Tarih boyunca Türk-Kürt ilişkileri ve Terörsüz Türkiye süreci

Prof. Dr. Ali Gür/Gaziantep Üniversitesi Öğretim Üyesi
19.07.2025

Terörsüz Türkiye yolunda, asıl ve derinlikli sorun, fesh ve silahsızlanma sonrası terör örgütü yöneticileri başta olmak üzere militanların nasıl rehabilite edileceği ve ABD başta olmak üzere uluslararası güçlerin bu durumu ne kadar hazmedebileceğidir.


Tarih boyunca Türk-Kürt ilişkileri ve Terörsüz Türkiye süreci

Prof. Dr. Ali Gür/Gaziantep Üniversitesi Öğretim Üyesi

Türk ve Kürt halkları, tarih boyunca aynı coğrafyayı paylaşmış, zaman zaman iş birliği içinde olmuş, zaman zaman da siyasal çatışmalara sahne olmuş iki kadim topluluktur.

İslam öncesi dönemde coğrafi mesafe ve kültürel farklılıklar nedeniyle doğrudan bir Türk-Kürt ilişkisi çok sınırlı olmuştur. Ancak Sasanîler döneminde bu durum değişmiş ve Orta Asya'dan gelen Türk boyları İran coğrafyasındaki Kürtlerle ilk yakın temaslarını kurmuşlardır.

7. yüzyılda Kürtler, Arap ordularıyla temasa geçerek Türklerden çok daha önce İslam'ı kabul etmişlerdir. Türkler ise 9. yüzyıldan itibaren Müslüman olmaya başlamışlardır.Abbâsîler döneminde her iki halk da İslam orduları içinde görev almış, zamanla birbirleriyle daha yakın ilişkiler geliştirmiştir.

11. yüzyılda Büyük Selçuklu Sultanı Alparslan komutasında Türklere kalıcı olarak Anadolu'nun kapısını açan 1071 Malazgirt Zaferine giden yolda Kürtler çok önemli destek vermişlerdir. Zira bu zorlu seferde Doğu Anadolu'daki Kürt beyleri, Sultan Alparslan'a askeri, istihbari ve lojistik destek vermişlerdir. Her ne kadar savaşın sonuna doğru saf değiştirip Sultan Alparslan'ın tarafına geçseler de Uz ve Peçenek Türkleri Bizans saflarında Sultan Alparslan'a karşı paralı asker olarak savaşmışlardır. Bu Türk-Kürt ittifakı Anadolu'nun Türkleşme ve İslamlaşma sürecini hızlandırmıştır. Zafer sonrası Selçuklular da Kürt aşiretlerine yarı özerk yapılarla bölge yönetiminde yer vermişlerdir. Şii mezhep anlayışını benimseyen Fatimiler, Hamedaniler, Karamatiler ve Büveyhiler'in güçlü olduğu Şii yüzyılında Sünni Selçuklu Türkleri ile Sünni Kürtler güç birliği yaparak tarihin akışını değiştirmişlerdir.

12. yüzyılda Kürt asıllı bir komutan olan Selahaddin Eyyübi, Zengi Devleti Sultanı Nureddin Zengi'nin hamiliğinde yetişmiş, Fatimiler'in başkenti Mısır'ı zapt ederek İsmaili Şii Fatimi Halifeliğine son vermiş, Şiiliğin en önemli eğitim merkezi olan Ezher'i Sünniliğin en önemli merkezlerinden biri yapmış ve zamanla zayıflayan Zengi Devletinin yerine Eyyübi Devletini kurmuştur. Selahaddin Eyyübi'nin İslam dünyasındaki birleştirici rolü, Türk-Kürt ilişkilerinde de iş birliği zeminini güçlendirmiştir. 88 yıldır Haçlılar'ın zulmü altında inleyen Kudüs'ü Türklerin de desteğiyle yeniden İslam beldesi yapmış ve huzur getirmiştir.

