Akdeniz’de yeni bir enerji işbirliği mi doğuyor?

Prof. Dr. Nurşin Ateşoğlu Güney
2.07.2016

Türkiye-İsrail normalleşmesiyle ilgili herkesçe bilinenlerden başlayalım: İki ülke arasında 28 Haziran 2016 tarihinde imzalanan anlaşma Türkiye’nin İsrail’den talep etmiş olduğu üç şartın-özür, tazminat ve Gazze ile ilgili ablukanın esnetilmesi- Tel-Aviv hükümetince kabul edilmesi sonucunda gerçekleşti.


Akdeniz’de yeni bir enerji işbirliği mi doğuyor?

Umut edilen, 6 yıl süren uyuşmazlık ve gerginlik döneminin ardından iki taraf arasında yeni bir yakınlaşma ve işbirliği sürecinin başlaması. Ki gerçekten de Tel-Aviv ve Ankara hükümetlerinin kendi siyasi iradeleri sonucunda gelinen bugünkü aşama iki ülke arası ilişkiler bakımından önemli bir dönüm noktasıdır. Konuyu takip eden meraklı okuyucuların bildiği gibi; İsrail- Türkiye yakınlaşmasını hızlandıran sahada vukuu bulan jeopolitik değişiklikler ve bu değişikliklerin yaratmış olduğu farklı güvenlik sorunlarının varlığıydı. Sözün özü, günümüz Ortadoğu’sunun devlet ve devlet-dışı aktörleri arasında kurulan ittifakların hızla değiştiği istikrarsız ve kaygan zemininde Türkiye ve İsrail mevcut reel politik koşullar karşısında aralarındaki ilişkiyi onarma yolunu tercih ettiler.

Normalleşmenin ötesi

Tabii taraflar arasında restorasyon dönemi olarak da anılan bu süreçten başka beklentiler de var. Merkezi güvenlik sorunları yanında ekonomik ilişkiler ve bu ilişkilerin stratejik etkisinin yeniden değerlendirileceği bir sürece girdiğimiz aşikâr. Bu bağlamda da Doğu Akdeniz’de son on yılda keşfedilmiş olan doğalgaz rezervleri iki başkent arasında hayata geçirilebilecek olası işbirliği alanlarından biri olmaya uzun süredir adaydı. Neden olmasın, deniyor: Gelecekte, iki ülke arasında inşa edilecek bir boru hattıyla İsrail doğalgazının yanı sıra Akdeniz havzasında bulunan diğer doğalgaz kaynaklarından (örneğin Mısır gazı, Kıbrıs gazı vb.) gelecek arz, Avrupa’nın uzun süredir hissettiği enerji darboğazına merhem olabilir. Bu olasılığın gerçekleşmesi halinde, yani Akdeniz’deki keşfedilmiş gaz potansiyelinin Avrupa’nın ihtiyaç duyduğu gaz talebi yönünde kullanılması durumunda bugünkü enerji jeopolitik denkleminin değişmesi beklenebilir. İsrail-Türkiye mutabakatının açabileceği bu pencere hem Avrupa ve Ortadoğu’nun kesiştiği Akdeniz’de enerji arz ve talep güvenliğinin kimi ülkeler adına güçlenmesine neden olur, hem de bu güvenlik algısının odağına Türkiye’yi oturtur. Çünkü Akdeniz’de yeni doğalgaz enerji rezervlerine sahip ülkelerle (İsrail ve Mısır gibi)  bu gaz potansiyelini Avrupa’da talep eden ülkeler arasında Türkiye transit bir geçiş ülkesi olarak pekâlâ bir köprü rolü oynayabilir. Bu rolü küçümsememek gerekir. Arzla talep arasında kurulabilecek böyle bir köprü, yani doğal gaz enerji nakil hatları aracılığıyla üretici ve tüketici vasıftaki ülkeler arasında kazan-kazan niteliğinde tesis edilecek ilişkiler, Ortadoğu bölgesinde hüküm süren istikrarsızlık ve çatışma sarmalı içinde, en azından Akdeniz havzasında, yeni enerji bazlı istikrar adacıkları yaratılabilir.   Enerji politikaları ve bölgesel istikrar ilişkisi üzerinde uzun süredir yazıp çizen uzmanlardan Prof. Dr. Brenda Scheffer’ın Foreign Policy dergisinin bir sayısında (27 Haziran 2016 tarihli sayı) dillendirdiği iddia şuydu: Doğu Akdeniz’de 2009’dan itibaren keşfedilen gaz potansiyeli Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesiyle ilintili sorunların çözümüne önemli bir katkı sağlamıyor. Bu iddianın bir sloganı bile var: Boru Hatları Barış Getirmez!  Bir paragraf önce söylediklerimize karşıt bir argüman, ters bir iddia gibi duruyor ilk okuduğumuzda. Bir daha düşünelim: Acaba doğal gaz taşıyan boru hatlarının inşa edilmesini mümkün kılan barış, daha fazla barışı tetikler mi? Aslında, Tel-Aviv- Ankara ilişkisinin normalleşmesiyle eş anlı olarak İsrail doğalgazının Türkiye üzerinden enerji piyasalarına ulaştırılması fikrinin yeniden düşünülmeye başlaması bize bu konuda ipucu veriyor. Ankara-Tel Aviv ilişkisinin restorasyonu Scheffer’in iddia ettiği ‘’boru hatları barışı tesis etmez ama tesis edilen bir barış durumu olası boru hatlarının oluşum fikrini hızlandırır’’ düşüncesini destekliyor. İtiraf edelim barış olasılığı ve jeopolitiğin kesiştiği çok örnek yok, Doğu Akdeniz bu açıdan farklı ve ümitvar olmamıza imkân sağlayan bir örnek olabilir.

