaken kabul edildiği ülkeler mevcuttur. Ötenazi bu ülkelerde hemen veya bir ay beklenerek uygulanır.

Ölümle sonuçlanan adaklar da dinlerde ve kültürlerde önemli bir yer işgal eder. Hayvanlar veya insanlar adanarak ilahi güçlerle irtibat kurulur, Tanrı(ların) gazabından kurtulmak ve Tanrı(ların) rızasını kazanmak için zorlu ve muhataralı durumlardan canlar feda edilerek çıkılmaya çalışılır. Arzular ve korkular göklere havale edilir.

Ölüm birçok kültürde cisimleşmiştir. Bazılarında Azrail'dir. Bazılarında elinde tırpan tutan, kara pelerinli bir iskelet. Ortaçağ'da bir mumya. Çin, Japon ve Kore kültürlerinde "si" (dört rakamı) ölüm ile sesteştir ve ölümü simgeler.

Hesap can ile ödenir

Peki' ölümsüzlük var mıdır?

Turritopsis dohrnii (ölümsüz denizanası) ölümsüzlüğe örnek gösterilir ama bu isim sadece bir yakıştırmadır çünkü o da ölümlüdür. Yalnızca çok uzun bir hayat sürer. Yoksa her nefis ölümü tadacaktır.

Peki' son olarak etimoloji ne diyor? Kelime olarak ölüm maalesef bizimle konuşmuyor. Ama Arapçadan geçen ve vefa kelimesinden türeyen ve onunla aynı anlamda olan "vefat" bizimle apaçık iletişime geçiyor: "Borcunu öde, görevini yerine getir!" Borç alınan can, ödenecek ve hesap kapanacaktır. Buna rağmen vefasız kelimesi hiç de ölümsüz anlamına gelmez! Çünkü ölüm borcunu ödememenin imkanı yoktur. Ölümü öldürmek mümkün olmadığına göre alınan bu can borcu mutlaka ödenecek ve hesap dürülecektir.

[email protected]