Yavuz'un Kürt beyleriyle ittifakı

Her ikisi de Türk asıllı olan Sünni Osmanlılar ile Şii Safevîler arasında 16. yüzyılda yaşanan rekabet, özellikle Doğu Anadolu'daki Kürt aşiretlerini önemli bir konuma getirmiştir. Safevi Sultanı Şah İsmail'e en büyük destek Anadolu'daki Kızılbaş Türkmenlerden gelmiştir. Bu durum karşısında 1514 Çaldıran Savaşı öncesi Osmanlı Sultanı Yavuz Sultan Selim de Şah İsmail'in Şii yayılmacılığından rahatsız olan Kürt Beylerine gitmiş, Kürt alim ve devlet adamı İdris-i Bitlisî aracılığıyla Kürt beyleriyle ittifak kurarak zafer kazanmıştır. Çaldıran Zaferi sonrası Osmanlı, Kürtlere özerk yönetim alanları sağlayarak doğu sınırlarını Safevî Şiî etkisine karşı korumuştur. Çaldıran Zaferi, hem Osmanlı'nın doğuda güçlenmesini hem de Türk-Kürt ittifakının kurumsallaşmasını sağlamıştır.

Osmanlı'nın zamanla zayıflaması ve 19. yüzyılda merkezileşme politikaları neticesinde Tanzimat Fermanıyla birlikte Kürt beylerinin özerkliği sona erdirilmiştir. Osmanlı bu dönemde Kürt beylerini kontrol altına almak için sert önlemler almış, bu da Türk-Kürt ilişkilerinde bir kırılmaya neden olmuştur. Bu durum, 1847 yılındaki Bedirhan Bey İsyanında olduğu gibi bazı Kürt beylerinin ayaklanmasına sebep olmuşsa da çoğu Kürt aşireti Osmanlı'ya sadakatini sürdürmüştür. Bu dönemde hem çatışma hem de iş birliği iç içe yaşanmıştır.

Birinci Dünya savaşında birçok ulus Osmanlı'dan ayrılıp Osmanlı'ya karşı savaşırken Kürtler, Türklerle birlikte omuz omuza savaşmıştır. Kurtuluş Savaşı sırasında da birçok Kürt aşireti Anadolu'nun işgaline karşı Türklerle birlikte mücadele etmiş, TBMM hükümetini desteklemiş ve özellikle Doğu ve Güneydoğu'daki mücadelede önemli katkılar sunmuştur. Mustafa Kemal Paşa, Erzurum ve Sivas Kongrelerinde Kürtlerin desteğini vurgulamış, birlikte hareket etmenin önemine dikkat çekmiş ve bu birliktelik Misak-ı Millî'nin temelini oluşturmuştur. 1921 Anayasasında yeni kurulacak devletin bir "İslam milleti" üzerine şekilleneceği algısı ve yerel yönetimlere özerklik tanınması Kürtleri memnun etmiştir. Ancak Cumhuriyet'in ilanı sonrası uygulanan ulus-devlet politikaları ve dine mesafeli duruş, "Türk milleti" üst kimliğinin öne çıkarılması Kürt kimliğinin baskılanmasına neden olmuştur. Kürtler, bu merkeziyetçi ve asimilasyonist politikalar nedeniyle tepki göstermiştir. Bu durum zaman zaman isyanlara ve siyasal ayrışmalara neden olmuştur. Neticede Şeyh Said İsyanı (1925), Ağrı İsyanı (1930) ve Dersim İsyanı (1937-38) gibi ayaklanmaları doğurmuş, Devlet gücünü elinde bulunduranlar da çok sert müdahalelerde bulunmuşlardır.

1960'lar sonrası sol hareketlerle birlikte Kürtler örgütlenmeye başlamış, 1970'lerdeki Doğu mitingleri ile Kürt meselesi yeniden görünür olmuştur. 1980 Darbesi, Kürt siyasi hareketlerini bastırmış, Diyarbakır Saraykapı Cezaevi başta olmak üzere siyasi mahkumlara ağır işkenceler uygulanmıştır. Devlet gücünü eline geçiren bazı yapıların bu baskı ve zulümleri PKK'nın bölgede taban bulmasına ve 1984'te silahlı mücadeleye başlamasına zemin hazırlamıştır. Bu dönemlerde Güneydoğu Anadolu'da yoğun çatışmalar, köy boşaltmaları, faili meçhul cinayetler yaşanmıştır. İlerleyen süreçlerde Kürtçe konuşmak, müzik dinlemek bile cezalandırılmıştır.