Önümüzdeki senaryo şu: 28 Haziran mutabakatının önünü açtığı İsrail’den Türkiye’ye Akdeniz’den döşenecek boru hattı vasıtasıyla 30 milyar metreküp İsrail gazı Mersin’e getirilecek. Bu gazın 10 milyar metreküpünün Türkiye’ye ayrılmasından sonra geriye kalanı Avrupa’ya transfer edilecek ve böylece hem Türkiye’nin hem de Avrupa’nın ihtiyaç duyduğu Rus gazına alternatif olabilecek yeni bir ek kaynak ve yeni bir güzergâh yaratılmış olacak. 

Tel Aviv’in olayın matematiğini bildiğini varsayabiliriz, çünkü İsrail İstanbul Başkonsolosu Shai Cohen de, İsrail Devlet Başkanı Netanyahu da İsrail gazının taşınması konusunda ortaya çıkan alternatif geçiş güzergâhları içinde en iyisinin Türkiye güzergâhı olduğunu bildiklerini gösteren açıklamalar yaptı. Başkonsolos’un ifadelerinden öğrendiğimiz kadarıyla, konuyla ilgili özel sektör fizibilite çalışmaları İsrail’de çoktan tamamlandı. Nitekim gene Başkonsolos’un ifadesine göre, İsrail gazının Türkiye’ye ithalatı konusunda Türk firmalarından Turcas-Enerjisa, Zorlu ve Enka gibi özel firmalar bir süredir fiyat, güzergâh vb konularda pazarlıklarını sürdürmekteler. Leviathen bölgesindeki İsrail gazının Türkiye’ye tedariki dışında var olan bir başka seçenekte de, Kıbrıs adası açıklarında bulunan gazın İsrail gazıyla birleştirilerek Türkiye aracılığıyla piyasalara iletilmesi. Her halükarda olaya Ankara açısından bakanların altını çizdiği bir husus çok önemli: Eğer gelecekte İsrail/Doğu Akdeniz gazı Akdeniz’den bir boru hattı döşenerek önce Türkiye’ye ve oradan da Avrupa’ya iletilebilirse bölgesel doğal gaz piyasası bu yeni durumdan etkilenecek. Daha anlaşılır şekilde ifade edelim; Türkiye’nin gelecekte İsrail ve daha sonra Irak gibi yeni kaynaklardan gaz temin etmesi doğal olarak Ankara’nın Rusya ve İran gibi gaz tedarikçileri karşısındaki pazarlık gücünü artırabilecek. Ortadoğu’daki karmaşık güvenlik sorunlarını, bunların Türkiye’ye ve Türkiye ekonomisine etkisini düşünürsek bu pazarlık gücü artışı hiç de yabana atılmayacak bir artı Ankara açısından.

