Osmanlı'da ilk biyografi ve Sehî Bey

Mustafa İsen / Yazar
23.04.2021

Anadolu sahasında şairler tezkiresi yazma geleneği, Sehî Bey'in kaleme aldığı Heşt Bihişt ile başlar. Gelenek 1950'li yıllara, İbnülemin'in Son Asır Türk Şairleri'ne kadar küçük değişikliklerle devam etmiştir. Bu başlangıç öylesine hayırlı işlere kapı açmıştır ki bu gelenekle birlikte Osmanlı kültür tarihinde artık kalburun üstünde kalan hiçbir şair/yazar yoktur ki kendi döneminde kayıt altına alınmamış olsun.


Osmanlı'da ilk biyografi ve Sehî Bey

Gece bazı şeyleri örter ve insanları rahatlatır ama Balkanların bu dağ başındaki köyünde bu gece öyle olmadı, aksine köy halkı özellikle de yarınki olaya muhatap olacak çocukların aileleri bütün geceyi endişeli geçirdiler. Birkaç yılda bir tekrarlanan olay yeniden önlerine gelmişti. Buna hazırlıklıydılar ama hazır olmak yetmiyordu, o hem bekledikleri hem de tehir ettikleri gün gelip çatmıştı. Dünyanın merkezi büyük İstanbul'dan belli dönemlerde sürücü adı verilen bir takım adamlar gelir, belli kurallara göre ailelerin küçük erkek çocuklarından birini seçer, bunları beraberlerinde getirdikleri atların özel hazırlanmış bölümlerine yerleştirir ve dönerlerdi. Devşirme adı verilen bu uygulama aileler için hem bir fırsat hem hüzündü. Bir açıdan seviniyorlardı çünkü yıllar önce gidenlerin görkemli vezirler Mahmut Paşa'ya, Makbul İbrahim Paşa'ya, Sokullu Mehmet Paşa'ya dönüştüklerini, iyi kaptanların, sancak beylerinin, beylerbeylerin onların aralarından çıktığını biliyorlar, en azından ırklarına mahsus boylu poslu bedenlerine giydirilen yeniçeri kıyafetleriyle nasıl muhteşem göründüklerini düşünüyor ve kendi çocuklarını da böyle hayal ediyorlardı. Kalsalar bu küçük dağ köyü onlara sıkıntıdan başka ne verecekti ki? Bu gidiş sade ve çileli hayatlarından onların kurtulmuş olması anlamına geliyordu, bu açıdan mutluydular. Ama özellikle anneler bir daha ne zaman görecekleri belli olmayan yavrularından ayrılmanın derin hüznü içindeydiler. Hem anne yüreği daha hafif olarak tanımlanacak askere oğullarını gönderirken de, kızını evlendirirken de hem kıvançlı hem üzüntülü olmuyor muydu? Bu da öyle bir halet-i ruhiyeydi işte...

Devşirme: Abdullah oğlu

İşte böyle karmaşık duygular içinde vedalaşılıp ailesinden ayrılan devşirme çocuklardan biri de asıl adını bilmediğimiz Sehî'ydi. Bu yüzden kaynaklar onu Abdullah oğlu olarak tanımlar. Bu, devşirme çocuklarını tanımlamak için kullanılan bir tabirdi. Böyle ailelerinden alınıp artık devletin himayesine tevdi edilen çocukların geçirecekleri bazı uygulamalar vardı. Sehî de buna tabi oldu. Önce görevliler onu Edirne'ye getirip yeni katıldığı toplumun dilini, dinini, örfünü, adetini yaşayarak öğrenmesi için bir Türk ailenin yanına verdiler. Bu aşamadan sonra Edirne sarayında bir eğitime tabi tutuldu. Bu eğitim sırasında öğrenciler yeteneklerine göre farklı mesleklere ayrılır ve istidatları doğrultusunda yetişmelerine özen gösterilirdi. Sehî özellikle yazısının güzelliği ve edebiyata olan aşinalığı ile dikkat çekti ve o günkü adıyla katiplik mesleğinde temayüz etti, bu alanda nitelikli bir bürokrat oldu. Sonra Osmanlı edebiyatının kurucu isimlerinden biri olan şair Necatî Bey'in (ö.1508) himayesine girdi ve hayatı boyunca onun çevresinden hiç ayrılmadı.

