On yılın ardından Arap Baharı

Dr. Necmettin Acar / Mardin Artuklu Üniversitesi
25.12.2021

Bugün Arap Orta Doğu'suna yakından baktığımızda 2010 yılındaki sosyal patlamaya yol açan ekonomi politik-koşullarda anlamlı bir değişimin olmadığını gözlemleyebiliriz. Tüm bölge genelinde gelir adaletsizliği, işsizlik, artan gıda fiyatları, hukuksuzluk, insan hakları ihlalleri artarak devam ediyor.


On yılın ardından Arap Baharı

Tunus'ta "ekmek, onur ve özgürlük" sloganıyla 2010 yılı Aralık ayında başlayan Arap Baharı sürecinin üzerinden on yıl geçti. Bugünden baktığımızda büyük umutlarla sokaklara dökülen kitlelerin yüksek sesle dile getirdikleri değişim taleplerinin önemli ölçüde karşılıksız kaldığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Üç yüz milyonu aşan nüfusuyla Arap Orta Doğu'sunu saran kitle hareketlerinin değişim taleplerinin sonuçsuz kalmış olması üzerinde düşünülmesi gereken önemli bir husustur.

Arap halklarının Arap Baharı'nı başlatan politik değişim taleplerinde bir gerileme olmadığı halde bölgede 2010 öncesi statükoya dönülebilmiş olması küresel siyasal atmosferde değişim taleplerinin aksine esen sert rüzgarlar ve devrimciliğin yüksek maliyetiyle izah edilebilir. Politik değişim talepleri ile sokağa dökülen Arap halklarının, Batı'nın yaşadığı değer aşınmasıyla demokratik değişim taleplerine sırtını dönmesini öngörmemeleri ve devrimciliğin yüksek maliyeti konusunda yaptıkları hesap hataları, ortaya çıkan bu başarısızlığın en önemli sebebi olarak sayılabilir.

Sert küresel rüzgârlar

II. Dünya Savaşı sonrası demokrasi, özgürlük ve insan hakları gibi kavramların şampiyonluğunu yapan Batı dünyası, 2000'li yılların başlarından itibaren dikkat çekici bir "değer aşınması" ile karşı karşıya kaldı. 1990'lı yıllarda liberal demokrasinin zaferini ilan eden ve Batı'ya "Mesiyanik" bir rol biçerek tüm dünyada liberalizmi yayma misyonu atfeden "Soncu" ideallerin ömrü çok uzun olmadı. Çünkü liberal demokrasinin zaferinin ilan edildiği 1990'lı yıllarda Batı dünyası siyasi, ekonomik, askeri ve teknolojik açıdan dünyanın açık ara en büyük hegemon gücüydü ve yükselen bir güç tarafından tehdit edilmekten oldukça uzaktı. Aradan geçen yirmi yılda yaşanan ve liberal teorisyenlerin öngöremediği çok önemli gelişmeler Batı'da 1990'lı yılların başlarında var olan özgüveni ciddi bir biçimde yaraladı.

2000'li yılların başlarından itibaren başta Çin olmak üzere Asyalı güçlerin önlenemeyen yükselişi, Batılı güçlerin açık ara liderliğine yönelik en önemli meydan okumayı temsil etmektedir. 1990'lı yıllardan itibaren Batılı teorisyenler ve siyasetçiler liberal demokrasinin yaygınlaştırılmasını önemli bir misyon olarak kabul etmişlerdi. Ancak son dönemde Çin'in yükselişiyle küresel siyaset ve ekonominin ağırlık merkezinin Asya-Pasifik bölgesine kaymış olmasının siyasal atmosferde oluşturduğu köklü değişimler, Batı'da liberal değerlere yönelik önemli bir güvensizlik ortaya çıkardı. Yeni uluslararası konseptte liberal değerlerin hem ekonomi hem de politik arenada Çin'in işini kolaylaştırdığı ve Batıya yönelik tehditleri teşvik ettiğine yönelik güçlü bir kanaat belirdi.

