Direnen kazanır!

Nuh Yılmaz / Star Gazetesi Dış Haberler Müdürü
6.04.2013

Özrün arkasından, tazminatlar konusu çözülürse Türkiye Tel Aviv’de halen bulunmayan elçiyi geri göndermeyi gündeme alacak. Diğer tüm adımlar geri alınabilse de özrün geri alınabilmesi mümkün olmadığından, Türkiye her halükarda karlı çıkacaktır.


Direnen kazanır!

İsrail’in Mavi Marmara konusunda Türkiye’den özür dilemesi son yıllarda Ortadoğu’da gerçekleşen en önemli diplomatik-siyasi gelişmelerden. Kendisini uluslararası hukukun üzerinde gören, fiillerinin sorumluluğunu almayan, bedel ödemeyen, oldu bittilerle ve arkasına aldığı ABD’nin veto gücüyle rahat hareket eden İsrail, belki de ilk defa faili olduğu bir fiil konusunda sorumluluk yüklenmek zorunda kaldı. Zira İsrail normalleşmeden Ortadoğu’nun ya da Türk-İsrail ilişkilerinin normalleşmesi, haliyle bölgede istikrarın kurulması mümkün değildir. Bu özür İsrail’in normalleşme yolunda atmak zorunda kaldığı ilk adımlardan birisi olması nedeniyle önemli köşe taşlarından biri olarak kayda geçecektir. İsrail’i bir kaç defa kıyısına geldiği ancak sonra geri döndüğü özür noktasına getiren maddi şartlar ayrıca ele alınmalıdır. Ancak bu şartlar ‘özür’ gerçeğini değiştiremez, gölgeleyemez. Özrün nedenlerini anlamak önümüzdeki dönemde İsrail’in hassasiyetlerini anlamak ve sağlıklı bir diplomasi yürütmek için de elzemdir. Ancak aynı şekilde özrün ağırlığını takdir etmek de Türkiye’nin hassasiyetlerini ve gücünü anlamakla doğrudan orantılıdır. İsrail eğer tüm bunlara rağmen sadece ‘halkla ilişkiler’ ve ‘reklam’ mantığı ile özrün ağırlığını sulandırmaya çalışırsa, dahası kendisini buna inandırırsa pek uzak olmayan bir gelecekte ilişkiler tekrar kopma noktasına gelecektir. Aksi olursa, yani İsrail siyaseten elde edemediğini ‘hasbara’ gücüyle de elde edemeyeceği gerçeğini idrak ederse, iki ülke ilişkilerinin iyi olmasa da krize dönüşmeden yönetilebilme ihtimali artacaktır.

Türkiye her halükarda kârlı

Özür sonrasında, Türkçe’ye “direnen kazanır” şeklinde tercüme edilebilecek ‘themost determinedwins” ifadesinin Washington’daki gerçek anlamını öğrendiğim Amerikalı bir dostum hayretle Türkiye’nin bu kadar direnebileceğine hiç inanmadığını itiraf etti. Bense başından beri İsraillilere ve İsrail Lobisi’ne yakın isimlere şunu söylüyordum: “Kendisini İsrail’in dostu diye tanıtan ve özür dilemeden bu işten kurtulabileceğinize size inandıranlara itibar etmeyin!” Zira özrün bu kadar uzun sürmesi, bir yanıyla da İsrail’in ‘dostları’ vasıtasıyla sorunu çözebileceğine dair umudunu ancak 3 sene sonra yitirmesi nedeniyledir. Bu geçen zaman içinde İsrail bir yanıyla kendisine zaman kaybettiren ‘dostları’na itibar etmemeyi öğrenirken, bir yanıyla da ‘Yeni Türkiye’de bu kadar temel bir siyasi sorunun halkla ilişkiler, kamu diplomasi kampanyaları, yerli-yabancı basında çıkan haberler ya da Ankara’ya baskı yapmaya yeltenen yerli-yabancı siyasetçi ve bürokratlarla çözülemeyeceğini öğrenmiş oldu. Bu geçen zaman İsrail için bir öğrenme süreci oldu. Yeni Türkiye ile nasıl konuşulacağını, nasıl sorun çözüleceğini ya da tersine sorunların nasıl kilitleneceğini öğrenme süreci. Bu süreçte Ankara’nın  elini ne kadar açık oynadığını da hayretle gördüler. Ve elbette Ortadoğu’da hep kazanan o meşhur ‘themostdetermined’ denilen aktörün artık sadece İsrail olmadığını. Eğer İsrail üç sene sonunda öğrendiği bu gerçeği siyasetine yansıtırsa Ortadoğu’da istikrarın önü açılır, hiç öngörülemeyen gelişmeler olabilir, hiç beklenmeyen senaryolar hayata geçebilir. Aksi ise ancak zaman kaybına yol açar.