Kıbrıs fazla direnemez

Ancak her güzel senaryoda birkaç karanlık sayfa olması gibi burada da bazı olumsuzluklar söz konusu: Öncelikle İsrail gazının piyasalarla buluşması önünde hâlihazırda mevcut birçok engel var. Bugün İsrail’deki regülasyon meselesinin halledilmiş olması olumlu bir gelişme ancak Kıbrıs meselesinin çözülmemiş olması olası boru hatlarının önünde ciddi bir zorluk olarak durmaya devam ediyor. Bilindiği üzere, İsrail ile Türkiye arasında inşa edilecek en az maliyetli boru hattının geçiş güzergâhı Güney Kıbrıs Cumhuriyeti’nin münhasır ekonomik bölgesinden geçiyor. Uluslararası deniz mevzuatına göre, Güney Kıbrıs’ın söz konusu bu boru hattının geçişini engellemesi mümkün değil ama çeşitli bahaneler öne sürmek suretiyle bu güzergâhı geciktirme ihtimali de var. Yine de kimi çevrelere göre olumsuz düşünmek için sebep yok. Özellikle bazı Amerikalı enerji uzmanları Güney Kıbrıs’ın ayak direme etkisini sınırlı görüyor. Onlara göre esas önemli husus; İsrail ile Türkiye arasında varılan normalleşme mutabakatı ertesinde Tel-Aviv ile Ankara’nın İsrail gazını Akdeniz’den boru hattıyla Türkiye’ye iletmeye karar vermeleri. Zira böyle önemli bir kararlılık ve duruş karşısında Güney Kıbrıs’ın fazla bir direnme gücü olmayacaktır. Kıbrıs adasında kalıcı barış sağlanmasının ve Kıbrıs sorununun çözümünün Avrupa enerji güvenliği açısından taşıdığı önem de tam burada. Tekrar edelim: Kıbrıs adasında sağlanacak kalıcı bir barış kuşkusuz İsrail doğal gazının hem Türkiye ve Avrupa’ya iletilmesinin önünü açacak hem de ileride Akdeniz’de bulunacak diğer yeni doğalgaz rezervlerinin bölge piyasalarına ulaştırılmasını kolaylaştıracaktır.

Olasılıkların olabilirliği artıkça stratejilerini gözden geçirmek zorunda kalacak iki başkent daha var: Moskova ve Tahran. Bilindiği gibi Rusya uzun süredir Avrupa gaz tedarikinin patronu, İran ise bu piyasadan pay alabilmek için ticari bir diplomasi atağında. İşi de çok kolay değil, zira düşünmesi gereken sadece Rusya yok. Kapıda bir de Katar bekliyor. Malum, İran ve Katar uzun bir süredir özellikle Körfez gazını Avrupa’ya ulaştırma konusunda, yani Suriye üzerinden Akdeniz çıkışlı bir boru hattı konusunda kıyasıya rekabet içeresindeler. Destekledikleri boru hatları kamuoyuna Şii boru hattı ve Arap boru hattı olarak yansımıştı, ancak beşinci yılında taş üstüne taş bırakmayan Suriye iç savaşı her iki boru hattı projesinin de önünü tıkadı. Bunlara ilaveten Rusya’nın Eylül 2015’te Esad rejimine vermiş olduğu askeri destek sonucu güçlendirdiği Tartus ve Lazkiye üstlerini ve Suriye’deki Rus varlığını hatırlatalım. Kısaca Suriye çıkışlı olası doğal gaz boru hatlarının önündeki rekabet Eylül 2015’den itibaren fiilen Rusya’nın gölgesinde, ama mücadeleden yorgun bir Rusya’nın gölgesinde, sürüyor.

Günümüz koşullarında Akdeniz’de hesabını doğru yapan bir İsrail ve Türkiye var. Tel-Aviv ihraç için ayırdığı gazın bir miktarını Türkiye gibi büyük ve istikrarlı bir pazara-ve mümkünse buradan Avrupa’ya- yöneltmek; bu suretle de ileride Doğu Akdeniz-Avrupa gaz bağlantısında kendisine rakip olabilecek Mısır (Zohr Doğalgaz yatakları nedeniyle) ve İran’ı (Güney Pars Doğalgaz Yatakları nedeniyle) şimdiden bertaraf etmek istiyor. Ayrıca İsrail’in hâlihazırda Ürdün ve Mısır gibi ülkelere tedarik etmekte olduğu gaz miktarı Ortadoğu enerji piyasası içinde bir Ankara alternatifi kadar cazip görünmüyor. Türkiye’nin ise Rusya’dan gaz tedarik ettiği Batı hattı ve Mavi akım gaz anlaşmalarının süreleri 2020’lere doğru sona erecek, bu yüzden Ankara’nın kaynak çeşitlendirmesine gitmesi oldukça rasyonel bir davranış. Zaten Ankara ile Tel-Aviv arasında bir enerji anlaşması olması halinde İsrail gazının Türkiye’ye iletilmesinin mümkün olacağı en erken tarih olarak 2020 telaffuz ediliyor. Yukarıda zikrettiğimiz İsrail gazının tedarik edilmesi durumunda Ankara’nın Irak ve İran karşısında artacak pazarlık gücü, bu açıdan, Ankara-Moskova enerji ilişkisi açısından da geçerli olacak. İşin özü gaz da olsa, jeoekonomi çok ilginç yakınlaşma olasılıkları da önümüze serse kapıyı Türkiye-İsrail normalleşmesi açtı. Bakalım jeopolitiğin tetiklediği bu jeoekonomik kapıdan hangi aktörler geçebilecek.

[email protected]

Prof. Dr. Nurşin Ateşoğlu Güney / YTU Siyaset B.ve Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı