2023’E DOĞRU... İktidara gelmek, iktidarda kalmak

Ercan Yıldırım/Yazar
29.03.2014

17 ve 25 Aralık darbe girişimlerinin ardından İslâmcıların Osmanlı İslâmcılığından beri ihmal edilen, terkedilen bazı metotlara, İslâmcılığa muhteva veren konulara geri dönüş yaptığı gözlenmektedir. İslâmcılık hareketinin 2013 tecrübesinden sonra usul ve muhteva bakımından önemli değişimler ve dönüşümler içine gireceğine şüphe yoktur.


2023’E DOĞRU... İktidara gelmek, iktidarda kalmak

Gezi olayları, 17 ve 25 Aralık darbe girişimlerinin ardından yaşananlar Türkiye’de İslâmcılık düşüncesinin Osmanlı tecrübesinden sonraki en ciddi sınavını oluşturdu. Osmanlı İslâmcılığı açıkça bir savaşla karşı karşıyaydı: İmparatorluk Balkan bozgunundan sonra 1. Dünya Savaşı’yla yok olacaktı. İslâmcılar için en az bunun kadar tehlikeli olanı bir din olarak İslâm’ın Batı karşısındaki mağlubiyetiydi. Ne 27 Mayıs ve 12 Eylül ne de 28 Şubat süreci İslâmcıları ontolojik bir uçurumun kenarına bu kadar getirmedi. 

Gezi olayları, 17 ve 25 Aralık darbe girişimleri birkaç sebeple Türkiye’de İslâmcılık düşüncesi için dönüm noktası oldu. Hatta 28 Şubat sürecinde Ali Bulaç’ın AK Parti iktidarı devam ederken Mümtazer Türköne’nin “Siyasal İslâm’ın / İslâmcılık hareketi”nin İslâmi tezler, İslâmcıların tezleri bağlamında bittiğini dile getirmeleri bile İslâmcılar için ciddi bir zihniyet dönüşümüne yol açmadı. İslâmcılık Cumhuriyet döneminde Takrir - i Sükun’dan ezanın aslıyla okunmasına kadar geçen dönemde yaşadığı içe kapanmaya dayalı varoluş sancısını bu sefer 2013 yılında dışa dönük şekilde hissetti. Bütün bunlara rağmen 1990’lı yılların sonundan itibaren “öteki” konusunda ciddi bir zihniyet değişimi geçiren İslâmcılar, bilhassa Gezi olaylarından sonra doktrin bazında kritik sürecine girdiler. 

17 ve 25 Aralık darbe girişimlerinin ardından İslâmcıların Osmanlı İslâmcılığından beri ihmal edilen, terkedilen bazı metotlara, İslâmcılığa muhteva veren konulara geri dönüş yaptığı gözlenmektedir. İslâmcılık hareketinin 2013 tecrübesinden sonra usul ve muhteva bakımından önemli değişimler ve dönüşümler içine gireceğine şüphe yok gibi gözüküyor.

1. İktidara gelmek, iktidarda kalmak: İslâmcılar “2013 eşiği”nden sonra iktidara gelmenin yanında iktidarda kalmayı da öğrendi. 

İslâmcılar bilhassa siyasal İslâm tecrübesinden dolayı “siyasal” manada millet ile kurulan bağ neticesinde iktidara gelme konusunda çok da sıkıntı çekmemişlerdi. MNP’nin kuruluşu ve AK Parti iktidarının gelişi Türkiye’de devlet ile millet arasında kopmak üzere olan bağı tesis etmiştir. İslâmcılar söylem bakımından iktidarı hedeflerken, usul açısından da zaman zaman pragmatik araçlar vasıtasıyla çok rahat iktidar imkanları bulmuş fakat burada tutunamamıştı. 28 Şubat süreci İslâmcıların iktidar ve devlet ile ilişkilerini düzenleyen en önemli gösterge oldu. Oradan kazanılan pratikler “2013 eşiği”nin aşılmasını sağladı. 

Devlet tecrübesi...