Manisa yılları

Osmanlı şehzadeleri şehzade vali olarak imparatorluğun önemli şehirlerine atanırken çoğu kültür ve sanat adamı özelliği taşıyan önemli bürokratlar da yanlarına katılıp maiyetleri olarak bu şehirlere gönderilirdi. Necâtî Bey, Sultan Bâyezîd'in oğlu şehzade Mahmud'un Manisa valiliği zamanında, şehzade hocası ve nişancı olunca, Sehî Bey de onunla birlikte daha alt bir görevle Manisa'ya gitti. Şehzade Mahmud'un yanında başladığı bu görevine onun ölümü üzerine bir süre İstanbul'da devam etti. Daha sonra da Manisa'ya şehzade vali olarak gönderilen tahtın varisi Sultan Süleyman'a divan kâtibi oldu, burada ve kısa süreler Edirne'de olmak üzere yedi yıl onun hizmetinde bulundu. Kanunî, padişah olunca Sehî Bey, önce İstanbul'da kapıkulu sipahi bölüğüne atandı ve bir süre sonra da Edirne'de küçük bir vakfın hizmetine geçti. Eskilerin bir sözü vardır; kurb-ı sultan ateşi-i suzan, yani devlet yöneticilerine yakın olmak yakıcı ateşe girmek gibidir anlamında. Bu gibi görevlerde iseniz sıfır hata ile çalışmak zorundasınız. Onun Edirne'ye gidişi bir anlamda sürgün gibidir, en azından Sehî Bey'in arzusu dışında gerçekleştiğini tekrar İstanbul'a gelmek için çeşitli aracılara başvurmasından biliyoruz. Ardından Ergene ve başka bazı imaretlerin yöneticiliğine tayin edildi. Ama kendisini yakinen tanıyan padişahın bilmediğimiz bir sebepten İstanbul'a dönmesine bile izin vermediği anlaşılıyor.

Osmanlı'da ilk tezkire

Sehî Bey, hayatının son 30 yılını Edirne'de ilgiden uzak ve önceki görevleriyle mütenasip olmayan vakıf yöneticiliği ile geçirdi. Maaşı da arzu ettiği düzeyde değildi. Burada iken Osmanlı şairlerinin hayatlarını anlattığı ilk örnek olan Tezkiresini, tam adıyla söyleyecek olursak Heşt-Bihişt'i yazdı. Eserini bitirdikten sonra Kanunî Sultan Süleyman'a sundu. Aslında bu anlamda yazılan eserlerin kıymetini çok iyi bilen Sultan yine ona pek yüz vermedi. Dolayısıyla Osmanlı sahasının ilk tezkire örneği olan bu eser de Sehî'ye umduğu ilgiyi sağlamadı. Sehî Bey, 1548 yılında Edirne'de seksen yaşını aşmışken öldü.

Onun tezkiresi kadar tanınmayan Divan'ı dışında adını günümüze taşıyan eseri Heşt- Bihişt'tir (y.1538). Bir kere daha vurgulamak gerekirse Anadolu sahasında şairler tezkiresi yazma geleneği, Sehî Bey'in Edirne'de kaleme aldığı Tezkire-i Sehî olarak da bilinen Heşt Bihişt ile başlar. Bu tür eserlerde şairler bir düzene göre sıralanır; aileleri, nerede doğdukları, nasıl eğitim gördükleri, hangi görevlerde bulundukları anlatılır, eserlerinden söz edilip bunlardan örnekler verilir. Daha önce Arap ve Fars edebiyatlarında, ayrıca Ali Şir Nevayî ile Orta Asya'da örnekleri olmakla birlikte türün Osmanlı sahasında ilk örneği olan bu eser, bir önsöz, her birine "bihişt" (cennet) adı verilen sekiz bölüm ve bir hâtimeden (sonuç) meydana gelmiştir. Yazar, sekiz tabakaya ayırdığı eserinde, her tabakada ele alacağı şairlerin sınıf ve sınırını, o tabaka başına koyduğu küçük bölümle izah etmiş, tabakanın sonuna eklediği tetimme (ek) ile de yazdığı bölümdeki şairlerin özelliklerini bir kez daha kısaca anlatmıştır. Giriş kısmından sonra Tezkirede, sekiz bölüm içinde Anadolu'da Türk edebiyatının başlangıcından eserin yazıldığı tarihe kadar yetişen şairler ele alınmış ama bunların sıralanmasında herhangi bir tertip gözetilmemiştir. Heşt Bihişt'te bulunan 241 şair hakkında fazla bilgi verilmemiş; hayatları kısaca anlatıldıktan sonra, şiirleri ve sanatları konusunda birkaç söz söylenmiş ve örnek olarak şiirlerinden bir ya da birkaç beyit alınmıştır.