20. yüzyıl sonlarında gelişen demokratikleşme süreçleriyle birlikte Kürt kimliği üzerindeki baskılar nispeten azalmış, ancak sorunlar büyük oranda çözümsüz kalmış ve güvenlik sürekli ön planda tutulmuştur. 2000'lerden itibaren, özellikle AK Parti döneminde demokratik açılımlar ve insan hakları bağlamında TRT Kürdi'nin açılması, Kürtçe seçmeli derslere müfredatta yer verilmesi, cezaevlerinde Kürtçe görüşme serbestiyeti gibi önemli kazanımlar sağlanmıştır.

Çözüm Süreci Kürtleri nasıl etkiledi?

Ülkenin enerjisini tüketen ve insan kaynağını yok eden terör eylemlerinin sonlandırılması adına 2009 yılında Demokratik Açılım ve arkasından Çözüm Süreci (2013–2015) başlatılmıştır. 2013 Nevruz'unda PKK lideri Abdullah Öcalan tarafından ateşkes çağrısı yapılmıştır. Ancak süreç 2015'te çökerek çatışmalar yeniden başlamıştır. Bu süreç Kürtlerin bir kısmının daha fazla marjinalleşmesine, etnik milliyetçiliğe yönelmesine yol açmış, HDP'nin yükselişine zemin hazırlamıştır. Yerel seçimlerde alınan göreceli zafer HDP'li belediye yöneticilerini ve milletvekillerini cesaretlendirmiş, PKK silahlarının gölgesinde siyasi meydan okumalara kadar götürmüştür. Bu durum devletin güvenlikçi refleksini harekete geçirmiş, HDP'li Belediyelerin bir kısmına kayyım atanmış, Belediye başkanları vemilletvekilleri tutuklanmıştır. Bu süreçte Kürtlerin bir kesimi devlete entegre olurken, bir kesimi de devletle çatışmayı sürdürmüştür.

15 Temmuz 2016 FETÖ Darbe Girişimi sonrası "Devlet bekası" mottosuyla AK Parti Hükümeti ile ittifak kuran MHP'nin de desteğiyle Hükümet yeni yol haritası çizmiştir. Özellikle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın kararlı duruşu ve iradesiyle MİT'in analitik saha çalışmaları, güvenlik birimlerinin eş güdümlü operasyonları ve havadan İHA/SİHA destekleri neticesinde bölgesel nokta operasyonları PKK'yı zayıflatmış ve hareket edemez hale getirmiştir. 2025 yılına gelindiğinde yıllardır PKK ve Kürt milliyetçiliğine karşı sert ve uzlaşmaz tutumu ile bilinen MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin ezberleri bozan Abdullah Öcalan çıkışı tarihi bir dönüm noktası olmuştur. Abdullah Öcalan'ın silahları bırakma ve örgütün kendisini feshetmesi yönündeki çağrısı karşılık bulmuş, PKK kendisini feshettiğini açıklamış ve 11 Temmuz itibariyle canlı yayında silahlarını teslim ettikleri görüntüsü verilmiştir. Umarız bu süreç de 2013'teki çözüm süreci gibi akamete uğramaz ve ülkemiz enerjisini, milli servetini ve insan kaynağını tüketen böylesine büyük bir sorundan ebediyen kurtulur.

İki sürecin farkları

2013 Çözüm sürecinin neden çöktüğünü ve 2025 süreci ile aralarındaki farkı iyi analiz edebilirsek geleceğe daha emin adımlarla yürüyebiliriz. Çözüm Süreci, daha ziyade diyalog ve müzakere odaklıydı. Devlet, İmralı'da Abdullah Öcalan ile dolaylı olarak görüşmelere girmiş, HDP aktif rol oynamış ve dışarıdan üçüncü tarafların müdahalesine açık bir durum oluşmuştur. Diğer yandan 2013 Çözüm Süreci'nde FETÖ, devlet ve siyasal partiler içindeki paralel yapısı ile süreci sabote etmiştir. Güvenlik ve yargı alanındaki etkinliğiyle operasyonları baltalamış, görüşmelerin gizliliğini deşifre etmiş ve stratejik istihbari bilgileri sızdırmıştır. Özellikle Habur Olayı (2009), KCK operasyonları, Dönemin MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın 2012'de ifadeye çağrılması girişimi, Oslo görüşmelerinin sızdırılması çözüm sürecini dinamitleyen gelişmeler olmuştur. Bu operasyonların çoğunun FETÖ bağlantılı savcı ve polisler eliyle yürütüldüğü ortaya çıkmıştır. MHP ve CHP başta olmak üzere büyük bir muhalefet bloğunun bu sürecin karşısında yer almasını da göz ardı etmemek gerekir. Devletin istihbarat ve savunma alanlarında büyük oranda dışa bağımlılığı da bu sürecin akamete uğramasına katkı sağlamıştır.

2025 döneminde ise FETÖ büyük ölçüde tasfiye edildiğinden Devletin güvenlik kurumları daha koordineli ve etkin çalışma yürütmüş, savunma sanayisindeki hızlı gelişmeler nokta operasyonlarına güç katmış, caydırıcılık artmış ve bölgede bağımsız hareket alanı oluşturmuştur. FETÖ'nün medya yapılanmasının çökmesi, 2025 dönemindeki "Terörsüz Türkiye" söyleminin daha az manipüle edilmesine olanak tanımış, Devlet politikalarının kamuoyuna sunumu daha kontrollü hâle gelmiştir. Diğer yandan PKK terör eylemlerine direk veya dolaylı destek oldukları gerekçesiyle bir kısım Belediyelere kayyum atanmasıyla toplum baskılanarak devletin gücü gösterilmiş ve her an takipte oldukları izlenimi oluşturulmuştur. Devlet yönünde bu tür kararlı stratejik gelişmeler yaşanırken; ABD'nin Çin tehdidine karşı Ortadoğu'dan kısmen çekilme stratejisi, Rusya'nın Ukrayna ile savaştaki yıpranmışlığı ve İsrail'in nokta operasyonları ile İran'ın başta Suriye olmak üzere bölgedeki hakimiyet alanlarını kaybetmesi, Suriye'de Beşar Esed'in kaçması ile yeni bir dönemin başlaması, Irak Merkezi Hükümeti ve Kuzey Irak Yönetiminin PKK'ya karşı açık tavır alması bölgedeki PKK, YPG, PEJAK gibi Kürt terör örgütlerinin yalnızlaşmasına ve sahipsiz kalmasına yol açmış ve silah bırakmayı bir zorunluluk haline getirmiştir. 15 Temmuz'un 9. yıldönümüne birkaç gün kalan bugünlerde Devletin stratejik kurumlarından FETÖ ve renklendirilmiş yapıların temizliği ve kararlı mücadelenin ne kadar önemli olduğu bir kez daha görülmektedir. Türkiye için bu tarihi bir fırsattır ve iyi değerlendirilmesi gerekir. Ebetteki terörden beslenen iç ve dış yapılar olacak ve bu süreci sabote etmek isteyeceklerdir. Asıl ve derinlikli sorun fesh ve silahsızlanma sonrası terör örgütü yöneticileri başta olmak üzere militanların nasıl rehabilite edileceği ve ABD başta olmak üzere uluslararası güçlerin bu durumu ne kadar hazmedebileceğidir.

Birlikteliğin her iki toplumu da güçlü kıldığını unutmayalım. Türklerin ve Kürtlerin tarihsel ortak yaşam hatıraları ve iradeleri bunun üstesinden gelebilecek güçtedir.