İslâmcılık hareketi 27 Mayıs sonrasında ortaya çıkan tercüme hareketlerinin getirdiği dil, iman algısı ve anlayıştan farklı olarak kendilerini “yaşayan İslâm” ve devletten ayrı görmez. İmparatorluktan gelen asaletin de etkisiyle devleti ve İslâm’ı sürekli sahiplenir. Halkın yaşadığı Müslümanlık, “hurafe ve bidat” eleştirilerine maruz kalsa da devlet ile İslâm arasındaki millet hayatının güvencesi olmayı sürdürür. Bu yüzden İslâmcılar Takrir - i Sükun sonrasında bile vaziyeti gözlemlerken, “idareciler değil ama devlet bizim” anlayışından hiçbir zaman vazgeçmemişlerdir. Bu görüş çerçevesinde İslâmcılar İslâm algısı bakımından çok anlaşamasa da millet ile devlet arasına mesafe koymamaya gayret ettiler. Bu gayretlerinin neticesini sürekli olarak iktidar olma potansiyelini barındırarak aldılar. Fakat uzun yıllar devleti başkalarının idare etmesinden ötürü “devlet tecrübesi”nden uzak kalmanın, iktidar inadını sürdürerek millet hayatına yönelecek tehlikeleri bertaraf etmenin kaygısıyla zar zor geldiği iktidardan kolaylıkla ayrılmıştı. 28 Şubat süreci İslâmcılara “tekrar başa dönme” korkusu verdi. 

“28 Şubat sendromu” bugün İslâmcılar için temel belirleyen. Fakat bu sendrom AK Parti ve Başbakan Erdoğan nezdinde İslâmcıların devlette kalmayı, iktidarı tahkim etmeyi öğrenmelerini de beraberinde getirdi. İslâmcılar bugün artık sadece iktidara gelmenin değil iktidarda kalmanın hatta statüko ile baş edebilmenin yollarını keşfetmiş durumda.

2. İslâmcıların sistemi tecrübe etmesi: AK Parti her ne kadar kendini İslâmcı olarak tanımlamaktan kaçınsa, kadrolarının çoğunluğunu İslâmcı kaygılardan uzak kimselerden belirlese bile dünyada 2001 sonrası şartlarında ortaya çıkan İslâmcılığa temel rengini veren hareket oldu. 

Başbakan Erdoğan’ın söylemleri, duruşu ve bilhassa ahlak ve maneviyat konularındaki içtenlikli söyleyişi İslâmcıları, halk Müslümanlığını cezbeden en önemli unsur oldu. (Hilmi Ziya Ülken ve Tarık Zafer Tunaya İslâmcılığın bir ahlak hareketi olarak çıktığını söyler.) Neo - Liberal ve muhafazakâr politikalar genel İslâmcı kitabi birikime yansımasa bile AK Parti iktidarı İslâmcıların gündemini belirledi. 

2013 eşiği, entelektüel planda, muhalif, radikal İslâmcı kesimleri bile AK Parti üzerinden İslâmcılığı tahkim ettiren bir konuma getirdi. Bu yüzden AK Parti’nin ve bilhassa Başbakan Erdoğan’ın temsil ettiği hükümet, İslâmcıları büyük oranda kenetledi. 2013 eşiği bu bakımdan Türkiye’deki İslâmcı birikimi, İslâmcı kesimleri toparlayıcı bir etki de gösterdi. AK Parti’nin özellikle 17 ve 25 Aralık darbe süreçlerinden başarıyla çıkması, güçlenmesi paralel yapı haricindeki İslâmi cemaatlerinde temel dileği haline geldi. Dolayısıyla İslâmcılar 11 yıllık AK Parti iktidarına karşı yönelen hareketlere, bunların en şiddetlisi ve kesin sonuç almaya matuf olan 2013 eşiğine rağmen ayakta kalmayı, iktidarı sürdürmeyi, millet nezdinde teveccühü artırmayı bildi. 

İslâmcılar bunu yaparken belki de ilk kez devleti, sistemi, statükoyu ve uluslar arası düzeni “deneyimledi”. 

Bundan önce çoğunlukla rivayetlere dayanan bilgiler, bu süreçle birlikte “aynel yakîn” düzeyinde görülebildi. Dolayısıyla İslâmcıların en büyük eksiği olan devlet tecrübesi 2013 eşiğinin aşılması, 17 ve 25 Aralık darbe girişimlerinin savuşturulmasından sonra çok net biçimde elde edildi. (Ergenekon ve Balyoz gibi girişimlerin esaslı bir darbe planı olup olmadığı, 2013 eşiğiyle mukayese edilerek çok daha net görülebilir.) 

17 Aralık’a nasıl direnildi?

Mit, askeriye, hukuk ve polis darbelerinin nereden, ne zaman ve nasıl geleceğine ilişkin tecrübelerin elde edilmesi, 17 Aralık’tan sonra hemen gerekli değişikliklerin, atakların, tasfiyelerin gerçekleştirilmesi, devlet yönetimi konusunda İslâmcılar için “paha biçilmez” bir deneyim oldu. 

Bu deneyim, gidişatın aksine İslâmcı tezleri azaltmadı bilakis artırdı. 

2013 sürecini AK Parti muhafazakar demokrat kimliğiyle değil İslâmcı kimliğiyle aştı. 11 yıllık iktidar boyunca dile getirilen “öteki, demokrasi, katılım” gibi söylemler AK Parti’yi 2013 eşiğine sürüklerken İslâmcılar bu kritik eşikten “kendi olarak”, İslâmcı kökeninin gücüyle ve dahası Osmanlı İslâmcılığının yöntemleriyle aşabildi. 

27 Mayıs sonrasında gerek millet Müslümanlığına gerek Osmanlı İslâmcılığına burun kıvıran İslâmcılar, belki de ilk defa Osmanlı İslâmcılığını “retorik ve romantik” söylemin üstünde değerlendirerek hatırlayıp, onların yöntemlerini kullanmaları sayesinde iktidar ve statüko deneyimini yaşadı, darbeye karşı ciddi mukavemet gösterebildi. 

17 ve 25 Aralık darbe girişiminin “anında” alınan tedbirlerle püskürtülmesi büyük oranda Başbakan Erdoğan’ın şahsi inisiyatifiyle gerçekleşirken usul olarak İslâmcılığın Osmanlı köklerine bağlıdır. Bu süreç boyunca hukuk devleti ve demokrasinin “öteki”ni öne çıkartan uygulamaları elbette gözardı edilmiştir. İslâmcılar iktidara gelmenin maliyetini ödedikleri gibi iktidarda kalmanın maliyetini ve gerekçelerini çıkarıp yerine getirmiştir. 

Mümtazer Türköne ve cemaati entelektüel anlamda meşruiyet sahasına sokan, 2013 itibariyle cemaate siyasal kimlik üretmeye çalışan Ali Bulaç gibi “İslâmcılığı bitiren” isimlerin bu süreçteki sert muhalefeti esasında İslâmcıların “aslına rücu eden” kimliğine ve bu dirayeti gösterebilmesinedir. 2013 eşiği tam manasıyla aşılırsa Bulaç ve Türköne’nin “iktidar olma üzerinden” kurdukları İslâmcılık eleştirisi çökecektir. Mümtazer Türköne’nin AK Parti’nin ve İslâmcıların İslâmi tezlerinden vazgeçmesi üzerine geliştirdiği İslâmcılık eleştirisi, 2013 eşiğinin aşılmasıyla İslâmcıların içinden çıktıkları yumurtayı da kabuğu da beğenmeleriyle sonuçlanacak gibi gözüküyor. 

3. İslâmcılar Milletle Buluşuyor: 2013 eşiği İslâmcıların devlet tecrübesini ne kadar içselleştirdiklerinin bir göstergesi olacak. 