Liberal değerlerin savunuculuğunu yapmanın kendi çıkarları açısından faydadan çok zarar getirdiğine ikna olan Batılı aktörlerin liberalizmin şampiyonluğunu yapmaktan vazgeçmesi son dönemde karşı karşıya kaldığımız değerler aşınmasının en önemli sebebini teşkil etmektedir. Korumacı gümrük duvarları, yoğun insan hakları ihlallerine yönelik kayıtsızlık ve askeri darbeleri destekleme politikası içinde bulunulduğumuz dönemde Batı'nın yeni politik vizyonunu oluşturmakta. Aslında bugünlerde Batı'da gördüğümüz vizyon değişikliğinin yakın geçmişimizde önemli işaretleri bulunmaktaydı. Örneğin 1990'lı yıllarda Cezayir'deki demokrasi denemesine, 2005 yılındaki Filistin seçimlerine yönelik statüko ve otokrasi yanlısı eğilim bugün yaşadıklarımızın bir benzeriydi.

2010 yılı sonlarında politik değişim talepleri ile sokağa çıkan Arap halkları küresel düzlemde demokrasi, insan hakları ve özgürlük temalı değişimin aksine esen bu rüzgârları dikkate almayarak/öngöremeyerek önemli bir hesap hatası yapmıştır. Geldiğimiz nokta itibariyle Arap Baharı'nın başlangıcında yoğun olarak duyduğumuz Batı kaynaklı değişim taleplerini cesaretlendiren söylemlerin ömrünün uzun olmadığını söyleyebiliriz.

Devrimciliğin yüksek maliyeti

Arap Baharı sürecinde geniş kitlelerin değişim taleplerinin başarısını sınırlayan ikinci önemli husus baskıcı otokratik rejimlerin güç kullanarak, küresel aktörlerin ise istikrarsız ülkelerdeki gerilimi tırmandırarak politik değişimin maliyetini Arap Halkları nezdinde katlanılamaz derecede yükseltmiş olmalarıdır.

Libya, Suriye ve Yemen bu açıdan büyük önem arz etmektedir. Statüko yanlısı küresel ve bölgesel güçler saylan ülkelerdeki iç savaş ortamına benzin dökerek çatışmaların derinleşmesini sağlamış ve devrimci idealleri bu ülkelerde boğmak suretiyle tüm Orta Doğu halklarına değişimin yüksek maliyetli olduğunu göstermişlerdir. Yerle bir edilen şehirlerin, tahrip edilen eğitim, sağlık altyapısının, milyonlarca insanın göçe zorlanmasının yol açtığı derin hayal kırıklıkları altında, değişim talepleri rafa kalkmış en azından bir süre ertelenmek zorunda kalmıştır.

Libya, Suriye ve Yemen'de ortaya çıkan yoğun insani kriz manzaraları ve yaygın insan hakları ihlalleri bölgesel statüko odakları tarafından politik değişim talep eden kitlelerin gözünü korkutmak ve statükoya katlanmaya mecbur etmek için yoğun bir biçimde kullanılmıştır. Bugünden küresel siyasal atmosfere baktığımızda rüzgarın yönünün otokratik ve baskıcı rejimlerin lehine estiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Demokrasi özgürlük ve eşitlik gibi talepleri dile getiren kitlelerin bu taleplerinin terörle bir tutuluyor olması bu durumun en önemli göstergesidir.

Bugün Arap Orta Doğu'suna yakından baktığımızda 2010 yılındaki sosyal patlamaya yol açan ekonomi politik koşullarda anlamlı bir değişimin olmadığını gözlemleyebiliriz. Tüm bölge genelinde gelir adaletsizliği, işsizlik, artan gıda fiyatları, hukuksuzluk, insan hakları ihlalleri artarak devam ediyor. Ancak küresel düzlemde demokrasi ve insan hakları aleyhine esen sert rüzgarlar ve değişimin Arap Halklarının nezdinde katlanılamaz düzeye çıkmış olan maliyeti zoraki de olsa değişim taleplerini ertelenmesine yol açıyor. Ancak gelişen kitle iletişim olanakları, yükselen genç nüfus, artan okuryazarlık oranları Arap Baharı sürecinde değişim taleplerini boğarak politik üstünlüğü ele geçiren otokratik rejimlerin işini zorlaştırmakta. Bu yüzden yakın gelecekte Arap Baharı'nın farklı "varyantlar" ile devam edeceğini söylemek yanlış olmayacaktır.

@DrNecmettinAcar.