Türkçe'nin uzaktaki temsilcileri

Prof. Dr. Mustafa İsen / Yazar
7.05.2021

Duşanka Boyaniç-Lukaç hem ülkesinde hem de dünyada Türk kültürünün gönüllü bir elçisi gibi çalıştı. Kendisini bir Osmanlı aydını gibi hissetti. Bir akşam hiç unutmuyorum Romanyalı bir meslektaşı ile bir Osmanlı bölge savaşını tartışırken "Siz şurada bulunuyordunuz, biz buradan hücuma geçtik" gibi tamamen kendini kaptırarak konuşmasına hepimiz tebessüm etmiştik.


Türkçe'nin uzaktaki temsilcileri

Yaşadığımız dünya da bir yığın sorunla dolu ama eski dünyanın, şunun şurasında 40 yıl önceki dönemlerin, daha başka meseleleri vardı. Şimdi insanlara şaka gibi geliyor ama iki kutuplu bir dünyada yaşanıyordu o yıllarda. 90'lı yıllarda ortaya çıkan siyasi fırtınaya kadar Soğuk Savaş dönemi diye bir kaosun içinde debeleniyorduk. Batı dünyası, Sovyet bloku gibi terimlerle anlatılıyorduk her meselemizi. Berlin Duvarı bir realiteydi ama somut duvarlardan oluşmayan başka bariyerler de vardı ülkeler arasında. İşte tam böyle bir evrede, tam adını koymak gerekirse 80'li yılların başında yurt dışına gitmek için bir fırsat yakaladım. Daha doğrusu doktoramı bitirmiş, bir yabancı ülke tecrübesi yaşamalıyım arayışına girmiştim. "Arayanlar her istediklerine ulaşamaz ama bulanlar ancak arayanlardır" kuralı bir kere daha tezahür etti ve belirli aşamalardan, sınavlardan geçtikten sonra Belgrad Üniversitesi Filoloji Fakültesi Doğu Dilleri Bölümünde hoca olarak görevlendirildim.

En zoru başlangıçtır

İlk kez yurt dışına çıkacağım, kapalı bir dünyadan yine bilinmez bir aleme gidiyorum. Endişeli bir yolculuktan sonra Belgrad'a ulaştım. Geçici olarak ikamet sorunum çözüldü, fakülteye uğrayıp göreve başladım ama yurt dışına çıkanlar bilir, gurbet evrelerinin her bir aşamasında zuhur eden psikolojik sıkıntılar söz konusudur. Elbette en zor dönem de başlangıç aşamalarıdır. Yabancı bir çevre, bilmediğiniz bir dil, tanımadığınızı insanlar, sıfırdan başlanarak inşa edilecek bir yerleşme sorunu, çoğu kez hayal ettiğinizin çok altında size cevap verecek reel tablo bunların ilk akla gelenleri. Benim için de böyle oldu. Elbette Bölümde meslektaşlar, henüz acemisi de olsanız sizi yeteri kadar meşgul edecek bir işiniz, hatta idari ilişki içinde olduğum Büyükelçilik personeli orada duruyordu ama öte yandan bırakıp geldiğiniz aileniz, kurulu düzeniniz gözünüzde tütüyordu.

Görevlendirildiğim Belgrad'daki Şarkiyat bölümü bu alanda Balkanların en eski tarihli akademik birimiydi. Bu yıllarda (1981-1983) bölümde Prof. Dr. Marija Cukanoviç, Prof. Dr. Slovoljup Dincic, Doç. Dr. Ljubinka Rajkoviç ve asistan Mirjana Teodosijeviç görev yapıyordu ki bu ekip iyi yetişmiş bir kadro anlamına geliyordu. Bölümün iyi de bir kütüphanesi mevcuttu. Ders verme dışında hocalarla da bazı çalışmalar yapacağım için her biriyle tanışmış ve üç yıla yakın sürecek iyi ilişkilerin ilk adımlarını atmaya başlamıştım. İşte bu ilk aylarda Doç. Dr. Ljubinka Rajkoviç Hanım, "Mustafa Bey, biz Cuma günü akşamları benim evimde bir grup akademisyen arkadaşımla oturur, hem bir şeyler yer içer hem de sohbet ederiz. Bu hafta sizi de davet ediyoruz, katılırsanız memnun olurum" dedi ve adresi verdi.

Beni neden bulmadın?

Belirlenen saatte bir çiçek alarak adrese gidip kapıyı çaldım. Kapıya, aşağı yukarı Ljubinka Hanım ile akran, yani altmışlı yaşlarında ama tanımadığım bir hanım çıktı. Bu konuda zaten sıkılganım, nerede olduğumu unutarak Türkçe olarak, "Affedersiniz, burası Ljubinka Hanım'ın evi mi?" diye sordum. Karşımdaki hanım güzel bir Türkçe ile ve gayet rahat bir tarzda koluma girerek, "Evet burası ama geldiğin birkaç ay olmuş niye gelip beni bulmadın?" diye sorular sorarken içeriye doğru yürüdük. Ben, tanımadığım bir hanımın böyle koluma girip sitem eder gibi konuşması karşısında son derece mahcup, yer yarılsa içine gireceğim. Bu bayanın, adını fakülte çevresinde sıklıkla duyduğum Duşanka Hanım olduğunu böylece öğrenmiş oldum. O, Türkoloji alanında uzman olmakla birlikte fakültede değil, Bilimler Akademisinde çalışıyordu. Bu yüzden adını duymuş olmama rağmen tanışmamıştık. Bu tanışmanın ardından orada bulunduğumuz iki buçuk yıl içinde ailece bize gerçek bir yakın, tecrübeli bir hoca gibi davrandı, daha ileri giderek ifade etmek gerekirse, bir anne ve eşime de gelini gibi demek lazım. Duşanka Hanım, Prof. Halil İnalcık, Prof. Andreas Tietze ve Prof. Vera Mutafçiyeva gibi büyük Türk tarihçileri ile yakın dosttu ve akademik olarak onlarla hem ayar bir bilim insanıydı. Bu başlangıçtan sonra müsait olduğum her Cuma akşamı bu toplantılara katıldım. Birkaç ay sonra buraya gelen eşimle birlikte iki küçük kızımızı da alıp görüşmelere gittik. Ljubinka Hanım bizim için, özellikle de çocuklar için özel menüler hazırlardı. Burada dünyanın, Yugoslavya'nın, Türkiye'nin, Türkolojinin pek çok önemli meselesinin derinlemesine değerlendirilmelerine tanık oldum, konuşmalara yer yer ben de katıldım. Zaman zaman Türkiye'den gelen bazı aydınlar da buraya iştirak etti. Tabii Duşanka Hanım ile buranın dışında da çalıştığı kurumda, evinde, başka yerlerde de sıklıkla görüştük.

Duşanka Boyaniç-Lukaç gerçekten ilginç bir bilim insanıydı (Banya Luka 17.12.1927-Belgrad 21.5.2004). Maden mühendisi olan babasının görevi dolasıyla Banya Luka'da doğmuş, çocukluğu, gençliği İkinci Dünya Savaşı'nın sıkıntıları içinde geçmişti. Belgrad Üniversitesi Şarkiyat Bölümünü bitiren ilk öğrencilerden biri oldu. Doktorasını Türk tarihi alanında yaptı (Karposev Hareketi ve Temel Kaynaklar). Bir müddet Askeri Müze'de çalıştıktan sonra Sırbistan Bilim ve Sanat Akademisinin Tarih Enstitüsüne girdi. Burada Osmanlı Tarihi, Osmanlı Yazmaları, Türkiye Türkçesi ve Türk Edebiyatıyla ilgili dersler verdi, çalışmalar, çeviriler yaptı. Ayrıca Belgrad Filoloji Fakültesinde İslam Medeniyetine Giriş ve Osmanlı Paleografya ve Diplomatikası derslerini okuttu. Bu tür formel işler yanında Duşanka Hanım hem ülkesinde hem de dünyada asıl Türk kültürünün gönüllü bir elçisi gibi çalıştı. Kendisini bir Osmanlı aydını gibi hissetti. Bir akşam hiç unutmuyorum Romanyalı bir meslektaşı ile bir Osmanlı bölge savaşını tartışırken "Siz şurada bulunuyordunuz, biz buradan hücuma geçtik" gibi tamamen kendini kaptırarak konuşmasına hepimiz tebessüm etmiştik.

Madalya takdimi

1976 yılında Türkiye Cumhuriyeti çok yerinde bir kararla Türk Kültürüne hizmet eden yabancı uzmanlara madalya takdim etmeye karar vermiş ve bu listeye Duşanka Hanım da haklı olarak dahil edilmişti. Madalya takdim töreni büyükelçilikte bizzat Başbakan Bülent Ecevit tarafından gerçekleştirilecekti. Üstelik Duşanka Hanım Sayın Ecevit'in şiirlerini Sırpça-Hırvatçaya çevirmişti, arada böyle sıcak bir bağlantı da vardı. Sonrasını bana şöyle nakletmişti, bir gün: Kendimi bir anda padişahın huzurunda hayal ettim, bir ihsan-ı şahaneye muhatap olacaktım. Olmayan paramla gidip kendime en iyisinden bir döpiyes takımı satın aldım, uzun yıllardan sonra kuaföre gidip süslendim, kolay mı Zât-ı Şahanelerinin huzuruna çıkmak. Sayın Ecevit beni büyük bir nezaketle karşıladı ama karşılığında kuru bir madalya ile uğurlandım diye hayal kırıklığını anlatmıştı.