İslâmcılar, 2004 yılından beri uygulanan darbe teşebbüslerinin / yoklamalarının en ciddisi olan 2013 sürecinde göstereceği mukavemet ile Türkiye üzerindeki etkinliği hakkında da net bir kanaat sunacak. 28 Şubat’ı milletine zarar gelmemesi için göğüsleyen İslâmcılar aynı zamanda bu alandaki yetersizlikleriyle karşı karşıya da kalmışlardı. 2013 eşiği iktidar -İslâmcılık ilişkisindeki sert müdahaleler karşısında İslâmcıların ne kadar dirayetli olduklarını da ölçme imkânı verdi. İslâmcılar 2013 eşiğini aştıkları taktirde Türk siyasi hayatında İslâmcılık etkisini perçinlerken darbe teşebbüslerini “milletine zarar gelmeden” karşılayabilme yeteneği de kazanmış olacak. 

2013 eşiği aynı zamanda İslâmcıların “sine -i millete dönerek” iktidar olmalarını sağlaması açısından da Türk Siyasi hayatında dönüm noktası olacak. 

27 Mayıs sonrasında ortaya çıkan ve büyük oranda Pakistan ve Mısır’dan yapılan tercümelerin sonunda İslâmcılar, içinden çıktıkları milletin “cehalet devri”de olduklarını iddia ederek “Müslümanların Müslümanlaşması” gibi bir dil kurmuşlardı. İslâmcılar sistem ile devlet, devlet ile millet bağı arasında ayrıma gitmeden meşruiyet sorgulaması yapmışlar, İslâmi bilinci eksik milletin oyunun yani demokrasinin gayri meşru olduğunu dile getirmişlerdi. Dolayısıyla millet ile Kemalizm arasında bir türdeşlik görmüşlerdi. Statükonun güçlü olduğu Türkiye’de halkın oyu da kontrol altında olacağı için “milli irade” kavramı yalnızca seçkinlerin arasında yapılacak tercihler için kullanılmaktaydı. Refah Partisi’nin iktidara geldiği 90’lı yıllarda bile İslâmcıların millet ve milli irade algısında bir fluluk, “kinik” bir belirsizlik vardır. 

Millet iradesinin gücü

AK Parti iktidarıyla birlikte bu algı dağılmaya başladı. İktidar yılları boyunca çeşitli darbe girişimleri karşısında oy oranının sürekli yükselmesine, vesayet ve statüko merkezlerinden gelen taciz ve yıpratmaların artmasına paralel olarak milletin hükümete desteğinin artması, İslâmcıların Türkiye’de temel dayanak noktalarının sadece “millet iradesi” olduğu gerçeğine götürdü. Bilhassa 2013 eşiği millet ve milli irade vurgusu sayesinde aşıldı. İslâmcılar bu aşamada millete üstten bakan, “İslâmizasyon” politikalarını esas aldıkları, üstten değişim modelini içeren modernist doktrinleri de sorgulamak durumunda kaldı. 

İslâmcıların milletle buluşması, millet Müslümanlığının İslâmcı yönelime yatkınlığı yeni yeni keşfedilmeye başlandı. Geçmişte bu durumu sağcılık veya muhafazakarlık biçiminde eleştiren İslâmcıların, Osmanlı İslâmcılığının da zaman zaman düştüğü hatayı rehabilite edebilecek fırsatı yakaladığı söylenebilir. 

İslâmcıların darbe girişimleri karşısındaki dirayetleri bu açıdan karşılıklı bir hal alarak birbirini güçlendiren, sıkılaştıran ve tamamlayan bir karakter kazandı. 2013 eşiği gelecek günlerde nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, dünya sisteminin etkileri ne şekilde etkili olursa olsun, Türkiye’de yakın ya da uzak siyasal yapılanmada aktörler kimlerden oluşursa oluşsun, “2013” İslâmcılık için önemli bir referans teşkil edecek. 

İslâmcılık hareketinin yalnızca teorik ve pratik bağlamında değil, tarih algısı, referansları ve meşruiyet kaynağı olarak 2013 yılı değerleri dikkate alınacak. 

İslâmcılık bu bakımdan kendine dair bir yol çizmenin eşiğinde 27 Mayıs sonrası bu topraklara yabancı usullerle birlikte küresel planda 2001 şartları sonrasında ortaya çıkan değer yargılarının, Türkiye için, İslâmcılar için esaslı ve temelli bir gelecek içermediğini görmüş oldular. 

[email protected]