Türkiye’de siyaseti alıp götüren anlamsız sorular dizisine özürden sonra bir başkası daha eklendi: “Türkiye ne verdi?” Uzun yıllar Türkiye’nin sorunların çözme değil ‘dondurma’ karşılığında hep ‘vermeye’ alışmış eski elitlerin ve monşer zihniyetinin algısının böyle olması aslında  normal. İsrail’in üç yılda öğrendiğini, 10 yılda öğrenemeyen bu kafa yapısı maalesef  bir süre daha siyasetin arkasından koşmaya devam edecek. Oysa durum son derece açık: Türkiye İsrail’e Mavi Marmara öncesine dönüş için 3 şart öne sürmüştü. İsrail’de bu şartları yerine getirdi. Şartları koyan ülkenin, bu şartları yerine getiren ülkeye hayır demesi, özrü kabul etmemesi ancak şartları koyan ülkenin itibarına zarar verir. Bu bilindiği halde Türkiye’nin özrü kabul etmemesini istemek kolaylıkla izah edilemez. Şartlara bakmak gerekirse, İsrail’in Türkiye’nin öne sürdüğü özür şartını yerine getirerek, diğerlerini de yapacağını söyleyerek, takvime bağlaması Türkiye’yi özrü kabule götüren nedendir. Bu çerçevede ikinci şart için 12 Nisan’da çalışmaya başlayacak komisyon tazminat konusunu çözecektir. Gazze’ye ambargonun kalkması ise İsrail’in Gazze’ye geçen yıl yaptığı saldırının ateşkes maddeleri arasında da yer alıyordu. İsrail bu çerçevedebir takım iyileştirmelere giderek, yapısal düzenlemelerle önümüzdeki dönemde ambargo sorununu tamamen çözeceğini söylemesi Türkiye’nin şartlarının yerine getirilmesini sağlıyordu. Normalleşme denilen sürecin tedricen, karşılıklı adımlarla yürütülecek olması, yani Türkiye’nin bir şey vermek bir yana İsrail’in söz vermesi ile değil, adım atması ile harekete geçeceğini ilan etmesi anlamına geliyordu. Süreç açısından bakılacak olursa, özrün arkasından, tazminatlar konusu çözülürse Türkiye bir adım atacak ve Tel Aviv’de halen bulunmayan elçiyi geri göndermeyi gündeme alacak. Bu yol haritası Türkiye’ye aynı zamanda Gazze’de devam eden süreci takip etme imkanı da veriyor. Bu çerçevede daha fazla sınır kapısının açılması, Gazze’ye mal ve insan giriş çıkışının serbestleşmesi vs. gibi tedbirleri kapsıyor. İsrail bu noktalarda sözünden geri dönerse, Türkiye de süreci terk ederek statusquoante’ye geri döner. Hem de bu sefer özür diletmiş bir ülke olarak. Bu nedenle ‘verilen’ bir şey yok ancak alınan çok net bir ‘özür’ var. Diğer tüm adımlar geri alınabilse de özrün geri alınabilmesi mümkün olmadığından, Türkiye her halükarda karlı çıkacaktır.

İyi de İsrail ne verdi?

Özür meselesindeki ilk nokta Türkiye’nin özür istemesi, İsrail’in de bu şartı yerine getirmesidir. İsrail’in bu noktaya gelmesi Türkiye’nin ABD’ye, NATO’ya AB’ye ve sair aktörlere rağmen İsrail’in alanını daraltması nedeniyledir. Bir başka deyişle Türkiye’nin gücünü kullanarak, İsrail’i özür dilememeyi taşıyamayacak noktaya getirmiştir. Zaten bütün strateji de özrü İsrail için en kârlı seçenek hâline getirebilmek, yani buna mecbur etmekti. İsrail iç siyasetinde özür dileyen Netanyahu’ya verilen tepkiler de bunu açıkça gösteriyor zaten. Bu noktadan sonra ‘İsrail’in çıkarlarını’ konuşmak ise abesle iştigaldir. Zira aslolan İsrail’in çıkarının ‘Türkiye’den özür dileme” noktasına getirilmiş olmasıdır. Peki İsrail nasıl bu noktaya geldi? Bu konuda Arap Baharı’ndan Suriye’ye, Obama baskısından doğal gaz konusunda kadar bir çok neden var. Ancak bunlar arasında en az tartışılanlardan Doğu Akdeniz’de yaşanan doğal gaz rekabetine dikkat etmek gerekir.