Onun birçok ilmi çalışması var. Ama Türk kültürüne en büyük katkısı çok sayıda Türkolog yetiştirmiş olmasıdır. Ben dahil bir çok iyi yetişmiş bilim insanı kendini onun rahle-i tedrisinden geçmiş öğrencisi olarak görür. Bir başka özelliği de evi herkese her zaman açıktı.

Biz onun evine rahatça gidebildiğimiz gibi o da bize sıklıkla uğrar, hatta alanla ilgili bir misafiri şehir veya ülke dışından ziyaretine gelmişse onu da alıp evimizi teşrif ederdi. Her zaman da teklifsiz Reyhan bize Türk yemekleri yapar, üstüne de bir çay demler oturur sohbet ederiz diye düşündük derdi. Zaman zaman küçük fiesta arabamızla Belgrad'ın yakın çevresine, bizim varlığından haberdar olmadığımız güzel yerlere birlikte gider, hoşça vakit geçirirdik. Bir defasında da Zagreb'e bir seyahat yapmış ve orada arasının gayet iyi olduğu Boşnak kolonisi ile uzun sohbetler yapmıştık.

Bizim ülkemize dönüşümüzden sonra hep haberleştik ama artık onun yaşı belli bir konuma geldiği için sık yolculuk yapmak istemiyordu. Tarih Kurumunun bir toplantısı için Ankara'ya geldi. Haberleştik ve ben koşarcasına kaldığı otele gittim. Lobide bitkin bir vaziyette Sayın İnalcık'la sohbet ediyorlardı. Meğer kontrol altına alınamayan bir tansiyon sorunu yaşıyormuş. Birden beni karşısında görünce canlandı ve tamam Mustafa geldi, artık önemli değil bir çaresini buluruz dedi. Alıp eve getirdim, yeniden özlediği Reyhan'ın yemeklerini yedi, o günlerde cereyan etmekte olan Bosna savaşını konuştuk.

Bunu da gördük!

İki taraf için de üzgündü. Bosna tarafının ileri gelenleri yetiştirdiği öğrencilerdi. Bombalanan Bosna'daki Şarkiyat Enstitüsü kütüphanesinin kuruluşuna fiilen katkıda bulunmuştu, bir yandan da Belgrad'da yaşıyordu. İkinci Dünya Savaşı'nı yaşadım, artık bunlar olmaz diyordum, bunu da gördük diye şikayette bulundu.

Yurt dışında yaşamanın bana göre en büyük faydası tanık olduğunuz olaylara bu yabancı kültürün farklı bakış açılarını müşahede etmektir. Siz bu defa meselelere eleştirel bir gözle bakar, hangisinin daha doğru olduğunu tartar ve ona göre karar verirsiniz. Bizim ülkemizde böyle ağır hocalar genç akademisyenleri pek adam yerine koymaz ve bir fikrimiz olabileceğini düşünmezdi.

Doçent bile çocuk

Doktora yapmak da pek bir şey ifade etmiyordu. Hiç unutmuyorum, kalabalık bir hoca kadrosu ile yıl sonu imtihanlarını yapan bölüm başkanımız, aşağıda unuttuğu bir şey için arkadaşlarımızdan birini çağırdı ve o aşamada doçent olan birinin ismini, aşağıda "...." isminde bir doçent çocuk var, ondan ilgili notu al gel diye yolladı. Yani doçent bile çocuktu. Oysa Duşanka Hanım ve diğer hocalar bana ve benzer konumdaki arkadaşlara bir meslektaşa davranılması gerektiği gibi davrandılar. Geleneksel hoca talebe ilişkisinin bizim hayatımızda iyi başlayan ama biraz suiistimal edilen bir olumsuz uygulama olduğunu Yugoslavya'da fark ettim. Hocalara saygı duymaya evet ama bu biraz şekilciliğe dönüşmüş, samimi olmayan tavırlara hayatım boyunca prim vermedim, bunu hoca olduğumda genç arkadaşlarıma da göstermedim.

Duşanka Hanım gösterişten uzak tavırları, samimi ve anaç yaklaşımları, gelecek gördüğü insanlara her şeyini vermeye hazır motive edici uygulamaları, ama hepsinden önemlisi kültürümüze gösterdiği gayretkeş çabalarıyla tanıdığımız günden beri hep hafızamızda yer tutan bir isim oldu. Toprağı bol olsun...

[email protected]