Almancaya da çevrildi

Şairlerin sanatları ve şiir özellikleri hakkında Sehî Bey'in değerlendirmeleri çoğu kez yüzeyde kalmıştır. Hemen bütün şairler için birbirine çok benzer sözler kullanılmış, benzer hükümler verilmiştir. Bununla birlikte Sehî Bey'in kendisinden önce ve devrinde yaşamış her şairi tezkiresine almadığı, şairler arasında bir seçim yaptığı ve ancak tanınmış olanlara yer verdiği görülür. Sehî Bey'in bu eserinde kullandığı dil süs ve özentiden uzak, sade ve açıktır. O, sözü uzatmaktan kaçınmış olmakla birlikte bazen cümleleri yarım ve eksik bırakmıştır. Müellif, şairlerin şahsiyetini ve sanat değerlerini ifade ederken belirli bir kelime kadrosu içinde kalmıştır. Sehî Tezkiresi'nin en önemli tarafı, Osmanlı Devleti sınırları içinde yetişen şairleri ilk kez bir tezkire halinde toplaması ve böylece birçok şairi unutulmaktan kurtarmasıdır. Tezkire, Osmanlı edebiyatının ilk devirlerindeki şairlerin çoğu hakkında bilgi veren tek kaynaktır. Ayrıca Sehî Bey, Anadolu'daki şair tezkireciliğini başlatmış, bu bakımdan kendisinden sonra gelen tezkirecilere örnek olmuştur. Nitekim bu yeni gelenek bir ihtiyacın karşılığı olarak ortaya çıktığı için kendisinden sonra tezkire türü bu coğrafyada peşpeşe güzel örnekler vermiş ve birinin bıraktığı yerden bir başka yazarın aynı yöntemle tarzı devam ettirmesi sayesinde edebiyat tarihi muhteşem bir bilgi birikimine sahip olmuştur. Öyle ki 1538'de Sehî Bey ile başlayan gelenek 1950'li yıllara, İbnülemin'in Son Asır Türk Şairlerine kadar küçük değişikliklerle devam etmiştir. Bu başlangıç öylesine hayırlı işlere kapı açmıştır ki bu gelenekle birlikte Osmanlı kültür tarihinde artık kalburun üstünde kalan hiçbir şair/yazar yoktur ki kendi döneminde kayıt altına alınmamış olsun, onun hayatıyla ve eserleriyle ilgili az çok bilgi sahibi olmamış olalım. İşte bu zengin geleneğin başlatıcısı Sehî Bey olmuştur.

Merak edenler için haber verelim ki Sehî Tezkiresi benim de aralarında bulunduğum farklı kişiler tarafından hem bilimsel olarak hem de günümüz okuyucusun beklentileri göz önünde tutularak yayınlandı, hatta Almanca çevirisi bile var.

Osmanlı'da Türkçe eğitimi

Ama benim bu vesile ile asıl üzerinde duracağım husus başka: Nasıl oluyor da Balkanların kuş uçmaz kervan geçmez dağlarından alınıp Edirne, Gelibolu, İstanbul gibi şehirlerdeki acemi oğlanları merkezlerinde eğitilen anadili Türkçe olmayan bu çocuklar sonraki yıllarda Türkçe, Arapça, Farsça eserler veriyorlar, dilin en üst düzeyde kullanımı demek olan şiirler kaleme alıyorlardı. Hatta bununla da yetinmeyip Sehî Bey gibi bir türü adeta icad ederek sıfırdan başlatacak bir motivasyona sahip oluyor, bir geleneğin Türkçe açısından başlatıcısı oluyorlardı. Hatta bunların içinden Sûdî-i Bosnevî (ö.1599?) gibi birileri çıkıp bize Mevlana'nın Farsça olan Mesnevî'sini Türkçe olarak anlatanlara, şerh edenlere ne demeli? Bütün bunlara karşı da Osmanlı'da Türkçe eğitimi var mıydı yok muydu, tartışmalarına...

Biz en iyisi buna, bu Ramazan günleri hürmetine, Sehî Bey'in peygamberimizi övdüğü bir na'tında alınan şu beyitle cevap verelim, Türkçe'nin bu yalın ama muhteşem anlatımıyla:

Serv-i gülzâr-ı risâletsin Sehî dervîşini

Sâye-i rahmetten etme yâ Resûlallâh cüdâ

(Ey kutlu peygamber, sen peygamberlik bahçesinin ulu servisisin, ne olur Sehî kulunu da şefaatından, rahmet gölgenden mahrum etme).

[email protected]