Doğu Akdeniz doğal gazı ve İsrail

İsrail uzun yıllardır dışa, özellikle de ABD’ye ekonomik ve askeri olarak bağımlı yaşamış/yaşayan bir ülkedir. İsrail enerji açısındansa doğal gaz ihtiyacını karşılayan Mısır’a bağımlıydı. Ancak Arap Baharı sonrası Sina’dan geçen ve Mısır doğal gazını İsrail ve Ürdün’e taşıyan doğal gaz hattının sürekli bombalanması İsrail’i sadece ekonomik açıdan değil enerji güvenliği açısından da zor durumda bırakıyordu. Son 10 yılda yapılan çalışmalarla Doğu Akdeniz’in Levant bölgesinde dünyanın en büyük doğal gaz yataklarından bir kaçının bulunması İsrail’in planlama ve bölge algısını bir anda değiştirdi. İsrail dışa bağımlı bir ülke olmaktan, doğal gazdan kâr edebilen bir ülkeye, enerji güvenliği kaygılarından offshore doğal gaz platformlarını koruyacak donanmayı yeniden yapılandırmaya geçen bir ülke hâline geldi. Geçen hafta 2009 ve 2010 yıllarında bulunan doğal gaz rezervlerinden Tamar bölgesinden doğal gaz pompalamaya ve iç tüketimi bu gazla karşılamaya başlayan İsrail, Leviathan gibi büyük yatakların gazını ise 2019’dan itibaren satmak zorunda kalacak. Doğal gazın bir kaç yıl içinde kârlı bir meta gelmesi ise bu şartlarda sürdürülebilir olmaktan uzaktır.

Siyasi sorunlar çözülemiyor

Doğu Akdeniz doğal gazı siyasi olarak ta anlamıyla bir keşmekeş. İsrail-Lübnan arasında, açık denizde ekonomik münhasır alan tartışması nedeniyle 300 milkarelik, muhtemelen doğal gaz kaynaklarının da olduğu alanda sınır anlaşmazlığı var. Bu sorun çözülmeden bazı rezervlerikullanmak mümkün olmayacak. Güney Kıbrıs ve İsrail’in ortak kullanabileceği alanlarda da ikili anlaşmazlık mevcut. Gazze’nin doğal gaz yataklarının statüsü de İsrail’i terleten konulardan. Suriye’deki sorunlar iç savaş nedeniyle donduruldu ancak büyük gaz rezervleri bulunursa çok da beklemeyebilir bu sorunlar. Türkiye’nin ise Güney Kıbrıs’ı iki alanda kilitliyor olmasıhem İsrail’i hem de uluslararası yatırımcıları kaygılandıran nedenlerden. Türkiye Güney Kıbrıs’ın güneydeki doğal gazı kuzeyle anlaşmadan çıkaramayacağı savunuyor ve bunun denenmesi durumunda Kuzey Kıbrıs’ın bağımsızlığını ilan edebileceğini söylüyor. Bu da bölgedeki siyasi sorunların daha da karmaşıklaşması demek. Dahası Türkiye Güney Kıbrıs’ın doğal gaz lisansı verdiği bazı alanların Türkiye’nin ekonomik münhasır alanı ile örtüştüğünü söyleyerek anlaşma olmazsa bu konuda adım attırmayacağını, üstelik de donanmasını bu bölgeye göndererek söylüyor. Türkiye bu nedenle Doğu Akdeniz’de siyasi kilitleri çözebilecek aynı zamanda da süreçleri kilitleyebilecek bir ülke. Doğu Akdeniz gaz çıkarılsa dahi, Türkiye razı edilmeden makul bir kâr elde edilmesi pek mümkün görünmüyor. İsrail’i özre götüren nedenlerden biri Türkiye’nin işlevini okumuş olması.

[email protected]